Şamil | Kategoriler | Konular

Mülk suresi

MÜLK SÛRESİ

Kur'an-ı Kerim'in altmış yedinci sûresi.
Otuz âyet, üç yüz otuz beş kelime ve bin üç yüz on üç
harften ibarettir. Fasılâsı râ, mim ve nun harfleridir. Mekkî
sûrelerden olup "Tûr" sûresinden sonra nâzil olmuştur.
Adını ilk ayetinde geçen "mülk" kelimesinden almıştır.
Ayette geçiş şekli şöyledir: "Mülk ve saltanat,
kudret elinde olan Allah yücedir. O her şeye kadirdir. " Sûreye,
Tebâreke, Mâma, Münciyye, Vâkıyye ve Mennâa adları da
verilmektedir.

Mülk sûresi, fazileti hakkında hadis varid olan
sûrelerdendir. Peygamber (s.a.s)'in şöyle buyurduğu rivayet
edilir: "Kur'an'da otuz ayetlik bir sûre var, bir adama şefaat
eder ve o kişi mağfiret olunur, O "Tebâreke"
sûresidir" (Tirmizi, Fedâilil-Kur'ân 9; Ebu Davud, Salât, 322;
İbn Mâce, Edep, 52).

Câbir (r.a)'dan nakledilen başka bir hadiste de
şöyle denilmektedir: "Peygamber (s.a.s), Secde ve Tebâreke
(Mülk) sûrelerini okumadan uyumazdı" (Tirmizi, Fedâil'ül-Kur'an,
9).

Sûre, Bakara sûresindeki; "Allah'ı
nasıl inkâr edersiniz? Halbuki siz, ölüler idiniz, sizi O
diriltti. Sonra öldürecek, sonra tekrar diriltecektir. Nihayet O'na
döndürüleceksiniz. Yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yaratan
O'dur. Sonra göğe yönelip onları yedi gök olarak düzenleyen
de O'dur" (el-Bakara, 2/28-29) ayetlerde verilmek istenen mesajı
tafsili bir şekilde gözler önüne sermektedir. Katıksız
bir tevhid akidesine ulaştırılmak için insan, varlık
âlemini ve ötesindekileri düşünmeye davet edilir. Nasıl olur
da insan, yoktan var edildiği halde, onu var edeni inkâr edebilir!
Ve nasıl olur da, her akıl sahibini hayrete düşürüp iman
etmeye sevkedecek ezametteki olaylar her gün çevresinde cereyan ettiği
halde, kâinatın tek sahibi olan ve onu dilediği gibi sevkeden
Allah'a iman etmeyi beceremez! Yer yüzünde ne varsa hepsini insan için
yaratan Allah'tır. Ama insan, her gün etrafında cereyan eden ve
yaratanın mutlaka bir alâmetini taşıyan olaylara
karşı körelmiş bir durumdadır. Mekke'de nâzil olan
ve insanların akıllarını şirkten ve câhilî yaşayışın
tortularından temizleyip, onları her şeyin
yaratıcısı ve sahibi olan Allah Teâlâ'yı
tanımaya, O'na ibadet etmeye yöneltmeyi hedef alan sûrelerden bir
tanesi de "Mülk" sûresidir.

Bu sûrenin muhtevası ve konuyu ele
alışı öteki sûrelerden farklıdır. Düşünen
insanı Allah'a imana götürecek olan, görülen ve görülmeyen
yaratılıştaki mükemmellik ve incelikler, yeryüzünün dar
sınırlarının ötesine taşarak bütün kâinatı
kucaklayan, maddî hayatı aşıp âhiret alemini de içine
alan bir uslûbla ele alınmaktadır. İnsana, kâinattaki
hadiselerin dış görünüşü ile uğraşmaktan
kurtulup onun iç gerçeklerini kavramanın yolları açılır.

Sûreye, mülkün ve saltanatın Allah'a ait
olduğu hatırlatılarak giriliyor. Herşeyin tasarrufu
O'na aittir. Dilediğini dilediği gibi yapmakta hiç bir şey
O'nu sınırlayamaz ve yaptıklarından dolayı
sorgulayamaz. Mülkün tek sahibi O'dur ve O'nun her şeyi yapmaya gücü
yeter: "Mülk ve saltanat O'nun elinde olan Allah yücedir. O her
şeye kadirdir" (1).

Bu gerçekler kalplerde yer edince insan, duygularının
esaretinden kurtulur ve varlık sebebini daha yakınî bir
şekilde kavramaya başlar. Mülkün sahibi olan Allah, ölümü
ve hayatı yarattı. Bu, O'nun gücünün, sonsuzluğunun ve
erişilmezliğinin bir alâmetidir. Allah Teâlâ'nın mülkün
sahibi olduğunu idrak eden insan, O'nun halkettiği ölüm ve
hayat gerçeğini düşünmeye başlayacaktır. Bu düşünce
onu başıboşluktan alıkoyacak, sınanmak için
gönderildiği bu dünyadaki hayatında yaşam ölçülerini
belirleyecektir. Her şeyin tek sahibi Allah Teâlâ'dır. Ölüm
ile hayat O'nun elinde olduğuna göre hiç bir başka güç,
insanı Allah'ın dilediğinin dışında bir
şeyi yapmaya zorlayamaz. Ölüm ve hayat, kimin daha iyi bir iş
işleyeceği ve öteki hayatta Aziz ve Gafûr olan Allah'ın
rahmetine muhatap olacağının anlaşılması için
yaratıldı: "Hanginizin daha iyi amel işlediğini
denemek için O'dur ölümü ve hayatı yaratan, O, Aziz'dir, Gafûr'dur"
(2).

Bundan sonra varlıkların
yaratılışındaki nizamı ve onun çarpıcılığını
açıklayan âyetler gelmeye başlıyor. Allah gökleri yedi
kat olarak yaratmıştır. Onu akıl sahibleri için de
bir ibret kaynağı kılmıştır. Ancak
insanlardan çok azı müstesna hiç kimse bu gerçeklerin farkında
değildir. İnsanlar öyle bir hayat sürerler ki; ölüm sanki
onlara hiç yetişmeyecektir. İşte Allah Teâlâ, insana
hitap ederek, onu alemleri yaratmasındaki mükemmelliği görmeye
davet ediyor. Gaflet içerisindeki insana; "Sen Rahman'ın
yaratmasında bir eksiklik bulamazsın. Gözünü çevir de bak;
bir aksaklık görebilir misin?" (3). Diye seslenerek ona yaratılışın
intizam ve mükemmelliğini, varlığına işaret eden
en büyük delil olarak sunuyor.

Burada Allah Teâlâ, meydan okuyan bir üslûb kullanıyor.
Bu, konunun ciddiyetini vurgulamak içindir. İnsandan, Allah'ın
bütün yarattıklarına dikkatle bakması isteniyor ki o,
sapıklıkta devam edip de, Allah'ın
hazırladığı çılgınca kaynayan Cehennem
azabıyla cezalandırılmayı haketmesin. Gökyüzünün,
seyredildiğinde kalpleri sihirleyen o muhteşem manzarası, düşünen
akılları Allah'ın va'dine imana davet ediyor:
"Andolsun ki Biz yere yakın göğü kandillerle donattık"
(5).

İnsan yaradılıştaki bu güzellikleri
kavramaya çağrılıyor. Çünkü varlıktaki güzelliği
kavrayınca onu yaratanın güzelliğini, ululuğunu daha
kolay idrak edecektir.

Allah Teâlâ, gökyüzünü süslediği
kandillerle, aynı zamanda şeytanların
taşlanmasını da sağladı. Lânetlenen bu
şeytanlar için, çılgın bir Cehennem azabı da
hazırlanmıştır: "Onlarla şeytanların
taşlanmasını sağladık. Âhirette de Biz;
şeytanlara alev alev yanan bir azap hazırladık " (5).
Bu ayete bağlantılı olarak Allah'ın açıkça
bilinen varlığını inkar edip, O'nun dinine uymaktan yüz
çevirerek tağutların peşine takılan ve Allah'a
şirk koşan kâfirler tehdit edilmektedir. Onların da
uydukları şeytanlar gibi hazırlanan aynı
acıklı Cehennem azabına çarptırılacakları;
"Rabbini inkâr edenler için cehennem azabı vardır. O, ne
kötü bir yerdir" (6) ayetiyle haber verilmektedir.

Bunun peşindeki ayetlerde Cehennemin canlı
bir tasviri yapılır. Cehennem, ahiret günü, kaynamasının
şiddetinden korkunç uğultular çıkartacak ve o kâfirlerin
Allah Teâlâ'ya olan isyanlarına karşı
kızgınlığından parçalanacak bir hale gelecektir.
O gün hiç bir münkir onun öfkeli alevlerinden kendini kurtaramayacaktır:
"Cehenneme atıldıkları zaman onun kaynarken çıkardığı
öfkeli uğultuyu duyarlar. Cehennem öfkesinden parçalanacak bir
hale gelir..." (7-8).

Bu âyetlerdeki ifâde tarzı ayrıca büyük
bir hakikati da ortaya koymaktadır; Allah'ın
yarattığı canlı cansız her şey, bir ruha
sahiptir. Ve mevcudâttaki bütün varlıklar kendi tabiatları içerisinde
Allah Teâlâ'yı hamd ile tesbih ederler. İşte Allah'a tam
bir itaatla boyun eğen bu varlıklar, insanoğlunu
yaratıcısına isyan ederken gördüklerinde, inkâr ve
isyana karşı fıtratlarında gizli olan nefretleri
onları öfkeden çılgına çevirir. Mevcudâttaki her
şeyin Allah Teâlâ'yı zikrettiği gerçeği; "Yedi
gök, yer ve onlarda bulunan varlıklar, Allah'ı tesbih ve tenzih
ederler. Aslında hiç bir şey yoktur ki hamd ile Allah'ı
tesbih etmesin ne var ki siz onların tesbih etmesini
anlamazsınız..." (el-İsra, 17/44) ayetiyle insanlara
bildirilmektedir. Bu gerçek Kur'an-ı Kerim'de defalarca tekrar
edilmektedir. Bunlar, kâinatta her şeyin Allah Teâlâ'yı hamd
ile tesbih ettiği halde, insanın bu kafileden ayrılıp
hüsrana uğrayanlardan olduğu gerçeğini
vurgulamaktadırlar.

Bunun akabinde, Cehennem bekçilerinin bu insanlara karşı
tavırları dile getiriliyor. Onları rezil edip büyük bir sıkıntıya
düşürecek olan; "Size bir uyarıcı gelmemiş
miydi?" (8) sorusu sorulunca, onların buna verdiği cevap;
budalalıkları ve gafletlerinin kendilerini sürüklediği
inkarcılıklarını büyük bir pişmanlıkla
itiraf etmekten başka bir şey değildir: "Onlar:
"Evet doğrusu bize bir uyarıcı geldi ama biz
yalanladık ve dedik ki, Allah hiç bir şey indirmemiştir...
Sadece siz büyük bir sapıklık içindesiniz" derler"
(9).

Ellerinde hiç bir delil olmadan Allah'ın
indirdiklerini inkâr edip peygamberlerini yalanlayanlar, o gün, duyan ve
düşünen hiç bir insanın düşemeyeceği böyle kötü
ve iğrenç bir durumda oldukları halde
pişmanlıklarını çok acıklı bir şekilde
dile getirirler: "Eğer kulak vermiş veya düşünmüş
olsaydık çılgın cehennemlikler arasında
bulunmazdık derler" (10).

Allah Teâlâ, insanları hidayete
ulaştırmak için gönderdiği Kur'an-ı Kerim'de, hak
ile batılı, iyi ile kötüyü, mü'min ile kâfiri bir arada,
birbiriyle kıyaslanabilecek bir şekilde,
karşılıklı sahifeler halinde sunarak, insanların
muhakeme yapıp doğru yolu seçebilmeleri için ilâhî bir tebliğ
metodu uygulamaktadır. Bu hikmete istinaden inkârcıların
karşılaşacakları musibetleri zikrettikten hemen sonra,
kurtuluşa erip, Rablerinin mağfiret ve mükâfaatına nâil
olanların durumları dile getirilir: "Muhakkak ki Rablerinin
azâbından gıyâben korkanlar (yok mu) onlar için bir mağfiret
ve büyük bir ecir vardır" (12). Onlar yaptıkları her
işi Allah Teâlâ'nın kendilerini murakebe altında
tuttuğunun bilincinde olarak yaparlar. Bir kötülük yapmaktan kaçınmaları,
insanların onları cezalandırmasından çekindikleri
için değil; ancak, gizli âşikâr herşeyi gören ve bilen
Allah Teâlâ'dan korktukları içindir. Onlar, Allah Teâlâ'nın,
yarattığı her şeyin bütün inceliklerini,
gizliliklerini gören ve kalplerdeki bütün sırları bilen
olduğunu çok iyi bilirler. Açığa vurulanı da
gizlenmeye çalışılanı da O yaratmış
olduğu halde, nasıl olur da onları bilmez? Allah Teâlâ;
"Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun. Şüphesiz
Allah, kalblerin özünü çok iyi bilir. Yaratan hiç bilmez mi? Halbuki
O her şeyi bütün incelikleriyle bilir ve her şeyden
hakkıyla haberdardır" (13-14) ayetleriyle insanları
uyararak, dininin icaplarını gizli, açık çiğnememeye
çalışanların dikkatini çeker. Ayrıca bu gerçeğin
vicdanlarda yer etmesi, insana hassasiyet ve uyanıklık
kazandırır. Bu, onun yeryüzünde taşımak zorunda
olduğu, Allah'a iman emanetini omuzlamasını
kolaylaştırır.

Bundan sonraki âyetlerde, insanoğlunun gafletten
kurtulup, yaratıcısını tanımaya yönelmesi için,
onun iç içe yaşadığı, varediliş hikmetlerini
bilmediği halde hepsinden istifade ettiği nimetlerin
kaynağı açıklanır. Allah Teâlâ, yer yüzündeki her
şeyi insanın emrine sunmuş ve ona boyun
eğdirmiştir. İnsan, orada hayatını kolayca devam
ettirip suyundan, toprağından, havasından,
rızıklarından ve gizli hazinelerinden istifade ederken, bütün
bu nimetleri ona bahşeden Rabbının yüce varlığını
hamdederek tesbih etmelidir. "Yeryüzünü size boyun eğdiren
O'dur. Yeryüzünün her tarafında gezip dolaşın ve
Allah'ın vermiş olduğu rızıklardan yeyin. Sonunda
dönüş(ünüz) ancak O'nadır" (15).

Yeryüzünün insana boyun eğmesi ifadesi, çok
büyük gerçekleri ifade eder. Allah Teâla arzın, canlı bir
varlıkmış gibi, insanlara boyun eğdiğini ifade
ediyor. Bugün bilinen bir gerçektir ki yeryüzü, öyle görüldüğü
gibi yerinde duran, hareketsiz bir varlık değildir. İçi
alev alev kaynadığı halde, kendi etrafında saatte bin
milden fazla bir, hızla hareket eder. Ayrıca tabi olduğu güneş
sistemi ile de gökyüzünün derinliklerine doğru saatte binlerce
kilometre hızla yol alır. Yani arz herşeyiyle hareket
halindedir. Ve Allah Teâlâ hiç kimsenin zabtedemiyeceği bu gücü
insanın emrine âmade kılmış, ona boyun
eğdirmiştir.

Gökyüzünü insanlar için süsleyip, yeryüzünü
onun hizmetine sunan Allah Teâlâ, gaflet içerisinde, etrafındaki
harikuladelikleri göremeyerek O'na isyan eden insanoğluna, onu düşünmeye
davet eden ve tehdit taşıyan bir üslûbla sorular yöneltir ve
yaptıkları şeylerden dolayı başlarına büyük
bir belâ gelmeyeceğinden nasıl emin olabildikleri sorusunu
sorar: "Gökteki (melek)lerin Allah'ın emriyle sizi yerin dibine
geçirmeyeceğinden emin misiniz? O vakit bakarsınız ki yeryüzü
şiddetle sarsılıp çalkalanıyor" (16).
İnsanın ayakları altında sakince duran yer sallanmaya,
yerin içinde sakladığı alevleri ağzını açarak
fışkırtmaya ve gökyüzünden taşlar yağmaya
başladığı zaman, insanlar kapana
kıstırılmış fare gibi güçsüz ve çaresiz kalırlar.
Akılları başlarından çıkar, dehşete düşerler.
Ve kulak tıkadıkları uyarmanın gerçekliğini
kavrarlar. Ama iş işten geçmiştir: "O zaman
uyarmanın ne demek olduğunu bileceksiniz" (17). Allah Teâlâ
bunu anlamakta güçlük çekenlere, idrak etmelerinde yardımcı
olsun diye, geçmişteki sapık kavimlerin helâk oluşlarını
misal verir: "Şüphesiz bundan öncekiler de yalanlamışlardı.
Yaptıklarını reddedip onları cezalandırmam
nasılmış; bir bak!" (18). Bu âyetle, inkarlarından
dolayı helâk edilmiş kavimlerin bu gün de gözönünde olan
helâklerine dair alâmetlere bakıp ibret alınması
isteniyor.

Bundan sonra gelen âyetlerde inkârcıları düşünce
ve tefekküre sevketmek için, Allah Teâlâ'nın bir takım
mucizeleri zikredilir. Ve onların da Allah'ı inkâr etmekle
beraber, O'nun rızıklandırmasına muhtaç oldukları
gerçeği vurgulanarak, varlıklarını Allah'a borçlu
oldukları hatırlatılır. Sûrenin sonunda, bütün bu
apaçık deliller karşısında iman etmekten kaçınırlarsa,
artık onlar için yapacak hiç bir şey yoktur. Onlara söylenecek
olan son sözü, Allah Teâlâ, peygamberine şöyle öğretir:
"De ki; O, Rahman olan Allah'tır. Biz O'na iman ettik ve O'na güvendik.
Yakında kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu
bileceksiniz" (29).

Ömer TELLİOĞLU


Konular