Şamil | Kategoriler | Konular

Sıfat-ı ilahiyye

SIFAT-I İLAHİYYE

Sıfat-ı ilahiyye (es-sıfatül-ilahiyye),
"Allah Teâlâ'nın sıfatları" veya "ilahi
sıfatlar" demektir.

Allah Teâlâ, kemal sıfatların hepsiyle
muttasıf olup, bütün noksan sıfatlardan münezzeh ve berîdir.
Mümkin olan şeyleri yaratıp yaratmamak, Yüce Allah hakkında
caizdir. Mümkinattan dilediğini yaratır, dilediğini de
yaratmaz. Hadd-i zatında Yüce Allah'ın kemal
sıfatları sonsuzdur. Fakat öğrenip bilmemiz için
İslam âlimleri bunları başlıca 5 kısımda
toplamışlardır.

1- Sıfat-ı Nefsiyye (Vücûd),

2- Sıfat-ı Selbiyye (Tenzihat),

3- Sıfat-ı Sübûtiyye (Sıfat-ı Meânî),

4- Esmaül-Hüsna'nın delâlet ettiği manalar
ve sıfatlar,

5- Sıfat-ı Haberiyye.

1- Vücûd: Cenab-ı Allah'ın
hakkıyyetini ve varlığını gerektiren ve vücûd
ile muttasıf olduğunu belirten bir sıfattır. Bazı
Kelâm âlimleri Yüce Allah'ın vücûduna "sıfat-ı
nefsiyye" demişlerdir. Ebul-Hasenil-Eş'ari ve Ebul-Hüseyin
el-Basrî gibi bazı kelâmcılar da Yüce Allah'ın vücûdunu,
zatının aynı kabul ettikleri için sıfat
saymamışlardır. Cenab-ı Hakk'ın vücûdu, bütün
sıfatlarının aslı ve merciidir. Vücüdun zıddı
olan adem (yokluk), onun hakkında muhaldir.

2- Sıfat-ı Selbiyye (Tenzihat): Bunlar
Cenab-ı Allah'tan her türlü noksanlığı nefy eden ve
mahlukata benzerliğini kaldıran sıfatlardır. Bu
sıfatların, müslümanların bilmesi lazım geçen asılları
beş tanedir.

a) Kıdem: Allah Teâlâ'nın
varlığın ezelî olması, başlangıcı
olmaması ve varlığına yokluğun sebkat etmemesidir.
O'nun hakkında kıdem ve ezeliyyet vacib; bunun zıddı
olan hudüs, muhaldir.

b) Beka : Allah Teâlâ'nın
varlığının ebedî ve devamlı olması ve sonu
olmaması demektir. Kıdem ve Beka, Vacib li-Zatihi ve Vacibül-Vücûd
olan Allah Teâlâ'nın zorunlu özelliklerindendir. Fena ve yokluk,
Allah Teâlâ hakkında muhaldir. Kıdem ve Beka'ya "sermediyyet"de
denilir.

c) Muhalefetün li'l-havadis: Allah Teâlâ'nın
zat ve sıfatlarında hiç bir şey ve varlığa
benzememesidir. Başka şeyler mümkin, varlıklarında
muhtaç, hâdis ve fanidirler. Cenab-ı Hakk ise, Vacib li-zatihi (zatından
dolayı varlığı zorunluğu), ihtiyaçsız, ezelî
ve ebedîdir. Her şey O'na muhtaçtır. Yüce Allah, mümkin olan
varlıkların bütün özelliklerinden münezzehtir. "O'nun
benzeri hiç bir şey yoktur. O her şeyi işitici ve görücüdür"
(ey-Şura, 42/11).

d) Kıyam bi-zatihi (Kıyam binefsihi):
Cenab-ı Allah'ın varlığında ve
varlığının devamında hiç bir şeye, zamana
ve mekana muhtaç olmayarak zati ile kaim olması ve her türlü
ihtiyaçtan münezzeh olması demektir.

e) Vahdaniyyet: Allah Teâlâ'nın zat, sıfat
ve fiillerinde bir ve tek olması, O'nun şeriki ve
ortağı olmaması demektir. Yani, Yüce Allah, zat ve sıfatlarında
tektir. Yegâne hâlik (yaratıcı) ve hakiki müessir O'dur.
Yegâne ibadete layık olan O'dur. O'ndan başka mabud, ibadete
layık başka bir zat ve nesne yoktur. Bunlardan birini kabul
etmeyen, asla mü'min ve muvahhid olamaz.

3- Sıfat-ı Sübûtiyye (Sıfat-ı
Zatiyye): Bu sıfatlara Sıfat-ı Zatiyye, (Sıfat-ı
Me'ânî) ve Sıfat-ı İkrâm isimleri verilmiştir.
Sıfat-ı Sübûtiyye, Yüce Allah'ın zâtı ile kaim
olan ve O'nun zatına mukaddes bir manâ ilave eden zatî, vücûdî,
sübûti ve hakiki sıfatlardır. Sadece itibari mefhûmlardan
ibaret değildir. Ezelden beri Yüce Allah'ın muttasıf
olduğu, O'ndan ayrılmayan ve onunla beraber mevcut bulunan
sıfatlardır.

Selef âlimlerine göre, bizler Allah'ın sübûti
sıfatlarına inanmakla mükellef olup, bunların
hakikatını ve Zat-ı Bâri'ye zâid olup olmadığını
bilmekle yükümlü değiliz.

Ehl-i Sünnet-i Âmme dediğimiz halef âlimleri
olan Eş'ariyye ve Matüridiyye'ye göre, bu sıfatlar, Allah Teâlâ'nın
zatına zâid, hakiki ve vücûdî (O'nun zatı ile kaim olarak
mevcut bulunan) sıfatlardır. Ehl-i Sünnet-i Âmme âlimleri
Yüce Allah'ın bu sıfatlarını şu şekilde
ispat ederler:

a- Kur'ân âyetleri ve hadislerle sabittir ki Allah
Teâlâ hayy, âlim, kadir, mürîd, semi', basir, mütekellim ve hâlıktır.
Böyle olduğunda filozoflar da dahil İslâm âlimlerinin hepsi
ittifak etmişlerdir. "Hayy" demek, hayat sahibi demektir.
"Âlim", ilim sıfatı olan demektir. Hayatı
olmadan hayy (diridir), ilmi olmadan âlimdir, kudretsiz kadirdir, demek
mümkün değildir. O halde Hakk Teâlâ bu sıfatlarla
muttasıftır.

b- Âlim, kadir kelimeleri, ism-i fail ve mübalağa
siğası olarak fer'dir, birer mastardan müştaktırlar.
Müştakk (türemiş) olan bu kelimelerin manâlarının
Cenâb-ı Bâri'de sabit olması, bunların asıl olan
masdarlarının (me'hazül-iştikaklarının) da sabit
olmasını gerektirir. Çünkü fer'in sübutu, aslının
da sübutunu lâzım kılar. Bir kimse âlim (bilen) olup da onda
ilim (bilme) aslının olmaması muhaldir. Allah Teâlâ;
âlim, mürid, kadir... olup da O'nda bilme, irade ve kudretin bulunmaması
muhaldir.

c- Kur'ân-ı Kerim, Yüce Allah'ın İlim
ve Kudret sıfatlarını te'vile ihtimal bırakmayacak
şekilde ispat etmektedir: "... Bilin ki Kur'ân Allah'ın
ilmiyle indirilmiştir" (Hûd, 11/14);

"Şüphesiz, asıl rızık veren,
çetin kuvvet sahibi Allah'tır" (ez-Zariyot, 51/58).

Mu'tezile, Allah'ın zatıyla kaim, zatına
zait hakikî ve vücudî sıfatlarının mevcudiyetini
reddeder. Yüce Allah'ın sıfat-ı sübûiyyesini es-sıfatül-maneviyye
şeklinde kabul eder. es-Sıfatül-maneviyye Allah Teâlâ'nın
hayy, âlim, murid, kadir, semi', basir, hâlik ve mütekellim olmasıdır.
Halbuki Ehl-i Siinnet-i Âmme'ye göre, es-sıfatul-maneviyye, Yüce
Allah'ın zatıyla kaim hakiki sıfatların neticesidir.
Mu'tezile, Allah'ın zatıyla kaim sübuti sıfatları
olduğunu reddetti. Çünkü, Allah'ın sıfatlarını
kabul etmek, Allah'ın zatından başka teaddüd-i kudemayı
(Kadimlerin çokluğunu) gerektirir, iddiasında bulundu. Bu
konuda Mu'tezilenin gerekçeleri şöylece özetlenebilir:

a- Allah Teâlâ'nın zatıyla kaim, ona zaid
hakiki mevcud sıfatları olsa, bunlar ya kadim olur ki, kadim
olan bir şey ise kendi zatıyla kaim olur ve başkasına
muhtaç olmaz. Bu takdirde sıfatların sayısına teaddüd-i
kudemâ (kadimlerin çokluğu) lazım gelir. Kadimlerin çokluğunu
kabul etmek ise tevhid inancına aykırıdır.

Veyahut da sıfatlar hâdis olur. Sıfatların
hâdis olması, Zat-ı Bâri'nin zâtı ile hâdis olan
şeylerin kaim olması, batıl ve muhaldir.

b- Allah'ın zâtına zâid mevcud sıfatları
olsa, Zat-ı Bâri'nin eksik olup başkalarıyla
tamamlanmış (istikmâl bil-gayr) bulunması gerekir. Allah
Teâlâ, zatıyla kâmil olup istikmâl bil-gayr'den münezzehtir. O
halde Allah'ın zâtına zâid mevcut sıfatları yoktur.
Allah, hayatı olmadan zatıyla hayy'dir. İlmi olmadan
zatıyla âlimdir. Kudreti olmadan zatıyla kadirdir...
Allah'ın bu sıfatları zatının aynıdır.
Allah Teâlâ'nın zatının hayyiyet (dirilik), alimiyyet,
kaderiyyet... halleri vardır. Bu halle de itibâri olup vücud ile
vasıflanmazlar derler. Ehl-i Sünnet-i Âmme, Mu'tezilenin sübutî sıfatlar
hakkındaki bu görüşlerine şöyle cevap verirler: "Sıfatları,
Allah'ın zatının aynı değildirler; ondan
ayrılan gayrı da değildirler".

Methum itibariyle sıfattan anlaşılan
anlam, zattan anlaşılan anlamdan başkadır. Eğer
sıfatları Zat-ı Bâri'nin aynı kabul edilirse:

a) Zât ve sıfatlar manâ bakımından
birbirlerine karıştırılır. İlmin
hayatın aynı; kudretin ilmin aynı olması gerekir. Böyle
olunca, "Kudret Allah'ın zatıdır, Allah'ın
zatı ilimdir, Allah'ın zâtı, iradedir,
yaratmaktır" demek caiz olur. Bunun batıl olduğunda
ise şüphe yoktur.

b) Eğer sıfatları Zât-ı Bâri'nin
aynı olsaydı, mesela "ilim"; kadir, hayy, murid, vacibül-vücud,
bu âlemin hâlıkı, mahlûkâtın mabudu ve her türlü
kemal sıfatları ile muttasıf olması gerekirdi. Bu ise
muhaldir. Böylece zât ve sıfatları anlamada
karışıklığa düşülürdü.

c) Sıfatlar Zatullahın aynı
olsaydı, hiç bir bürhana ihtiyaç duymadan, Allah'ın âlim,
kadir, hayy, semi' ve basîr olduğunu bilmemiz gerekirdi.

Çünkü bir şeyin aynının kendisi
olması zorunludur.

d) Allah Teâlâ'nın bu sıfatlardan (manâlardan)
halî olması, onda noksanlık gerektireceğinden, bunlarla
muttasıf olması zorunludur.

Zatullah, bil-icab (zorunlu olarak) kemalâtın
menşeidir. Zât-ı Bâri, sıfatlarını gerektirir.
Eğer, sıfatlar zatının dışından gelip
Allah'a ilave olunsalardı; o zaman istikmal bil-gayr (Allah'ın
başkasıyla kâmil olması) Iâzım gelirdi. Halbuki Yüce
Allah, zorunlu olarak zatının gerektirdiği ve zatıyla
kaim olan sıfatlarıyla tek ilâhtır.

Sıfat-ı Sübûtiyye, Allah'ın
zatının gayri de değil; O'nun zatının
muktezasıdırlar.

Birbirinin aynı olmayıp birbirlerinden
başka bulunan iki şeye birbirlerinin gayridir (birbirlerinden
başkadır) denilir. Biri diğeri olmayan ve birbirlerinden
ayrılan şeyler, birbirlerinden başkadır.
Sıfatları ise Allah'ın zatının ve bir
sıfatı diğer sıfatının gayri değildir.
Sıfatlar, vücud itibariyle Zat-ı Bâri ile birdirler.

İki şeyin birbirlerinden ayrılması
mümkin olursa, bunlar da birbirlerinin gayridir. Ayrılmak ya mekanda
olur, iki cisim gibi; ya da baba oğul gibi zamanda olur. Veyahut da
mevcud ve ma'dum (yok olmuş) varlık ve yokluk itibariyle olur.
Bu şekillerde sıfatlar, Allah'ın zatının gayri
olsa, sıfatların birden fazla vücudlarının
olması ve dolayısıyla teaddüd-i Kudema (Zatullah'tan ayrı
kadimlerin bulunması) lâzım gelir. Bu ise batıldır.
Sıfatı İlahiyyenin Zatullah'tan ve birbirlerinden
ayrılması ve başka şeylere hulûl etmesi ve yok olması
asla mümkin değildir. Bir kimse "evde Zeyd'den
başkası yoktur" der ise; kimse "evde Zeyd'den
başka onun eli, kalbi, beyni de var mıdır?" demez. Gerçi
Zeyd'den elinin, kalbinin... ayrılması mümkündür. Allah'tan sıfatlarının
ayrılması asla caiz ve mümkin değildir. Hak Teâlâ'nın
zatı sıfatsız, sıfatları da zatsız tasavvur
edilemez. Allah zat ve sıfatlarıyla beraber tektir.
Sıfatları vücudu Zat-ı Bâri'ye tâbi ve onunla kaim olan
manalardır. 10 rakamı kendisinde bir adedi olmadan; 10
rakamının biri de 10 sayısından ayrı olarak
tasavvur edilemez. 10'dan 1 veya iki ayrılınca o rakam 10 olmaz.

Doğrusu Allah Teâlâ'nın bu kemal
sıfatlarıyla muttasıf olduğuna inanmak dinin
gereklerindendir. Bunlarla nasıl muttasıf olduğunun bilgisi
Allah Teâlâ'ya havale edilir. Şüphesiz, sıfatlarıyla
nasıl muttasıf olduğunu ancak Hakk Teâlâ bilir.

Sıfat-ı Sübütiyye, Matüridilere göre,
sekiz; Eş'arilere göre yedi'dir.

1- Hayat: Cenab-ı Hakk'ın bütün hayatların
kaynağı olan ezelî ve ebedî, hakiki bir hayat ile muttasıf
olmasıdır. O'nun hakkında bunun zıddı olan memat
(ölü olmak) muhaldir.

2- İlim: Cenab-ı Allah'ın olmuş ve
olacak her şeyi bilmesidir. O'nun hakkında bilgisizlik muhaldir.

3- Kudret: Cenab-ı Hakk'ın her şeyi (mümkini)
yaratmaya ve yok etmeye gücünün yetmesidir. O'nun hakkında acz
muhaldir.

4- İrade: Allah Teâlâ'nın mecbur olmadan
yaratacağı her mümkini istediği şekilde dilemesi ve
her şeyde serbest irade ve ihtiyar sahibi olmasıdır. O'nun
dilemesi olmadan hiç bir şey vukua gelmez.

5- Basar: Allah'ın her şeyi görmesidir.

6- Semi': Allah'ın her şeyi işitmesi.

7- Kelâm: Allah Teâlâ'nın zatına mahsus
kelamı ve konuşmasıdır.

8- Tekvin: Cenab-ı Hakk'ın dilediği
şeyleri yok iken yaratması, vücuda getirmesi, var olanları
da yok etmesidir. Matüridilere göre, Tekvin sıfatı Yüce
Allah'ın zatıyla kaim ezeli ve hakiki bir sıfattır.
Terzik, tasvir, ihya, imate (öldürme), inma' (büyütme) ve diğer bütün
işlerin mercii (masdarı) tekvin sıfatıdır.
Allahın var edeceği her şey ve iş bu sıfatın
teallukuyla vücûda gelir.

Eş'arilere göre, Tekvin, diğer yedi
sıfat gibi müstakil ve hakiki bir sıfat olmayıp
Cenab-ı Hakk'ın yaratacağı şeylere kudret
sıfatının hâdis olan teallukunun ismidir. Tekvin, kudret sıfatına
racidir. Cenab-ı Hakk'ın bütün işlerinin mercii, Kudret
sıfatıdır. Allah her mümkini ezeli iradesi ve ilmine uygun
olarak kudret sıfatıyla yaratır.

Bu sekiz sıfattan hayat, ilim, irade, kudret,
tekvin nakil ile isbat edildiği gibi, doğrudan doğruya
akıl ile de isbat edilebilir. Diğerleri ise özellikle nakli
delil ile isbat edilir. Sıfat-ı Sübütiyyeden irade, kudret ve
tekvin, mümkinlere tealluk eder; vacib ve muhallere (mümteni'âta)
tealluk etmez. Çünkü vacib, varlığı zatın
muktezası olup ezelî ve ebedî olandır. Muhtaç olmayandır.
Yaratılan her şeye hâdis (sonradan var edilmiş) ve
varlığında ve varlığın devamında
yaratıcısına muhtaç olur. Muhal vukuu aklen imkânsız
ve çelişik olandır. Mesela; bir masa aynı anda iki yerde
olmaz. Aynı masa aynı anda iki yerde olursa birin iki etmesi
gerekir. Bir her zaman birdir; birin iki olması aklen muhaldir.

Hayat sıfatı bir şeye tealluk etmez.
İlim ve Kelam sıfatları, vacib, mümkin ve muhallere
tealluk eder. İlim, keşif ve açık olma yoluyla; Kelâm,
delâlet yoluyla tealluk eder. Sem' ve basar; mevcudâta yani işitilmek
ve görülmek şanından olan şeylere tealluk eder.

4- Esmaül-Hüsna'nın delalet ettiği
sıfat ve manalar:

Kur'an-ı Kerim ve hadislerde zikredilen el-esmaül-hüsna'nın
(bk. Tirmizi, Daavat, 83; Hakim, Müstedrek, I,16-17) her bir sıfat-ı
ilahiyeden birine delâlet eder. Esmaül-Hüsna'nın (Allah'ın güzel
isimlerinin) çoğu, Allah'ın sıfat-ı selbiyye,
sıfat-ı sübûtiyye ve fiili sıfatlarını açıklayıcı
durumdadır.

Esmaül-Hüsna'nın bir kısmı da Yüce
Allah'ın rububiyyet, azamet, celâl ve cemâl sıfatlarıdır.
Mesela, Rabb, Rahman, Rahim ve Malik (melik) O'nun rubûbiyyet sıfatlarını
bildirir. Kuddüs, sıfat-ı selbiyyenin hepsine delâlet eder.
el-Hakem, el-Adl, el-Halim, el-Azim, el-Gafur, eş-Şekur,
el-Aliyy, Allah'ın celâl ve cemal sıfatlarına delâlet
eder. Bunlardan bazısı sıfat-ı mütekabiledir
(birbirlerine karşıt olanlardır). Rızâ, sehat, hubb
ve buğz, afv ve intikam gibi... Cenab-ı Hakk'ın
sıfatlarının her biri birer kemaldir. O'nun kemâlâtına
nihayet yoktur.

5- Haberî Sıfatlar Kur'an-ı Kerim ve
hadislerde zahir manaları ile Cenab-ı Hakk'ın tenzih etme
esası ile uyuşmayan bir takım sıfatlar varid
olmuştur. Sırf nakil ve haberlerde geldiği için bu sıfatlara
es-Sıfatül-haberiyye (haberlerde varid olan sıfatlar)
denilmiştir.

Selef âlimleri, bu sıfatları,
teşbihsiz, tecsimsiz (mahlukatın sıfatlarına
benzetmeksizin ve cismiyet vermeksizin) temsilsiz ve keyfiyetini Allah'a
havale ederek kabul etmişler ve bunlar hakkında herhangi bir
te'vile gitmemişlerdir ve yorum yapmamışlardır.

İmam Eş'arî ile İmam Matüridî bu
konuda selefin yoluna uymuşlardır.

Haşeviyye (sahih, zayıf demeyip
buldukları her hadisi alıp bunların zahirlerine
bağlananlar) ile Şia'dan bazıları haberlerde varid
olan bu lafızların zahirine tutunarak teşbih vadisine düştüler.
İlk defa Hişâm b. Hakem ve Hişâm b. Salim el-Cevâlikî,
Allah Teâlâ'yı insana benzeterek O'na insanların
organları gibi bir takım organlar isnad edip Müşebbihe ve
Mücessime mezhebini ihdâs ettiler. Kerramiye mezhebinin kurucusu
Muhammed b. Kerram da Yüce Allah'ın Arş'ın üzerinde durduğunu
ve Arş'a temas ettiğini söylemiştir.

Eş'ariyye ve Matüridiyye kelâmcılarının
müteahhirîni "müslüman halk bu lafızların zahirlerine
bağlanarak Allah Teâlâ hakkında teşbihe düşer"
korkusuyla haberî sıfatları mecaz manalarına hamlederek
te'vil etmiş ve bunlara Cenab-ı Hakk'ın azametine
layık olan birer manâ vermişler ve verdikleri manâ da kat'idir
dememişler ve bunların murad edilen gerçek anlamım ve
keyfiyetini Allah bilir demişlerdir.

Kur'an-ı Kerim de geçen haberî sıfatlardan
örnekler ve müteahhirine göre anlamları:

1- İstivâ': Rahman olan Allah Arş üzerine
istiva etmiştir" (Ta-Ha, 20/5). İstivâ'ya kalır,
galebe, istilâ, hüküm, idaresi ve tedbiri altına alma, tasarruf,
ulûvv (yücelik) anlamı vermişlerdir.

2- Yed, Yedeyn: Kudret, nimet, teşrif Rabbi şöyle
demişti:" Ey iblis! İki elimle yarattığıma
secde etmekten seni alıkoyan nedir" (es-Sad 38/75).

3- Vech: Zât, vücûd (bk. er-Rahman, 55/27).

4- Kabza: Kudret, mülk, tasarruf (bk. ez-Zümer,
39/67).

5- Yemîn: Tastamam kudret ve kuvvet (bk. ez-Zümer,
39/67).

6- Ayn, A'yün: Basar sıfatına irca' olunur
(bk. Ta-Ha, 20/39; Hud, 11/37). Nezâret, gözetim, bakım demektir.
Muhafaza ve yardım etmeyi de ifade eder.

7- Cenb: Türkçede, yan ve kat anlamına gelen bu
kelimeyi emir ve taat olarak yorumlamışlardır: "Her
bir nefsin, Allah cenbinde (katında) işlediğim kusurlardan
dolayı vay hasret ve nedametime diyeceği... "(ez-Zümer,
39/56).

8- İstihyâ: Türkçede utanmak anlamına
gelen bu kelimeye; terk etmek, çekinmek, sakınmak (istinkaf)
anlamını vermişlerdir: "Gerçekte Allah, bir sivri
sineği ve bunun üstündekini (büyüğünü) mesel ve (misal)
getirmekten çekinmez..." (el-Bakara, 2/26).

9- İtyân ve Meci': Bu kelimelerin mahlukat hakkındaki
gelmek, bir yerden bir yere intikal etmek anlamlarından Cenab-ı
Hakk münezzehtir. "Ve cae Rabbüke" (Rabbinin emri geldi)
(el-fecr, 89/22); "En ye'ti-yehümullahü: Allah'ın âyeti ve
azabının gelmesi " (el-Bakara, 2/210).

Cenab-ı Hakk, büyüklüğünü ve
kemallerinin sonsuzluğunu kullarına anlatıp tanıtmak
ve onların anlamlarını kolaylaştırmak için
Kitab-ı Kerim'inde bu kelimeleri mecaz olarak
kullanmıştır. Yoksa Cenab-ı Allah, haberî sıfatlardaki
geçen bu kelimelerin mahlukâtı hakkında geçerli olan manalarından
münezzehtir. (Sa'deddin et-Taftâzânî, Şerhul-Makasıd,
İstanbul 1305, II, s. 61-79, 108-111; Şerhul-Akaid,
İstanbul 1310, s. 65-84; es-Seyyidü'ş-Şerif el-Cürcânî,
Şerhul-Mevakıf, İstanbul 1239, s. 147, 471-479; İmam
Zeyneddin Mer'î, Ekavilü's-Sikat Te'vilül-Esma-i ve's-Sı)at,
Beyrut 1406/1985; Ahmet Asım, Merhu'f-Meâli Şerhul-Emali,
İstanbul 1304; Abdüllatif Harput, Tenkihul Kelam, Abdüsselam, b.
İbrahim el-Lakkanî, Şerh-ü Cevherati't-Tevhid; İzmirli
İsmail Nakkı, Yeni İlm-i Kelam; Şehristanî, el-Milel
ve'n Nihal).

Muhiddin BAĞÇECİ


Konular