Şamil | Kategoriler | Konular

Nefs

NEFS

Cahiliye dönemi Arap şiirinde daha çok birşeyin
özünü, kendisini belirten zamir olarak kullanılan nefs kelimesi
zamanla yirmiyi aşkın anlamı dile getirecek biçimde kullanılmaya
başlandı. Ruh, can, kan, benlik, kalb, iç, kimse, büyüklük,
yücelik, cevher, nefret, irade, kem göz, nefs kelimesinin dile getirdiği
başlıca anlamlar arasındadır. Kur'an'da zamir biçiminden
başka, ruh, can, iç ve kalb anlamlarında
kullanıldığı da görülür. Felsefi düşüncenin
yaygınlaşmaya başlamasından sonra kelime daha çok ruh
karşılığında kullanılmaya
başlandı; kelami, tasavvufi ve felsefi nazariyelerin konusu
durumuna geldi.

Kur'an'da nefs kelimesi çoğulu olan enfüs ve
nüfûs biçimleriyle birlikte genellikle çeşitli
varlıkların kendilerini belirtmek üzere kullanılır.
Ama zaman zaman hayat ilkesi anlamında ruh, kalb ve iç anlamlarında
kullanıldığı da görülür. Sözgelimi,

"Gelin... kendimizi (enfüsena) ve kendinizi
(enfüseküm) çağıralım... (Âli İmran, 3/61)
ayetinde "kendimiz=lenfüsena" Hz. Peygamber'i,
"kendiniz=lenfüseküm" ise Hz. İsa hakkında
tartışmaya kalkışan Hristiyanları dile
getirilmektedir. Kelime, "...sen benim nefsimde olanı bilirsin,
ben senin nefsinde (nefsike) olanı bilmem..." (el-Maide, 5/I 16)
örneğinde olduğu gibi altı ayette Allah'ı, bir ayette
(el-Furkan, 25/3) ilahları, bir ayette de (el-En'am, 6/130) insan ve
cin topluluğunu belirtmek üzere kullanılır. "Haydi
canlarınızı, ruhlarınızı (enfüseküm) çıkarın..."
(el-En'am, 6/93) ayetinde insan ruhunu karşılayan nefs kelimesi,
diğer bazı ayetlerde "kötülüğü emreden"
(emmâre) (Yusuf, 12/53), "kınayan/levvame"
(el-Kıyamet, 75/2) ve "huzura eren/mutmainne" (el-Fecr,
89/27) nitelikleriyle kullanılır. " ... Yusuf bunu içinde
(nefsihi) sakladı..." (Yusuf,12/77)ş ve "...Allah içinizden
(enfüseküm) geçeni bilir..." (el-Bakara, 2/235) örneklerindeki
gibi kelime iç ve kalp anlamlarını karşılayacak biçimde
de kullanılmaktadır.

Kur'an'daki kullanılışının da
etkisiyle Emeviler döneminden itibaren nefs kelimesi yaygın biçimde
ruh anlamında kullanılmaya başlandı. Ama ashab, tabiun
ve bunların izleyicisi olan selef bilginleri nefsin mahiyeti,
nitelikleri gibi konularda Kur'an ve sünnette verilenle yetinerek susmayı
yeğliyorlardı. Kur'an ve sünnette geçtiği kadarına
inanmayı ilke edinen selefe göre nefsin mahiyetinin kavranması
imkansızdı ve bu konuda tartışmaya girmek gereksizdi.

Hicrî ikinci yüzyıldan itibaren Müslüman
bilgin ve düşünürler, özellikle Yunan felsefe metinlerinin
Arapçaya çevrilmesinden sonra nefs konusunda tartışmaya ve çeşitli
düşünceler ileri sürmeye başladılar. Aristo felsefesinin
Yeni Eflatuncular tarafından yorumlanan biçiminin ağır
etkisini taşıyan bu tartışmalar sırasında
nefsin mahiyeti, nitelikleri, kadim olup olmadığı,
ölümden sonraki durumu gibi konularda çok sayıda düşünce ve
nazariyeler ortaya çıktı.

Nefs konusuyla uğraşan bilgin ve düşünürler,
insan gerçekliğinin belirlenmesinde, o zamanlar başlıca yöntem
olan mantıki ihtimalleri göz önünde bulundurarak, düşüncelerini
bu ihtimallerden birisine dayandırmışlardır. Buna göre,
sözgelimi bir insan "düşündüm", "yaptım"
dediğinde, buradaki "ben"le anlatılmak istenilen ya
cisim (beden), ya cisimsel birşey (araz ya da kuvvet), ya da cisimle
cisimsel olanın toplamından oluşabilir. Diğer bir seçenek
de bu şeyin ne cisim, ne de cisimsel olmamasıdır. Düşüncelerini
bu ihtimaller üzerine kuran Müslüman düşünürler öncelikle iki
ana fırkaya ayrıldılar. Birinci fırkaya göre nefs
cisim ya da cisimsel olmayan soyut bir varlıktır. İkinci
fırka ise nefsin soyutluğunu kabul etmeyerek cisim ya da
cisimsel bir varlık olduğunu savunmuştur.

Nefsin soyut bir varlık
olmadığını savunan düşünürler, nefsin mahiyeti
konusunda birbirinden farklı çeşitli görüşler öne
sürmüşlerdir. Bunların başlıcaları şöyle
özetlenebilir:

1. Nefs bir atomdur. İbn el-Ravendi'nin
savunduğu bu görüşe göre soyut mümkünlerin olması
imkansızdır. Nefs ya da ruh, kendi özüyle varolan bir
cevherdir. Bu cevher basit varlıkları kavrar. Yeri kalptir. Bu
nefs insanın özünü oluşturur.

2. Nefs, bedenle birlikte onaya çıkan
canlılıktır. Nazzam tarafından savunulan bu görüşe
göre insan, bedenle birlikte varolan bu hayattan ibarettir. İnsanda,
beden dışında birşey yoktur.

3. Nefs, beyinde güç, kalpte fiildir.

4. Nefs üç ayrı cisimden oluşan bir
bileşiktir. Eski Müslüman hekimlerin savunduğu bu görüşe
göre nefsi oluşturan bileşiklerden birisi buhar gibi sıcak
ve latif bir cisimdir. Yeri kalptir. Hayvan bu nefsle varlık
kazandığı için nefs-i hayvani ya da ruh-ı hayvani
adı verilir. İkincisi, yine latif, buhar gibi bir cisimdir.
Bunun yeri karaciğerdir. Buna da nefs-i tabii ya da ruh-ı tabii
denir. Üçüncüsü de yine buhar gibi latif bir cisimdir. Yeri beyindir.
Buna da nefs-i insani ya da ruh-ı insani adı verilir.

5. İnsanın gerçekliğini oluşturan
nefs, insanın maddi bedenidir. Bazı kelamcılar bu görüşü
benimsemişlerdir.

6. Nefs, kemiyet ve keyfiyet bakımından dört
sıvının mutedil ölçüdeki bileşiminden oluşur.
Bu görüş de eski hekimler arasında
yayılmıştır.

7. Nefs, mutedil ölçüdeki kandır.

8. Nefs, mahiyet bakımından maddi bedene
muhalif, ama gül suyunun gülde, zeytin yağının zeytinde
yayılması gibi bedene yayılan nurani, yüce, diri ve
hareketli bir cisimdir. Bu cisim ayrışmaz, değişmez,
parçalanmaz. Maddi beden oluşarak kendisine yetenek
kazandığı zaman bu nurani latif cisim bedene nüfuz eder,
yayılır. Beden bu yayılmaya uygun olduğu sürece canlı
kalır; yayılmaya engel olan bir durum belirirse, nefsin
yayılması sona erer ve ölüm ortaya çıkar. Birçok
büyük kelamcı bu görüşü benimsemiş, İbn Kayyim
el-Cevzî ve İmam Şarânî nefse ilişkin olarak
yazdıkları müstakil eserlerde bu görüşü savunmuş,
Fahreddin er-Râzî bu görüşün güçlülüğünü belirtmiştir.

Muhakkik kelamcılarla İslâm filozofları
ve mutasavvıflarının bir bölümü de nefsin soyut bir
cevher olduğunu savunmuşlardır. Bunlara göre insanın
mahiyeti ne cisimdir, ne de cisimseldir. Nefs, maddeden ayrık bir
cevherdir. Ne var ki bunlar da kendi içlerinde iki fırkaya
ayrılmışlardır. Muhakkik kelamcılara göre insan,
bu nefs cevheriyle bedenin birleşmesinden oluşur. İkinci
fırkayı oluşturan filozoflarla mutasavvıflara göre
ise, nefs bedene iliştiğinde onunla birleşir. Nefs bedenin,
beden de nefsin aynısı olur. Birleşmelerinden sonra
ikisinin toplamı insanı oluşturur. Ölümle bu birlik
bozulur. Nefs kalır, beden ise yok olur.

Tüm İslam fırkaları nefsin kadim
olmadığında, sonradan yaratıldığında görüş
birliği içindedirler. Buna karşılık nefsin bedenden
önce yaratılıp yaratılmadığı konusu görüş
ayrılıklarına neden olmuştur. İslam
filozofları olarak bilinen Meşşâîler, nefsin bedenden
sonra, yani ceninin ana rahmindeki oluşumundan sonra
yaratıldığını savunmuşlardır. Bazı
ifadeleri Gazalî'nin de bu görüşü benimsediğini göstermektedir.
Ne var ki, Gazâlînin nefsin bedenden önce yaratıldığını
kabul ettiğini gösteren ifadeleri de bulunmaktadır.
Kelamcılarla mutasavvıfların büyük çoğunluğu
ise nefsin bedenden önce yaratıldığını kabul
etmektedir.

Nefsin mahiyeti konusundaki düşüncelerinde Yunan
felsefesinin yoğun etkisinde kalan Müslüman düşünürler,
özellikle Aristoteles'in izinden giderek nefsin üç türü, derecesi ya
da durumu olduğunu kabul etmişlerdir. Buna göre nefs nebatî,
hayvani ve insani nefs olmak üzere üçe ayrılır. Tüm bitki,
hayvan ve insanlarda ortak olan nebatî nefsin üç gücü vardır.
el-Kuvvetü't-tegazziye (beslenme gücü), el-kuvvetü't-tenmiye (büyüme
gücü) ve el-kuvvetü't-tevellüdiyye (üreme gücü) denilen bu güçler
yardımıyla canlılar, varlıklarını ve türlerinin
devamını sağlar. Hayvan ve insanlarda ortak olan hayvani
nefsin de kendine özgü güçleri vardır. Bunlar hareket ve
algı güçleridir. Hareket gücü, el-kuvvetül-baise (harekete
geçiren güç) ve el-kuvvetül-fâile (etkin güç) olmak üzere ikiye
ayrılır. el-Kuvvetül-baise, yararlı şeyleri çeker,
zararlı şeyleri defeder. el-Kuvvetül-fâile ise çeşitli
hareketleri meydana getirmek üzere sinir ve kaslara yayılmıştır;
görevi, sinir ve kasları gerip gevşeterek hareketi
sağlamaktır. Algı güçleri de el-havasul-zahire (dış
algı güçleri) ve el-havasul-batınıye (iç algı güçleri)
olarak ikiye ayrılır. el-Havasul-zahire beş duyudan
oluşur. el-Havasul-batınıye de hiss-i müşterek (ortak
duyu), musavvıra (tasarlama gücü), mütehayyile (hayal gücü),
vehim (sezgi gücü) ve hafızadan (hatırlama gücü) meydana
gelir. Yalnız insanlara özgü olan insani nefsin de kendine özgü
güçleri vardır. Bunlar el-kuvvetül atime (bilici güç) ve
el-kuvvetül-amile (yapıcı güç) adlarını
taşır. Nefs-i natıka (düşünen, konuşan nefs) ya
da nefs-i akli (akli nefs) denen insani nefs bedenin düşünceye ait
fiilleri akletmesi ve genel işleri algılaması
bakımından ilk olgunluğudur.

Hemen hemen tüm kelamcılar, mutasavvıflar ve
filozoflarca benimsenen bu nefs nazariyesi İslâm dünyasında
gelişen psikolojinin (ilmü'n-nefs) temellerini oluşturur. Ama
bu nazariye kelamcılar, mutasavvıflar ve filozoflarca
farklı biçimde ifade edilmiş, özellikle İbn Sina, Gazalî,
İbnül-Arabî ve er-Râzî gibi doktrin sahibi büyük düşünürlerce
farklı biçimlerde yorumlanarak kendi sistemleri içine yerleştirilmiştir.

Ahmet ÖZALP


Konular