Şamil | Kategoriler | Konular

Ra'd suresi

RA'D SURESİ

Kur'an-ı Kerim'in on üçüncü suresi. Kırk
üç ayet, sekiz yüz elli beş kelime ve üç bin beş yüz altı
harften ibarettir. Fasılası "nun, be, dal, ra, lam, ayn ve
kaf" harfleridir. Adını on üçüncü ayetinde geçen
"er-ra'd" (gök gürültüsü) kelimesinden almış olup,
bu adı alışının özel bir sebebi yoktur. Nerede
nazil olduğu hakkında müfessirler arasında ihtilaf
vardır. Bazılarına göre mekkî, diğer
bazılarına göre medenî'dir. Alusî, İbn Abbas ve Ali b.
Ebi Talib'den surenin Mekke'de nazil olduğunun rivâyet edildiğini
ve Said b. Cübeyr'in de aynı kanaatte olduğunu zikrettikten
sonra, Medine'de nâzil olduğu yolundaki rivâyetlere değinmekte
ve bu konudaki görüş ayrılıklarının
arasını "Bu sure, bazı ayetleri dışında
Mekke'de nâzil olmuştur" diyerek telif etmektedir (Rühul-Meâni,
Kahire VIII, 84). Surenin ele aldığı konular ve uslûbu
incelendiği zaman mekkî olduğu kanaatının
doğruluğu güç kazanmaktadır.

Sure diğer mekkî surelerin tamamında
olduğu gibi, inanç ve onunla alakalı meselelerin tahlil
edilerek, Allah'ın birliği, Rububiyyetinde ortaksız
oluşu ve O'nun insanlara dünya ve ahiret saadeti için göndermiş
olduğu dinin tabi olma açısından eşsizliği,
kalpleri ve ruhları etkileyen güçlü ilahi bir üslupla gözler
önüne serilmektedir.

Surenin mihverini; Peygamber'in getirdiği
mesajın hak olduğu, ancak insanların çoğunun bunu
kabule yanaşmadıkları gerçeği
oluşturmaktadır. Sure, yaşamış oldukları dünya
ve onun yer aldığı kâinattaki harikulade ve insan aklına
durgunluk verecek derecede muhteşem olaylara gözlerini kapayıp,
her şeyin rabbı ve yöneticisi olan Allah Teâlâ'nın
varlığını göremeyen insanlara, O'nun hâkimiyetinin
gerçekliğini, Peygamberin getirdiği tebliğin uyulması
gereken biricik yol olduğunu kavratabilmek için gökten, yerden,
güneşten, aydan, yıldırımdan, gök gürültüsünden,
şimşekten, yağmurdan, yeşermekten, hayattan ve
bunların mucizevî bir şekil ve tarz çerçevesinde oluşumlarından
örnekler verilmektedir. Kâinattaki her şey Allah'ın
varlığına delalet etmektedir. O'nun Resulunun
getirdiği Kitap ise, eşi ve benzeri olmayan, içindekilerin beşer
sözü olmadığı her yönüyle gözler önünde durmakta
bulunan bir kitaptır. Kâfirler ona uymaktan kaçınmakla ve inkâr
etmekle, kendilerinden başkalarına zarar vermiş
olmayacaklardır. Dolayısıyla iman etmeleri sadece kendi
menfaatlerinedir. Sure, bu konuda ihtar ve uyarılarda bulunmakta,
bunu yaparken de zihinleri tatmin etmekle yetinmeyip, onların iman
etmelerini sağlayabilmek için kalplere hitab etmektedir.

İlk ayet, mukattaa harfleri ile başlamakta,
Kur'an-ı Kerim'in, "Hak" yani Allah Teâlâ tarafından
gönderildiğinde şüphe bulunmayan bir kitap olduğunu
bildirmekte ve insanların çoğunluğunun bu gerçeği
idrak etmekten uzak olup, inkarcılardan oldukları gözler
önüne serilmektedir:

"Elif, Lâm, Mim, Râ. Bunlar kitabın
ayetleridir. Sana Rabbinden indirilen haktır. Ancak insanların
çoğu inanmazlar" (1).

Peşinden gelen ayet, Allah Teâlâ'nın büyüklüğünü,
güç ve kudretinin sonsuzluğunu ortaya koyan evrenin
yapısı ve intizamını zikrederek, ahiret
hayatının hem mümkün hem de zaruri olduğu gerçeğini
şüphe ve inkâr içinde olan kalplere nakşetmek istemektedir:

"Gökleri, gördüğünüz bir direk olmadan
yükselten, sonra arşa hakim olan, belli bir zamana kadar hareket
eden güneşi ve ay'ı hizmetinize amade kılan Allahtır.
Göklerde ve yerde ne varsa hepsini o idare eder. Rabbinizin huzuruna çıkacağınızı
kesinlikle bilmeniz için Allah, ayetleri açıklıyor" (2).

Allah Teâlâ, yeryüzünü ne şekilde döşemiş
olduğunu ve onun üzerinde yaşayanlar için halketmiş
bulunduğu çeşit çeşit nimetleri zikrettikten sonra;
Şüphesiz ki bunda aklını kullanan bir kavim için nice
ibretler vardır" (4) buyurup, aklını kullanarak
yaşadığı çevreyi ve başını
kaldırdığı zaman müşahade ettiği
semayı değerlendirebilen kimsenin ibretler alarak iman etmesi
gerektiğini ortaya koymaktadır.

İnkârcıların öldükten sonra dirilmeye
akıl erdiremeyip reddetmeleri, gerçekten şaşılacak
bir durumdur. Allah Teâlâ, her şeyi yoktan var etmiştir ve bu
var etmesini herkesin gözü önünde periyodik olarak sürdürmektedir.
İnkârcıların bunu yakınen gördükleri halde
inkârlarında inad etmeleri, onların ahirette helaklerine sebep
olacaktır: "... İşte onlar, boyunlarına zincirler
vurulanlardır. İşte onlar, cehennemliklerdir. Orada
devamlı kalacaklardır" (5).

Allah Teâlâ'nın bilgisi her şeyi
kuşatmış olup, hiç bir şey O'nun bilgisi
dışında değildir. "O, gizli ve aşikarı
bilendir: Uludur, yüceler yücesidir" (9).

Daha sonra, insanın melekler tarafından
korunduğu bildirilerek, insan topluluklarının içinde
bulundukları iyi ya da kötü durumlarının sebebi kısa
fakat açık ve net bir şekilde ortaya konmaktadır. Allah Teâlâ,
bir milletin kendini değiştirip iyiye ve güzele talip olmadan o
milletin durumunun değiştirilmesinin söz konusu olmadığını,
iyi bir milletin de, Allah'ın ahkâmını ve hayat
programını terk etmedikçe zelil ve ezilen bir toplum haline
sokulmayacağını ve Allah'ın, günahlarından
dolayı helâk etmek istediği bir topluluktan bunu kimsenin
engelleyemeyeceğini şu şekilde hükme bağlanmaktadır:
"... Şüphesiz ki, bir millet, kendisini değiştirmedikçe
Allah onu değiştirmez. Allah, bir milletin kötülüğünü
istediğinde, kimse O'na karşı duramaz. O millet için
Allah'tan başka bir koruyucu da bulunmaz" (11).

Her yaratık, bulunduğu her durumda Allah Teâlâ'nın
koymuş olduğu prensiplere uyarak O'na secde eder. İnkârcıların
dışında canlı cansız hiçbir mahluk Rabbinin
emirleri dışına çıkmaz ve kendi gerçeklilikleri
içerisinde O'na ibadet ederler. Allah Teâlâ, bu gerçeği şu
ayeti kerime ile ortaya koyarak, iman etmeyen kimselerin kainatta ne kadar
yalnız kaldıkları ve anlamsız hareket ettiklerini gözler
önüne sermektedir:

"Göklerde ve yerde her ne varsa isteyerek de olsa,
istemeyerek de olsa Allah'a secde ederler. Sabah akşam onların gölgeleri
de (O'na secde eder)? (15).

Ayetteki; "isteyerek de olsa istemeyerek de olsa"
ibaresi, kâfirlerin de varlıklarının Allah'a secde
ettiklerini, ancak, onların bunun ne şuurunda ve ne de arzusunda
olduklarını bildirmekte ve ister inansın ister
inanmasın herkesin; Allah'ın kanunlarına teslimiyetin
dışına çıkamayacağı gerçeğini
vurgulamaktadır.

Daha sonra, Allah'ın davetine uyan kimselerin güzel
şeylerle karşılık bulacağı belirtilmekte, yüz
çevirenler için ise, yeryüzündekilerin daha fazlasına sahip
olsalar bile azaptan kurtulmak için "bunu fidye olarak verirlerdi"
(18) buyurulmaktadır.

İman edenlerle, küfre sapanların durumu;
"De ki, sana Rabbinden indirilenin gerçekten hak olduğunu bilen
kişi, o görmeyen (a'ma) gibi midir? Ancak temiz akıl sahipleri
düşünebilir" (19) ifadesiyle belirtildikten sonra, mümin
kimselerin bir takım özellikleri zikredilmekte ve bu özelliklere
sahip olmaları karşılığında "Adn
cennetlerine" girecekleri vaad edilmektedir.

Arkasından küfre sapıp yeryüzünde
bozgunculuk çıkaranların durumları zikredilerek,
onların işledikleri karşılığında Allah
tarafından sapkınlığa sürüklendikleri fakat; "kendisine
katıksızca yönelenin de dosdoğru yola"
iletildiği ve bu kimselerin kalplerinin Allah'ın zikriyle
mutmain olduğu bildirildikten sonra uyarı ifade eden bir uslûbla;
"Haberiniz olsun, kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle tatmin
bulur" (28) buyurulmaktadır.

Müşriklerin bir takım halleri zikredildikten
sonra; Resulullah (s.a.s)'in şahsında kıyamete kadar bütün
iman eden kimseleri muhatap alan bir hitab ile Kur'an'ın ahkâmını
terk etmenin tam bir helâk demek olduğu ortaya konulmaktadır:

"İşte böylece biz onu (Kur'an-ı)
arapça bir hüküm olarak indirdik. Andolsun sana gelen bu ilimden sonra,
onların hevalarına uyacak olursan, senin için Allah'tan ne bir
yardımcı dost, ne de bir koruyucu vardır" (37).

İslâm mesajına karşı direnen ve
inkar etmek için yollar arayan kimselere karşı iman edenlerin
sorumluluğu, gerçekleri bu kimselere tebliğ etmeleridir. Allah
Teâlâ, inkarları karşılığında onlardan
hesap soracak olanın kendisi olduğunu bildirmektedir:
"...Sana düşen yalnızca tebliğdir ve sorgulama bize
aittir" (40). Bu durum, inkarcıların müslümanlara karşı
bir sataşma veya bir saldırıda bulunmamaları halinde
geçerlidir. Allah Teâlâ, İslâm'ı yok etmek için
müslümanlara savaş ilan edenlerle, mücadeleyi emretmektedir.

Sure, inkârcıların Hz. Peygamber'e
karşı aldığı tavır ve buna karşı
Resulullah'ın vermesi gereken cevap bildirilerek son
bulmaktadır:

"O küfre sapanlar şöyle derler:

"Sen gönderilmiş (Allahın bir elçisi)
değilsin ". De ki; "Benimle sizin aranızda şahit
olarak Allah yeter ve yanlarında Kitabın ilmi bulunanlar da bu
gerçeği bilir" (43).

Ömer TELLİOĞLU


Konular