Şamil | Kategoriler | Konular

Sevab

SEVAB

İyi bir davranışa karşı Allah
tarafından verilecek mükâfat; Allah'ın rızasına
uygun ve âhiret mükâfatına lâyık iyi iş. İslâm
dinine uygun olarak girişilen iyi davranışlara
karşı Allah'tan umulan mükafatların tamamını
dile getiren "sevab"ın karşıtı olarak
dilimizde günah ve azap kelimeleri kullanılmaktadır.

İslâm terminolojisinde, kulların farz olan
ibadetleri yerine getirdikleri takdirde sevap kazanacakları açıklanmakla
beraber; bu terim daha çok, dinî görev olmayan ve kulların
kendiliklerinden yaptıkları iyiliklerin Allah tarafından
verilecek mükâfatlarını ifade etmektedir. Kur'an-ı Kerim
azap ve sevabın sonsuz olduğunu, "Her kim kötülük eder
de onun kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa
işte o kimseler cehennemliktir. Onlar orada devamlı
kalırlar"; "İman edip yararlı iş yapanlara
gelince, onlar da cennetliktirler. Onlar orada devamlı
kalacaklar" (el-Bakara, 2/81-82) âyetleriyle açıklamıştır.

Kur'an-ı Kerim, dünyada işlenen iyi-kötü,
az-çok bütün amellerin karşılığının
âhirette mutlak surette görüleceğini, bu dünyaya imtihan için
geldiğimizi bir çok âyetinde vurgulamıştır
(el-Bakara, 2/155). İslâm'a göre insanın âhiretteki durumu
sevap ve azabının çokluğuna göre değerlendirilecektir.
Sevabı çok olanlar Cennet'e, az olanlar da belirli bir süre
Cehennem'e gideceklerdir. Kur'an açısından sevap olarak
tanımlanan ameller, "amel-i salih" diye
nitelendirilmiştir. Kur'an birçok âyetiyle insanları iman
etmeğe ve günahlardan sakınarak sevap kazanmağa çağırmıştır
(el-Bakara, 2/103). Bir başka Kur'an âyetiyle, dileyene dünya
menfaati, dileyene de âhiret sevabının verileceği müjdelenmiştir
(Alû İmran, 3/145). Kur'an'da sevap
karşılığında mükâfat terimi de geçmektedir.
Nitekim, Kim dünya mükâfatını isterse bilsin ki dünyanın
da âhiretin de mükafatı Allah'ın nezdindedir. Allah
hakkıyla işitici, kemaliyle görücüdür" (en-Nisa,
4/134). âyetinde sevap bu manada kullanılmıştır. el-Mâide,
5/85 âyeti de aynı espri içinde değerlendirilmelidir. Bir
başka âyette el-Kehf, 18/46 mal ve oğulların bu dünya
hayatı için bir zinet olduğu, baki kalacak güzel amellerin ise
Allah katında sevapça daha hayırlı olduğu açıklanmış,
aynı mana Meryem, 19/76 âyetiyle de vurgulanmıştır. Güzel
ameller işleyen kişi razı olacağı bir hayat,
hoşnut bir geçim ve yaşayış içinde bulunacaktır.

Sevap ve günah terimleri bütün dinlerde, özellikle
İslâm'dan önceki Musevilik ve Hıristiyanlıkta da
mevcuttur. İçerik ve kapsam farklı olmakla beraber, bu iki
dinde de sevap, Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak ve insanlara
yararlı olmak için girişilen her türlü iyi davranışları
ifade için kullanılmaktadır. Kitab-ı Mukaddes'in genel
esprisi, insanları sevaba teşvik ederek günahlardan sakındırmaktır.
İslâm'ın zina, hırsızlık, haksız yere adam
öldürme gibi haram ve günah saydığı hususlar, tahriften
korunabilmiş Tevrat ve İncil metinlerinde de haram ve günah
olarak kabul edilmiştir. Aynı şekilde İslâm'ın
sevap saydığı davranışlar, Musevilik ve
Hıristiyanlıkta da sevap olarak nitelendirilmiştir.
Kur'an-ı Kerim dikkatle incelendiğinde insanları kötülüklerden
uzaklaşmaya, hayır ve sevaba vesile olacak iş ve
davranışlara yönelmeye teşvik eden bir çok âyet
görülür. Bir müslüman öncelikle şunu bilmelidir; "Herkes
bu dünyada yaptığının
karşılığını âhirette muhakkak surette
görecektir" (el-Bakara, 2/281).

Sevap sadece âhirete hazırlık gayesiyle
girişilecek iyi faaliyetler bütünü değildir. Onun, dünya
hayatını da ilgilendiren bir çok yönü vardır. Çevremize
karşı göstereceğimiz iyi davranışlar buna vesile
olur ve bize sevap kazandırır. Çünkü bir müslüman inanır
ki; "Dünya sevabı da, âhiret sevabı da Allah'ın
yanındadır" (en-Nisa, 4/134). Sevap kazanmanın en güzel
yollarından biri, yapılan bütün işlerde Allah
rızasını kazanmak, Kur'an diliyle, " Allah'a güzel
bir ödünç vermektir" (el-Bakara, 2/245; et-Tegabün, 64/17).

Nice insanlar vardır ki, yaptıkları
hayırları gizler ve başkalarına göstermeden yardımlarını
onlara ulaştırırlar. Bu güzide insanlar hakkında
Cenab-ı Hakk, Mallarını gece ve gündüz, açık-gizli
hayra sarfedenlerin mükâfatları Allah katındadır. Onlar için
ne bir korku, ne de üzülme vardır" (el-Bakara, 2/274) buyurur.

İslâm dini insanları daima iyilik yapma
yolunda yardımlaşmaya, kötülük yolunda ise bundan uzak
kalmaya çağırmıştır (el-Mâide, 5/2). Bu dünya
hayatında müslümanın görevi Rabbinin huzuruna günahla değil,
sevapla çıkmak olmalıdır; "Şurası muhakkak
ki, kim Rabbine günahkâr olarak varırsa Cehennem sırf onun içindir.
O ise orada ne ölür, ne de dirilir" (Tâhâ, 20/74). Sevap
konusunda bir noktaya iyi dikkat etmek gerekir: Bu dünya hayatında
kişilerin aklî ve bedenî kuvvetleri yerinde iken hayır ve
iyilik yapmaları, sevaba vesile olacak faaliyetleri bizzat yürütmeleri
gerekir. Yoksa ölüm gelip çattığı zaman dövünmenin bir
faydası olmayacaktır. Nitekim; "Herhangi birinize ölüm
gelip de; "Rabbim! Beni yakın bir süreye kadar geciktirsen de
sadaka verip iyilerden olsam!"demesinden önce size verdiğimiz
rızıktan harcayın" (el-Münâfıkûn, 63/10)
âyeti, durumu böyle olanların halini gayet güzel bir şekilde
açıklamaktadır.

İslâm açısından sevap, müslümanlar
arasında dayanışma ve sevgi bağlarının
kuvvetlenmesini sağlayan güzel bir davranıştır. Sevap
duygusu ve sevap işleme aşkı, Allah ile kulların
birbirlerine bağlanmasını sağlayan en güzel bir
köprüdür. Bu bakımdan dilimizde, "sevaba girmek",
"sevap işlemek" ve "sevap kazanmak" vb. deyimler
hayır işleri ve hayırlı teşebbüslerde daima hatırımıza
ilk gelen cümleler olmuştur.

İslâm'a göre sevap kavramını iki ana
grupta toplamak mümkündür: 1. Kullar için sevap, 2. Allah için sevap.
Ancak kullar ve Allah için olan sevapların kesin hududunu çizmek de
kolay değildir. Daha umumi bir açıdan İslâm'a göre sevabı,
dinin kesinlikle vazife saydığı faaliyetler
dışında kalan ve insanın kendi arzusuyla
yaptığı fiiller diye tarif etmek mümkündür.

Osman CİLACI


Konular