Şamil | Kategoriler | Konular

Musibet

MUSÎBET

Başa gelen felâket, belâ, afet, sıkıntı,
ceza gibi olaylar için kullanılan bir terim.

Bir musibete uğrayan kimse, ya Allah (c.c.)
tarafından imtihan edilmekte veya işlediği bir kötülüğe
karşı cezalandırılmaktadır. Musîbet kelimesi
Kur'an-ı Kerim'de bu iki anlamda da
kullanılmıştır.

Kur'an-ı Kerim'de Allah Teâlâ sevdiği mü'min
kullarına değişik şekiller altında musîbetler
göndererek onları imtihan ettiğini ve bu musibetlere
karşı gösterdikleri sabır ve tevekkül neticesinde de
büyük mükâfatlarla mükâfatlandırılacaklarını
bildirmektedir. İnananlar zümresi içerisinde peygamberlerin Allah
Teâlâ'ya en yakın kitle oldukları halde, musîbetlerin en
büyüklerine uğradıkları görülmektedir. Nuh (a.s),
İbrahim (a.s), Musa (a.s) ve İsa (a.s)'ın
kıssaları bunun örnekleriyle doludur. Ulu'l-azm peygamberlerin
sonuncusu Hz. Muhammed (s.a.s) de Mekke döneminde büyük musîbetlere
maruz kalmıştır. O, kavmi tarafından
yalanlanmış, işkence görmüş, ölümle tehdit edilmiş,
hatta taşa tutulmuştur. Taif'e gidip halkı Allah'ın
dinine davet ettiği zaman, onlar bir peygambere uymayı
reddettikleri gibi köle ve çocuklara onu taşlatmışlardı.
İnsanlığa rahmet olarak gönderilmiş o büyük
peygamber, Taiflilerin saldırısından kurtulduktan sonra,
ellerini kaldırıp Rabbine şöyle seslenmişti:

"Ya Rabbi" Gerçekte benim üzerime çöken
bu musîbet ve eziyet, şayet senin bana karşı bir gadap ve
öfkenden ileri gelmiyorsa, ben buna aldırış etmem ve gönülden
tahammül ederim. "

Allah Teâlâ da ona; "Ey Muhammed! Sen de,
"azim ve sebat" sahibi peygamberlerin sabrettiği gibi
sabret" (el-Ahkaf, 45/35) şeklinde vahyetmiştir.

Allah Teâlâ, hidayet ihsan edip rahmet nuruyla kuşattığı
mü'min kullarım, bir takım dünyevî zorluklarla imtihan ederek
bunu onlar için bir rahmet vesilesi kılmıştır.
Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulmaktadır: "And olsun
ki sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve
mahsullerden yana eksiklikle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele.
Onlara bir musibet dokunduğu zaman "Mutlaka biz Allah içiniz ve
mutlaka O'na döndürüleceğiz" derler" (el-Bakara,
2/155-156).

Bu ayetler, her ne şekilde olursa olsun,
karşılaşılan bir belâ ve musîbet karşısında
inanan kimselerin göstermesi gereken tavrı ortaya koymaktadır.

Musîbete karşı takınılan
tavır, aynı zamanda iman ile nifakın arasını
ayıran ve münafık tiplerin kalplerindeki nifakı açığa
çıkaran bir imtihan aracıdır. Yani imanların
musibetle sınanmasıdır.

Münafıklar, müslümanlar savaşta bir
başarısızlığa (musîbete) uğradığı
zaman onlarla birlik olmadıkları için sevinirler ve bunu
kendileri için bir nimet sayarlar. Allah Teâlâ gerçek anlamda
nimetlendirilenlerin musibetlere uğrayıp bunlara sabreden
kimselerden başkaları olmadığını ve
farklı düşünenlerin ise kalplerinde hastalık bulunan
tipler olduğunu bildirmektedir:

"Şüphesiz ki içinizden (savaşa çıkmak
için) pek ağır davrananlar vardır. Size bir musîbet geldiği
zaman (onlar) "Allah bana nimet ihsan etti de onlarla beraber
olmadım" der" (en-Nisa, 4/72).

Diğer bir musîbet de, insanların
işledikleri kötü amelleri ve kalplerindeki nifak ve küfürlerinden
dolayı muhatap oldukları musibettir. Kur'an-ı Kerîm'de bu
anlamda kullanılan musîbet kelimesi ile, bu kötülüklere karşı
bir cezalandırma kastedilmektedir: "Başınıza
gelen bir musîbet kendi ellerinizle kazandığınız günahlar
yüzündendir. O, işlenenlerin bir çoğunu da affeder"
(eş-Şûra, 42/30).

Münâfıkların hallerinden sözedilen başka
bir âyet-i kerimede de şöyle buyurulmaktadır: "Kendi
yaptıklarından dolayı başlarına bir musîbet
geldiğinde nice olur halleri..." (en-Nisa, 4/62).

İşlenilen kötü amellere karşılık
ahirette elim Cehennem azabına uğrayanların durumları
da musîbet olarak nitelendirilmektedir:

"Eğer onlar (Yahudiler) işledikleri günahlar
yüzünden başlarına bir musibet geldiği zaman;
"Rabbimiz bize Peygamber gönderseydin de biz de senin âyetlerine
uyup mü'minlerden olsaydık ya" diyecek olmasalardı (seni göndermezdik)"
(el-Kasas, 28/47).

İnsanların başına gelen bütün
musîbetler Allah Teâlâ'nın izni ve takdiri dahilinde ortaya çıkmaktadır:

"Yeryüzüne ve kendinize inen hiç bir musîbet
yoktur ki biz onu yapmadan önce Levh-i mahfuz'da yazılmış
olmasın. Şüphesiz ki bu, Allah için çok kolaydır"
(el-Hadîd, 57/22);

"Allah'ın izni olmadan kulun başına
hiç bir musibet gelmez..." (et-Teğâbun, 64/11).

Bu anlamda, ölüm olayı da bir musibet olarak
zikredilmektedir:

"... Veya yolculukta iseniz ve
başınıza ölüm musibeti gelmişse..." (el-Maide,
5/106).

Bir de, toplum boyutunda kavimlerin helak edilişi
musibeti vardır ki bu, azgın bir kavmin kendi elleriyle
işledikleri günahları ve aşırı
sapıklıkları yüzünden peygamberlerine karşı
direnmeleri neticesinde ortaya çıkmaktadır. Allah Teâlâ, aynı
zamanda bu musîbetleri diğer toplumlar için birer ibret vesilesi de
kılmıştır. Kur'an-ı Kerîm'de helâk edilişleri
ve buna sebeb olan durumları tafsilatlı bir şekilde gözler
önüne serilen, Nuh, Âd, Semûd, Lût kavimlerinin başlarına
gelenler bu tür musibetlerdendir.

Ömer TELLİOĞLU


Konular