Şamil | Kategoriler | Konular

Muvahhid

MUVAHHİD

Birleyen, birleştirici olan, bir tek kabul eden;
Tevhid inancına sahip olan Allah'ın vahdaniyetine şeksiz
şüphesiz iman eden ve bu inancı şirkin her türlü pisliğinden
uzak tutan kimse. Bu tanımıyla "muvahhid", "müşrik"
teriminin tam karşıtıdır. Va.Ha.De. kök fiilin tef'il
babına nakledilen "vahhade" (birledi, birleştirdi)
fiilinin ism-i fâilidir. Çoğulu muvahhidûn olur.

Allah'ın bir tek olduğuna şüphe yoktur.
Binaenaleyh, zatında, sıfatlarında ve fiillerinde bir tek
olanı birleme söz konusu değildir. O halde "muvahhid"
sözü ile kasdedilen; bir olanı birleyen değil, her
bakımdan eşsiz olan bir tek ilâhı kabul eden ve
yalnızca ona ibâdet eden kimse kasdedilir.

Kur'ân-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerde "muvahhid"
tabirine rastlanmaz. Hattâ bu terimin masdarı olan "tevhid"
tabirine de Kur'an'da rastlamak mümkün değildir. Ancak bazı
hadislerde "vahhadellahe" (Allah'ı tevhîd etti-birledi)
tabirinin geçtiğini müşahede etmek mümkündür. Nitekim
Peygamber (s.a.s)'in, Muaz b. Cebel'i Yemen tarafına gönderdiği
zaman ona şöyle dediği rivayet olunur:

"Sen ehl-i kitab olan bir kavme gidiyorsun.
Onları davet edeceğin ilk şey Allahü Teâlâ'yı tevhîd
etmek olsun"(Buhârî, Tevhîd, 1). Başka bir hadiste ise Rasûlüllah'ın
şöyle buyurduğunu görüyoruz:

"Her kim Allah'ı tevhîd ederse (malını
ve kanını korumuş olur. Hesabı da Allah'a
kalmıştır)" (Müslim, İman, 8).

Tirmizi'nin Sünen'inde, mü'minlerden söz edilirken
"Ehl-i tevhîd" tabirinin kullanıldığını
görüyoruz (Tirmizî İman, 17).

Öyle görülüyor ki, Kur'ân; meseleyi; Allah'ı
tevhîd tarzında değil, bir tek Allah'a iman ve yalnızca
O'na ibadet şeklinde sunmuştur. Kur'ân'da "tevhîd"
tabirinin yer almaması bunu gösterir. "Tevhîd" ve "muvahhid"
terimleri, bir tek Allah'a iman ve O'nu tanıma meselesi, Mu'tezile
mezhebi ve filozoflar tarafından gündeme getirildikten sonra
vücûda gelmiş ve yayılmıştır. Sahih hadislerde
ise "Allah'ı tevhîd", sadece "bir tek ilâh kabul
etme ve ancak O'na ibadet ve ubudiyette bulunma" manâsına
geliyordu. Bunun dışında "tevhîd" kelimesinin
hiçbir kelâmî ve felsefi manası yoktu.

Buna göre, hadislerde geçen "vahhadellah"
tabiri, "Allah'ın vahdâniyetine iman" anlamındadır.
Bu da âyet ve hadislerde Allah'a nisbet edilen isim, fiil ve sıfatları
aynen kabul etmek, O'na yakışmayan noksan sıfatlardan O'nu
tenzîh etmek, yalnızca O'na ibadet etmek, bir
sıkıntıya düştüğünde ya da Allah'tan başkasının;
cevap vermeye muktedir olamadığı bir darlığa duçar
olunduğunda sadece O'ndan yardım dilemek demektir.
İşte gerçek "muvahhid" böylesi bir inanca sahip olan
ve inancının gereğini yaşayan kimsedir.
İnancın kalbe hasredilmesi, eserinti yaşanan hayatta görülmemesi
bir anlam ifade etmez.

Kur'ân-ı Kerîm'de her ne kadar "muvahhid"
terimi geçmiyorsa da buna yakın hattâ biraz daha kapsamlı bir
manâ ifade eden "hanif" çoğulu olân "hunefâ"
tabirleri sık sık geçmekte ve bazı müfessirlerce, bu
tabirler "muvahhid" şeklinde tefsir edilmektedir.

"İbrahim ne Yahudi ne de Hristiyandı.
Fakat o, Allah'ı bir tanıyan gerçek bir müslümandı. Asla
müşriklerden değildi"( Âlu İmrân, 3/67) âyetinde
geçen "hanif" kelimesi "Allah'ı bir tanıyan"
şeklinde tercüme edilmiştir. Aynı kelime "muvahhid"
olarak tefsir edilmiştir (Elmalılı, Hak Dini, Kur'ân Dili,
II, 1134).

Yine aynı eserde, Rûm sûresinin otuzuncu
âyetinde geçen "hanif" sözü açıklanırken şu
ifadelerin kullanıldığını görüyoruz:

Hanif, "hanef" masdarından bir
sıfattır. Aslı lügatta "hanef" ise sapıklıktan
doğruluğa meyildir. Nitekim doğruluktan eğriliğe,
haktan haksızlığa meyletmeye "cim" ile "cenef"
denilir. Şu halde, hanifin asıl mefhûmu, eğriliği
bırakıp doğrusuna giden demektir. Bu mefhum ile örfte
İbrahim milletine isim olmuştur ki, başka dinlerden,
batıl mabudlardan çekinip yalnız bir Allah'a eğilen "muvahhid"
demektir (Elmalılı, a.g.e., VI, 3821).

İbn Kesir de, Bakara Sûresinin 135. âyetini
tefsir ederken Katade'nin; "Haniflik, lâilâhe illallah, diye
şehadet etmektir" dediğini nakleder ki bu, "tevhîd"in
ta kendisidir (İbn Kesir, Tefsîru'l-Kurâni'l-Azîm, İstanbul
1984, I, 271).

"Tevhid" ve "muvahhid" terimlerine
Akaid ve Kelâm kitaplarında da sık sık rastlıyoruz.
Hatta, kelâm kitaplarından bazıları bu isimle
adlandırılmıştır. Buna örnek olarak, Muhammed b.
Ishak b. Huzeyme'nin (ö.311/923) "Kitabü't-Tevhîd ve İsbâtü
Sıfâti'r-Rab" adlı eserini zikredebiliriz. Söz konusu
eserde (s 325) mü'minlerden "muvahhidûn" ve "ehl-i
tevhîd" diye bahsedilmektedir.

Kütüb-ü Sitte içinde en güvenilir hadis mecmuası
olarak kabul edilen Buhârî'de de "tevhîd" için müstakil bir
bölüm açılmış ve buna "Kitâbü't-Tevhîd" adı
verilmiştir.

"Muvahhid" terimi ortaya çıkarak
yaygın halde kullanılmaya başlanınca, bazı
fırkalar bunu kendilerine bir sıfat olarak seçmiş ve
kendileriyle özdeşleştirmişlerdir. Örneğin
sapık olarak bildiğimiz Dürzîler; Hamza b. Ali'nin liderliğindeki
ilâhi davete bağlananların asıl adının "muvahhidûn"
olduğunu ileri sürerler. Hatta ilmihal kitaplarında; "Muvahhid
bir Dürzi olduğunu nasıl bilirsin?" şeklinde sorulan
bir soruya; "Helâli yiyip haramı terketmekle" diye cevap
verilişi çok enteresandır (Ethem Ruhi Fığlalı,
"Çağımızda İtikadî İslam Mezhepleri
", İstanbul 1990, 194, 317).

Yine tarih kitaplarından, Kuzey Afrika'daki
Murabıtlar Devletinin yıkılışından sonra,
onun yerine kurulmuş ve 1121-1269 yılları arasında
yaşamış, adına "Muvahhidler Devleti" denilen
bir devletin varlığını biliyoruz.

Halid ERBOĞA


Konular