Şamil | Kategoriler | Konular

Sehadet

ŞEHÂDET

Hazır olma; kesin haber; insanın kat'i olarak
bildiği bir şeyi, Yüce Allah'ın huzurunda olduğu
kanaatiyle dosdoğru haber vermesi, şahitlik etme,
tanıklık; açık belirti; şehîd olma, şehîdlik;
yemin, bildiği şeyleri itiraf etme.

Şehâdet, arapça bir kelime olup "Şe-hi-de"
fiilinden türeyen bir mastardır. Aynı zamanda, müstakil bir
isim olarak da kullanılır. "Şühûd" ile eş
anlamlıdır. Zıddı, "gayb"dır. Bilinen,
görünen âleme şehâdet alemi dendiği gibi, görünmeyen
âleme de gayb âlemi denir.

Şehâdet'in ismi faili, "şâhid"
dir. O da, bir yerde bulunan, bir şeyi gören ve gördükleri ile
bildikleri konusunda bilgi veren kimse, tanık, bir akdin
yapılması sırasında taraflardan birinin yanında
hazır bulunan, doğrulayan, ispat eden, Allah'ın
birliğine şehâdet eden demektir. Şehâdet'in çoğulu,
şehâdât'dır (Rağıb el-İsfâhânî,
el-Müferedât, Mısır 1961, 267 vd. "şehide"
mad.).

Şehâdet kelimesi, "Eşhedu en la ilâhe
illâllah ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resuluhu" olarak
bilinen Tevhid cümlesidir. "Allah'tan başka ilâh olmadığına
ve Hz. Muhammed (s.a.s)'in onun kulu ve resulü olduğunu şehâdet
ederim" demektir.

Bu cümle, bir nevi İslâm dinine giriş
sayılır. Bu cümleyi inanarak söyleyen kişi, imân sahibi
olarak kabul edilir. Şehâdet kelimesi, imân esaslarının
özeti durumundadır.

Şehâdet kelimesinde, Allah ve Rasûlü hakkındaki
imân ve inanç duyguları itiraf edildiği, dile getirildiği
için, ona şehâdet kelimesi denmiştir.

Şehâdet parmağı ise, şehâdet
getirilirken, kaldırılan baş parmaktan sonraki işâret
parmağıdır.

Şehâdet kelimesi, Kur'an'da 20 küsûr yerde
geçmektedir. Aynı kökten gelen kelimelerle birlikte, 150 civarında
yerde bulunmaktadır.

Yüce Allah, Kur'an'da: "(O gün) şahidlik
edene, şahidlik edilene (görenlere ve görülenlere) andolsun
ki" (el-Bürûc, 85/3) diye buyurarak şehâdet konusu ile yemin
etmiştir. Bu vesileyle, şahâdetin önemine işâret buyurmuştur.

Kur'an'da, İsâ (a.s)'a tam inanan, onunla
berâber Allah'ın yoluna baş koyan, bu uğurda her
şeylerini fedâ eden havarilerden bahsedilirken, şöyle dua
ettikleri haber verilmiştir:

"Rabb'imiz, senin indirdiğine inandık;
peygambere uyduk. Bizi şahitlerle beraber yaz" (Alî İmran,
3/53).

Hz. Muhammed (s.a.s)'e de tam manasıyle inanan
kamil imân ehli de, aynı şekilde dua etmişlerdir ve
onların da duaları Kur'an'da haber verilmiştir: Resûle
indirilen Kur'an'ı dinledikleri zaman, tanıdıkları gerçekten
dolayı gözlerinin yaşla dolup
taştığını görürsün. Derler ki: Rabb'imiz,
inandık; bizi şâhidlerle yaz!" (el-Mâide, 5/83).

Şehâdet'i çeşitli yönlerden ele alıp
incelemek, üzerinde durup açıklamak mümkündür. Her şeyden
önce Kur'an, şehâdeti dünya hayatından önceki, dünya hayatındaki
ve âhiret hayatındaki şehâdet diye üç kısma
ayırmıştır.

Birincisi, Allah ile insan arasında ki ezelî
mukavele sırasında, insan yaptığı şehâdettir:

"Rabb'im, Ademoğullarından, onların
bellerinden zürriyetlerini almış ve onları kendilerine
şâhid tutarak: Ben sizin Rabb'iniz değil miyim? (demişti).
"Evet, buna şâhidiz!" dediler. Kıyâmet günü, Biz
bundan habersizdik!" demeyesiniz" (el-A'raf, 7/172). Kur'an-ı
Kerim'de Yüce Allah, âhirette peygamberler ve insanların kendi vücut
organlarının şehâdette bulunacaklarını haber
vermiştir. Allah'ın her şeyi gördüğü, insanların
yaptıkları her şeyin şahidi olduğu, çeşitli
âyetlerde dile getirilmiştir. Bu âyetlerden bazılarının
meâli şöyledir:

"De ki: "Ey kitâb ehli, Allah yaptıklarınızı
görüp dururken neden Allah'ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?"
(Alî İmran, 3/98).

Biz onlara, ufuklarda ve kendi canlarında
ayetlerimizi göstereceğiz ki o (Kur'an)'ın gerçek olduğu,
onlara iyice belli olsun. Rabb'inin her şeye şâhid olması,
(her şeyi görmesi sana) yetmez mi?" (Fussilet, 41/53)

"O (Allah) ki, göklerin ve yerin mülkü
kendisine aittir. Allah, her şeye şâhiddir." (el-Bürûc,
85/9)

Kur'an, Allah'ı insana şah damarından
daha yakın olarak tanıtmaktadır:

"Andolsun insanı biz yarattık ve
nefsinin ona ne fısıldadığını biliriz. (Çünkü)
biz ona şah damarından daha yakınız" (Kaf,
50/16).

İnsanlar daima Yüce Allah'ın kontrolü altında
bulunduklarına, âhirette her yapılanın ortaya çıkarılacağına
inanarak hareket ettikleri zaman, daima kötülüklerden uzak olurlar. Bu
inançtan uzak olan bir insan, her fırsatta dilediği kötülüğü
yapar. Yeryüzündeki hiç bir hükümdar, insanları her zaman ve her
yerde kontrol altında tutamaz. İnsanlar tenha yerlerde,
onların kontrollerinin dışında kalınca,
kuralların dışına çıkar ve diledikleri gibi
hareket ederler. Ama her zaman ve her yerde Allah'ın kontrolünün
altında olduğuna inanan insanlar, hiç bir zaman ve hiç bir
yerde, Allah'ın emir ve yasaklarına aykırı hareket
edemezler. Çünkü onların, Allah'ın murakabesinin
dışında hiç bir yerleri ve zamanları yoktur.
Âhirette Yüce Allah'ın iyi ve kötü, her türlü hareketleri için
şehâdette bulunacağına inanır ve ona göre iyi
hareketlerde bulunurlar. Bu inanç, insan hayatında bu derece olumlu
yönden etkili olmaktadır (Seyyid Kutub, Fi Zilâli'l-Kur'an, Beyrut
1971, VII, 555 vd).

Yukarıda arzedilen âyette ifâde edildiği
gibi, Yüce Allah'ın insanlara şah damarından daha
yakın olduğunu düşünmek ve ona göre hareket etmek, insanı
ihsan (iyilik) denilen yüce bir mertebeye de ulaştırır.
İhsan, insanın Allah ile beraber olma şuuruna
ulaşması demektir. Nitekim Hz. Muhammed (s.a.s)'e:
"İhsan nedir?" diye sorulunca, şu cevabı
vermiştir: "Allah'ı görüyormuşsun gibi O'na ibâdet
etmektir. Her ne kadar sen O'nu görmüyorsan da, O seni görüyor"
(Buhârî, İmân, 37; Müslim, İmân, 57; Ebû Davûd, Sünne,
16; Tirmizî, İmân, 4; İbn Mâce, Mukaddime, 9; Ahmed b.
Hanbel, 1, 27, 51,53, 219, II, 107, 426, IV, 129, 264).

Yüce Allah'ın başka bir âyette:
"Muhakkak ki Rabb'in, her an gözetlemededir" (el-Fecr, 89/14)
demesi, bu konuyu ne kadar da te'kid etmektedir!... Bu konu Kur'an'ın
daha bir çok yerinde anlatılmakta ve insanlara bu inanç aşılanmaktadır
(Bk. Kaf, 50/17; es-Secde, 32/6; ez-Zümer, 39/46; el-Haşr, 59/22;
el-Cum'a, 62/8; el-En'am, 6/19).

Bilindiği gibi, Allah'ın isimlerinden biri de
"Şehîd' dir.

Yüce Allah her ümmete peygamber göndermiştir.
Bu peygamberler de âhirette ümmetleri hakkında şahâdette
bulunacaklardır. Bu hususu açıklayan bir âyetin meâli şöyledir:

"Her ümmetten (inançlarının
bozukluğuna, işlerinin kötülüğüne tanıklık
edecek) bir şahit getirdiğimiz zaman, (halleri) nice olur?"
(en-Nisâ, 4/41).

Bu âyette bildirildiği gibi, her peygamber
âhiret gününde ümmeti hakkında şehâdette bulunacak. Hz.
Muhammed (s.a.s) ise, hem kendi ümmeti ve hem de geçmiş
peygamberler ve ümmetleri hakkında şahâdette bulunacaktır
(es-Savî, Hasiyetu Allâme es-Sâvî, Beyrut tsz, 1, 220). Peygamberlerin
şahâdetleri hakkında da çok âyet vardır (Bk. el-Bakara,
2/143; el-Maide, 5/117; en-Nahl, 16/84; el-Kasas, 28/75).

Sahabeden İbn Mes'ud (r.a) sık sık Hz.
Muhammed (s.a.s)'e Kur'an okurdu. Kendisinden rivâyet edildiğine göre,
Hz. Muhammed (s.a.s) bir gün onu çağırmış ve
kendisinden Kur'an okumasını istemiş. O da güzel sesi ile
en-Nisâ suresini tatlı tatlı bir şekilde okumaya
başlamış. Yukarıda meâli sunulan 41. âyete geldiği
zaman, Hz. Muhammed (s.a.s) ağlamaya başlamış ve
İbn Mes'ud'a; kafi diyerek okumasını kesmiştir
(ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, Mısır 1977, 1, 247).

Kur'an'ın başka bir yerinde, Hz. Muhammed
(s.a.s)'in ümmeti için şahâdette bulunacağı ve
ümmetinin de diğer insanlar için şahâdette bulunacakları
haber verilmiştir:

"Allah uğrunda, O 'na yaraşır
şekilde cihâd edin. O, sizi seçti ve dinde size bir güçlük
yüklemedi. (Sizin dininizi de) babanız İbrahim'in dini (gibi
geniş kapsamlı yaptı, daraltmadı). O (Allah) bu
(Kur'an)'dan önce (ki kitaplarda) da, bu (Kur'an)'da da size
"Müslümanlar" adını verdi ki peygamber size şâhid
olsun, siz de insanlara şâhid olasınız. Haydi namazı
kılın, zekâtı verin ve Allah'a sarılın.
Sahibiniz O'dur. Ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır
(O)!? (el-Hac, 22/78).

Âhiretteki şahâdetin biri de, insanların
kendi benliğinin, hatta kendi vücut azalarının kendisi
hakkındaki şahâdetidir. Kur'an bu noktada insanın
cildinin, elinin, ayağının, kulağının, gözünün
şahâdetinden bahsetmektedir. Bu hususta bilgi sunan bazı
âyetlerin meâli şöyledir:

"O gün ki dilleri, elleri ve ayakları
yaptıklarına şahitlik edecektir" (en-Nur, 24/24).

"O gün ağızlarını mühürleriz,
elleri bize söyler, ayakları yaptıklarına şahitlik
eder" (Yâsin, 36/65).

"Nihâyet oraya vardıklarında
kulakları, gözleri ve dilleri yaptıkları hakkında
onların aleyhine şahitlik ettiler. Derilerine dediler ki:
"Niçin aleyhimize şahidlik ettiniz?" (Derileri): "Her
şeyi konuşturan Allah, bizi de konuşturdu. " İlk
defâ sizi O yaratmıştı. İşte O'na döndürülüyorsunuz.
Siz (günahları işlerken) kulaklarınızın, gözlerinizin
ve derilerinizin, aleyhinize şahitlik etmesinden gizlenmiyordunuz.
Yaptıklarınızdan çoğunu Allah'ın
bilmeyeceğini sanıyordunuz" (Fussilet, 41/20,21,22).

Âhiret gününe samimi olarak inanan, imân eden ve
vücud organlarının o gün haklarında bu şekilde
şahâdette bulunacağını düşünen insanlar, daima
en güzel şekilde yaşamaya çalışırlar. Bütün
benlikleriyle, aleyhlerinde suç teşkil edecek olan her türlü
süfli ve zararlı hareketlerden uzak dururlar.

Çünkü şehâdet olarak, dünya hayatındaki
şehâdete gelince; bu insan hayatında son derece önemli rol
oynayan bir meseledir. Sosyal bir varlık olan insan, dünya hayatında
âhiret hayatı için hazırlık içinde bulunduğu, bu
istikâmette çeşitli ibâdetleri edâ ettiği gibi, dünya hayatı
içinde değişik çalışmalarda bulunmaktadır.
Hayatını devam ettirmek ve daha rahat bir hayat sürdürmek
için, birçok kazanç yollarına baş vurmakta ve farklı
insanlarla münabeset içinde bulunmaktadır. İster âhiret için
yaptığı ibâdetlerde ve ister dünya hayatı için
gösterdiği çabalarda problemleri olmakta ve her iki hususta da
şehâdet konusu ile karşılaşmaktadır. Dünya
hayatındaki bu şehâdet hakkında çeşitli âyet, hadis
ve fikhî kaideler vardır. Her şeyden önce Yüce Allah
Kur'an'da şehâdeti adaletle, sadece Allah rızası için
yapmayı emretmiş ve "Şehâdeti, Allah rızası
için tam bir şekilde yerine getirin" (et-Talak, 65/2) diyerek
bu ilâhî emri dile getirmiştir.

Bu husustaki diğer bazı emirleri sergileyen
bir âyetin meâli de şöyledir: Ey inananlar! Allah için adâletle
şâhitlik edenler olun. Bir topluluğa karşı
duyduğunuz kin, sizi adâletten saptırmasın. Âdil davranın;
takvaya yakışan budur. Allah'tan korkun; şüphesiz Allah
yaptıklarınızı haber almaktadır" (el-Maide,
5/8).

Kur'an'ın en uzun âyeti, el-Bakara 282.
âyetidir. Bu âyette, şahâdetle ilgili bir çok husus, açıklıkla
dile getirilmiştir. Ondan sonra gelen âyette de, şehâdeti
gizlememe hususu taleb edilmiştir.

"Şahitliği (gördüğünüzü)
gizlemeyin. Onu gizleyenin kalbi günahkârdır (daima vicdan
azabı çeker). Allah yaptıklarınızı bilir"
(el-Bakara, 2/283).

Şehâdet konusuna İslâm hukukunda büyük
önem verilmiştir. Bütün fıkıh kitaplarında,
şehâdet konusu müstakil bir başlık altında ele
alınmış ve geniş bir şekilde açıklanmıştır.

Şehâdetle ilgili çeşitli fıkhî
terimler vardır. Önce bu terimleri kısa bir şekilde açıklayalım:

İslâm hukuku açısından şehâdet,
herhangi bir kimsenin, birinin başka bir şahısta olan
hakkını ispat için, şehâdet lafziyle hâkimin huzurunda
verdiği haberdir. "Filan kişinin, falan şahıstan
şu kadar alacağı olduğuna şahâdet ederim"
denilmesi gibi. Böyle bir şehâdette bulunan kişiye
"şâhid", lehine şehâdet yapılana
"meşhûdün leh", aleyhine şehâdet yapılana da
"meşhûdün aleyh" ve şehâdet konusu olan mes'eleye
de "meşhûdün bih" denir.

Bir insan şahid olarak gösterildiği zaman,
şahitlikte bulunmaktan kaçınmaması lâzımdır ve
bildiğini doğru olarak, olduğu gibi söylemesi gerekir.
Ancak zina yapma, içki içme gibi had cezasını gerektiren
hususlarda şahitlik yapan muhayyerdir yani serbesttir. İsterse
doğru söyler ve isterse suçlunun ayıbını örter. Başkasının
kusurunu örtmek, daha iyi olarak kabul edilmiştir.

Genel olarak şehâdet konusunda, şahitte
aranan bazı şartlar vardır. Şâhidin müslüman, akıllı,
baliğ, hür, adalet sahibi (güvenilir), görme ve konuşma
yeteneğine sahip olması ve başkasına zina
iftirasından dolayı had cezasına çarptırılmamış
bulunması gerekir. Bir de şahitlikte "şehâdet"
lafzını kullanması icâb eder. Ben bilirim, bence
böyledir, zannedersem gibi sözler, şehâdet için yeterli değildir.

Bir kişinin annesi, babası, ninesi, dedesi,
çocukları, torunları ve eşi lehine yaptığı
şahitlik kabul edilmez. Bir de kişinin kendi ortağı
lehine yaptığı şehâdetteki gibi, menfaatını
ilgilendiren hususlardaki şahitliği de kabul edilmez.
Aralarında düşmanlık bulunan kişilerin hissi
davranmaları ihtimali olduğu için birbirleri aleyhindeki
şahitlikleri de muteber değildir. Kısacası, herhangi
bir tarafın haksızlığa uğraması ihtimali
olduğu hususlardaki şahitlik, İslâm fıkhında
kabul görmemiştir. Bazı insanlarda bulunan İslâm ahlâkına
aykırı kötü huy ve işlerden dolayı bu gibi
kişilerin şahitlikleri tartışılmış ve
alimlerin çoğu tarafından uygun görülmemiştir. Bir de,
şahitlik davaya uygun düşerse, kabul edilir. Eğer davaya
aykırı bir durum arzederse, kabul edilmez (el-Kâsânî,
Bedâiu's-Senâî, Beyrut, 1974, VI, 266 vd.; Vehbe ez-Zuheylî, el-Fıkhu'lİslâmî
ve Edilletuhu, Dımaşk 1984, VI, 562 vd).

Bir bakıma şehâdeti dört kısma
ayırmak mümkündür:

1- Zina ile ilgili şehâdet. Bu husustaki davanın
kabul görmesi için, dört erkek şâhidin şehâdette bulunması
gerekir.

2- Zinanın dışında, had ve
kısası gerektiren hususlardaki şehâdet Bu hususlar için
iki erkek şâhidin şehâdeti gerekir.

3- Bunların dışında kalan çeşitli
hukukî konularla ilgili şehâdet. Bu hususlarda iki erkeğin
şehâdeti gerekir. İki erkek bulunmayınca bir erkek ve iki
kadının şehâdeti geçerlidir.

4- Yalnız kadınların bulunabileceği
hususlarla ilgili şehâdet. Bu gibi hususlarda erkeklerin değil,
kadınların şehâdeti muteberdir. Doğum, bekâret ve
erkeklerin muttali olamayacağı, ancak kadınların
bulunabileceği veya bakabileceği yerlerdeki kadınların
ayıpları ile ilgili konularda, bir kadının şehâdeti
yeterlidir (Abdullah b. Mahmud b. Mevdud, el-İhtîyâr,
İstanbul, 1980, II, 140 vd; el-Meydânî, el-Lubâb, Derseâdet,I,
IV, 55 vd).

Bir de, şehâdet konusunda şahitlikten dönme
meselesi vardır. Şahitler hâkim tarafından henüz hüküm
verilmeden önce şahitliklerinden dönerlerse, şahitlik düşer
ve şahitlerin herhangi bir tazminat ödemeleri gerekmez.

Ancak, hâkim şahitlerin şehâdetine
dayanarak hüküm verdikten sonra, şahitler şahitlikten dönerlerse,
hüküm bozulur ve şahitlerin de, şehâdetleri nedeniyle sebep
oldukları zararı ödemeleri icâb eder. Şahitlerin şehâdetten
dönmeleri, ancak hakimin huzurunda olunca geçerli olur (el-Kàsânî,
Bedâiu's-Senâi', VIl, 283 vd.).

Yukarıda ifâde edildiği gibi, zina
hakkındaki şehâdet, dört erkek şahidin şehâdeti ile
olur. Zina suçlamasında bulunan herhangi bir kişi, dört erkek
şahitle bunu ispat edemezse, kendisinin bir daha şahitliği
kabul edilmez ve aynı zamanda, iftira suçundan dolayı kendisine
seksen değnek vurulur. Bu husus Kur'an'da şöyle dile getirilmiştir:

Namuslu kadınlara (zina suçu) atıp da sonra
(bu suçlamalarını ispat için) dört şâhid getirmeyenlere
seksen değnek vurun ve artık onların şâhitliğini
asla kabul etmeyin. Onlar yoldan çıkmış kimselerdir"
(el-Nur, 24/4).

Herhangi bir adam, kendi hanımının zina
ettiğini söylerse, onun da dört erkek şahid getirmesi gerekir.
Getiremediği taktirde, hâkimin huzurunda dört defâ:
"Vallâhi, bu sözümde doğru olduğuma şâhitlik
ederim" der; beşinci defâda; "Eğer bu hususta yalan söylüyorsam,
Allah'ın laneti benim üzerime olsun" der. Hanımı da
buna karşılık dört defâ: "Vallâhi benim kocam bu
konuda yalan söylüyor" dedikten sonra, beşinci defâda;
"Eğer benim kocam bu iddiasında doğru ise,
Allah'ın laneti benim üzerime olsun" der (Bk. en-Nur, 24/6, 7,
8, 9, 10). Adam böyle bir iddiadan sonra şâhid getirmez ve böyle
yemin de etmezse, iftira cezasına çarptırılır. Bu
şekilde yemin etmekle, bu cezadan kurtulur. Kadının bu
şekilde yemin etmesi de onu zina cezasından kurtarır. Yemin
etmediği takdirde, suçu kabullenmiş olur ve zina cezasına
çarptırılır. Bu olaya, İslâm hukukunda
"liân" denir (geniş bilgi için, "liân"
maddesine bakınız). Bu şekilde
karşılıklı liânda bulunan karı kocanın nikâhı,
hâkim tarafından fesh edilir ve bu karı koca birbirinden
ayrılır (el-Kurtubî, el-Câmi'li Ahkâmi'l-Kur'an, Mısır
1950, XII, 187; İbnu'l-Arâbî, Ahkâmu'l-Kur'ân, Lübnan, tsz.,
III, 1332).

Bu liân ile ilgili âyetlerden anlaşıldığı
gibi, şehâdet yemin manasına da gelmektedir (geniş bilgi için,
"yemin, kasem, and" maddelerine bakınız).

Şehâdet'in ifâde ettiği diğer bir
husus da, şehîd olmadır. Şehâdet, aynı zamanda
şehîdin mastarıdır. Şehîd, Allah rızası için,
O'nun yolunda canını fedâ eden müslümana verilen isimdir. Ona
bu ismin verilmesinin sebebi, cennetlik olduğuna şahitlik
edilmiş olması, veya onun Yüce Allah'ın huzurunda
yaşıyor bulunması yahut ölümü sırasında
meleklerin hazır bulunması yahut da ruhunun doğrudan
Cennet'te bulunması ya da Allah tarafından çeşitli mükâfatlarla
mükâfatlandırılmış olmasıdır
(el-İsfahânî, el-Müfredât, Mısır 1961, 267 vd.; et-Tahtâvî,
Haşiye ala Merâki'l-Felâh, Mısır 1970, 516 vd.;
geniş bilgi için, "şehîd" maddesine bakınız).

Şehâdet ve şahitlik hususunda dikkat
edilecek önemli bir nokta da, yalan yere şahitlikte bulunmaktan kaçınmadır.
Yüce Allah, yalan yere şahitlikte bulunmaktan kaçınanları
Kur'an'da övmüştür:

Onlar ki yalan şâhidlik etmezler. Boş laf
konuşanlara rastladıklarında, vakar ile (oradan) geçip
giderler" (el-Furkan, 25/72).

Hz. Muhammed (s.a.s.), bir gün yanında hazır
bulunanlara: "Size büyük günahların en büyüğünü
haber vereyim mi?" diye sormuş ve aynı soruyu üç kere
tekrarlamıştır. Hazır bulunanlar: "Buyurunuz ya
Resûlüllah!.." demişler. Bunun üzerine, Hz. Muhammed (s.a.s.)
şöyle devam etmiştir: "Allah'a eş ve ortak
koşmak, anne ve babaya isyân edip onlara karşı olan
vazifeyi yerine getirmemek. " O sırada bir yere dayanmakta olan
Hz. Muhammed (s.a.s.) doğrulup oturmuş ve şöyle devam etmiştir:
"İyi dikkat edin! (Üçüncüsü de), yalan yere şehâdette
bulunmaktır." Hz. Muhammed (s.a.s.) bu son cümleyi o kadar
tekrar tekrar söylemiş ki, orada bulunan cemâat, içlerinden keşke
susup, bir daha söylemese, diye düşünmüşler (Muhammed b.
Allan, Delilu'l-Fâlihîn, Mısır 1971, II, 170).

Bu kadar geniş mana taşıyan şehâdetin
İslâm kültüründe büyük bir yeri vardır.

Nureddin TURGAY


Konular