Şamil | Kategoriler | Konular

Seferberlik

SEFERBERLİK

Topluca savaşa çıkma anlamında bir
İslâm savaş hukuku terimi. İslâmi ıstılahta
karşılığı "nefr-nefîr"dir.

Nefr, lügatta, heyecân veren bir işten
dolayı bir yerden bir yere fırlayıp çıkma manâsına
gelmektedir. Nefr düşmana karşı gaza için fırlayıp
çıkmakta kullanılmıştır. Böyle çıkıp
toplanan cemaate "nefîr", cemaati teşkil eden her bir
kişiye de "nefer" denir. İmamın insanları
cihada davet ve tahrik etmesine ise "istinfâr" denir.
Şimdiki istilahta "seferberlik emri", yani halkı
yerinden oynatma anlamına gelir (Elmalılı M. H. Yâzır,
Hak Dini Kuran Dili, IV, 2544-2545).

Seferberlik (nefîr), bir beldede bulunan müslüman
halkın, canlarına, mallarına, çoluk ve çocuklarına
saldırmak üzere, düşmanın gelmekte olduğundan
haberdar edilmesidir. Bu durumda o belde ahalisinden gücü yeten
müslümanlar üzerine cihad farz olur (Fetâvay-ı Hindiyye Terc., M.
Efe, IV,138; Ö. N. Bilmen, Hukuk-u İslâmiyye Kamusu, III, 371).

Seferberlik kısmî ve genel seferberlik
şeklinde iki kısım olarak mütalaa edilmiştir:

1- Kısmî seferberlik (Nefir-i hâs): Savaş için
yalnız bir kısım efradın sefer haline gelmesidir. Bu,
fazla kuvvet toplanmasına gerek görülmediği zamanda gerçekleşir.
Meselâ, sınırlardan birinde meydana gelen bir savaş
olayını halletmek için o civarda bulunan İslâm kuvveti
yettiği takdirde diğer kimselerin silâh altına
alınmasına lüzum görülmez.

2- Genel seferberlik (Nefir-i âmm): Savaş
mıntıkasında bulunan bütün efrâdın seferber haline
getirilmesi demektir ki buna, düşmanın bir İslâm
beldesine aniden hücum ettiği ve bu düşmanı, bir
kısım İslâm kuvvetlerinin uzaklaştıramaması
halinde başvurulur. Bunun dairesi ihtiyaca göre genişler. Mümkün
olduğu kadar İslâm aleminin doğusundan batısına
kadar yayılır.

Cihad için seferberlik ilânı
yapıldığı zaman bu ilâna icâbet farzdır.
Çünkü Cenabı Hak; "Gerek hafif, gerek ağır olarak (Şartlarından
dolayı savaş size kolay gelse de, zor gelse de, genç veya
ihtiyar, bekâr veya evli, işsiz veya meşgul, fakir veya zengin,
yaya veya binitli, sağlam veya hasta, yüksüz veya yüklü, hangi
halde bulunursanız bulunun; hep birlikte savaşa çıkın,
mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin.
Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır"
(et-Tevbe, 9/41) buyurmuştur.

Rasûl-ü Ekrem (s.a.s)'de hadis-i şerîflerinde,

"Mekkenin fethinden sonra Medineye hicret yoktur,
ancak cihad ve niyet vardır. Binaenaleyh cihada çıkmanız (mü'minlerin
emiri tarafından) istendiği zaman cihada seferber olup çıkınız"
(Buharî, Cihad, 1; Müslim, İmâre, 85; Ebû Davûd, Cihad, 2;
Tirmizî, Siyer, 32; İbn Mâce, Cihad, 9) buyurmuştur.

Cihad için ilân edilen seferberlik emrine uymayanlara
ilâhî tehdîd vardır. Cenabı Hak bunu şöyle ifade
etmektedir:

"Ey inananlar, size ne oldu ki: "Âllah
yolunda topluca savaşa çıkın" dendiği zaman yere
çakılıp kaldınız (ağır
davrandınız)" (et-Tevbe, 9/38).

Buna göre, Allah yolunda cihad için seferberlik ilân
edildiğinde duruma göre, derhal icabet farz olur. Kur'an, ağır
davrananları tehdit etmektedir. Bu ağır davranma bütün
mü'minlerde görülmese bile, tamamı birbirine bağlı
olması gereken bir toplumdan bazılarının
ağır davranması, toplumun ağır hareket
ettiği manâsını akla getirir. Bunun ise,
seferberliğin vaktinde toplanamayıp ordunun tamamının
zamanında hareketten geri kalmasına sebep olabileceği,
doğacak zararının da ümmete ait olacağı nüktesiyle
genele şöyle hitab edilmiştir:

"Ahiret yerine dünya hayatından razı
mı oldunuz? Ama dünya hayatının geçimi, ahiretin yanında
pek azdır. Eğer topluca savaşa çıkmazsanız
(Allah) size azabeder ve yerinize sizden başka bir topluluk getirir.
O'na hiç bir zarar veremezsiniz. Allah herşeye gücü yetendir"
(et-Tevbe, 9/38-39).

Cihad için kısmi seferberlik ilân edildiği
zaman, cihad bir farz-ı kifâye olur. Yani bu görev müslümanların
bir kısmı tarafından yerine getirilince diğerlerinden
düşer. Meselâ, sınırlardan birinde zuhur eden bir
savaş olayını gidermek için o taraflarda bulunan İslâm
kuvveti yettiği takdirde, diğer efradın silâh altına
alınmasına gerek yoktur.

Genel seferberliğe lûzum görüldüğü, yani
savaş mıntakasında ve civarında bulunan bütün efradın
savaş için seferber haline getirilmesi gerektiği takdirde cihad
bir farz-ı ayn olur. Cihad savaşa sahne olan beldedeki, bunlar
yetişmediği takdirde bunlara komşu olan beldelerdeki müslümanlar
üzerine görev olur.

Kısmî seferberlik halinde kölelere, kadınlara,
ebeveyni razı olmayan kimselere, alacaklılara ve kefilleri
muvafakat etmeyen ve bırakacak bir rehin bulamayan borçlulara,
bulundukları beldede fıkhî yönden ilmine müracaat edilecek
âlimlere savaşa bilfiil katılmak gerekmez. Bu konuda
Cenabı Hak şöyle buyurmaktadır:

"Bütün inananların toptan sefere çıkmaları
doğru değildir. Her topluluktan bir grubun toplanıp dini
iyice öğrenmeleri ve kavimleri kendilerine dönüp geldikleri zaman
(Allah'ın yasak kıldığı şeylerden) kaçınmaları
için onları uyarmaları gerekmez mi?" (et-Tevbe, 9/122).

Ebû Said el-Hudrî (r.a)'den gelen bir rivayete göre
Rasûlü Ekrem (s.a.s), Benu Lihyan kabilesine asker toplamak için adam
göndermiş ve, "Her iki kişiden birisi cihad için çıksın!"
buyurmuş, sonra geride kalanlara da,

"Hanginiz, cihada çıkan kardeşinin
malı ve ailesi hakkında hayır ve iyilikle onun
hakkını gözetirse, ona cihada çıkanın
sevabının yarısı vardır" buyurmuştur.

Bunun hikmeti şudur: Toplumun bütün fertlerini
savaşa çıkarmak İslâm devletinin işlerinin yüzüstü
kalmasına, savaşa çıkanların ve geride kalan acezenin
nafakasının temin edilmesine, ülkenin harap, halkın sefil
olmasına sebep olur (Nevevi, el-Meemu' Şerhu'l-Mühezzeb, XVIII,
48).

Kısmî seferberlikte ulü'l-emr, bir
şahsın her halde cihada katılmasını emrederse,
ebeveyni razı olmasa dahi, itaat vacib olur. Zira böyle bir durumda
ulü'l-emr'e itaat, ebeveyne itaatten daha önemlidir.

Genel seferberlik halinde ise köleler, kadınlar,
borçlular, alimler, hatta savaşabilecek çocuklar dahi cihad ile
mükellef olurlar. İsterse efendileri, kocaları,
alacaklıları, ana ve babaları razı olmasınlar...
Çünkü bu halde cihada iştirak bir farz-ı ayndır; borç,
bir kısım insanın yapmasıyla diğerlerinin
üzerinden düşmez. Bu durumda düşmanın hücûmunu elbirliğiyle
durdurmak zaruret halini almıştır. Genel haklara riayet görevi,
özel haklardan öne geçmiştir. Bu "Umumi zararı
uzaklaştırmak için hususi zarar tercih olunur" kuralının
uygulanması demektir (Ö. N. Bilmen, Hukuk-u İslâmiyye Kamûsu,
III, 383-384; İsmail Muhammed Ebu Şerîa, Nazariyyetû'l-Harb
fi'ş Şerîati'l İslâmiyye, s.107-1 I5; Sa'dî Ebû Habîb,
Dirase fi Minhâci'l-İslâmi's Siyâsi).

İsmail KAYA


Konular