Şamil | Kategoriler | Konular

Mükreh

MÜKREH

İstemediği ve çirkin gördüğü bir işi
yapmağa zorlanan kimse; ikrah kökünden ism-i mef'ûl. İkrah;
tehdit etmek suretiyle kişinin hukuken yapmakla yükümlü olmadığı
bir işi yapmaya onu zorlamak demektir. Zorlayan, tehdit eden kimseye
"mükrih" denir.

Hukukî sonuç doğuran akit ve tasarruflarda
kişinin ihtiyar ve rızası. önemli unsurlardır.
İhtiyar; bir şeyi yapıp yapmama konusunda bir tercihte
bulunma, riza ise; bir şeyi arzu etme ve onu kabul etme anlamına
gelir. Hanefilere göre, bir akitte ihtiyar, meydana gelme (in'ikad); rıza
ise sıhhat şartlarındandır.

İkrah, tam ve eksik olmak üzere ikiye ayrılır:

I) Tam ikrah: Öldürme, bir organı yok etme veya
toplumda mevki sahibi kişi için alçaltıcı bir muameleye
maruz bırakma tehdidi ihtiva eden zorlama. Bu çeşit zorlama,
zorlanan kimsenin ihtiyar ve rızasını ortadan
kaldırır.

2) Eksik ikrah: Öldürme veya bir organı yok etme
tehdidini kapsamayan korkutma. Kısa süre hapisle veya ölüm yahut
organ kaybı tehlikesi taşımayan dövmeyle tehditte
bulunarak yapılan korkutma gibi. Bu çeşit ikrah,
rızayı ortadan kaldırır, fakat ihtiyarı
etkilemez.

Mükrehin zorlama altında yaptığı
tasarrufların hükümlerini şöylece özetlemek mümkündür:

a) Mükrehin akitleri:

Hanefilerin çoğunluğuna göre korkutma; tam
olsun, eksik bulunsun, korkutulanın alım-satım, kira ve
benzeri akitlerini fasit kılar. Çünkü korkutulanın
rızası yoksa da ihtiyarı vardır. Korkutulan,
zorlandığı şeyle, muamele arasında tercihini
yapmış ve iki şeyden daha uygun gördüğünü işlemiştir.
Ancak rıza bulunmadığı için akdin hükmü sahih değildir,
fasit derecesinde kalmıştır. Eksik kalan bu rıza
sonradan satış bedelini kabz veya satılanı kendi
arzusu ile teslim gibi bir yolla yerine getirilirse akit tamamlanır
ve sıhhat kazanır. Aksi halde zorlanan tarafından
feshedilebilir (es-Serahsî, el-Mebsût, Beyrut 1398/1978, XXIV, 145;
İbn Abidîn, Reddü'l-Muhtâr, Beyrut, t.y., IV, 4).

İmam Züfer'e (Ö. 158/775) göre, böyle bir satım
akdi, zorlananın korkutma kalktıktan sonra vereceği icazete
bağlı olarak sahihtir. Bu bakımdan Fuzûlî'nin akdine
benzer.

Şâfiî ve Hanbelîlere göre, satım akdinde
tarafların tam hür bir iradeye sahip olmaları gerekir. Bu
nedenle, mükrehin yapacağı satım akdi geçerli değildir.
Dayandıkları delil şu hadistir: "Ümmetimden yanılma,
unutma ve yapmaya zorlandıkları şeyin hükmü kaldırılmıştır"
(İbn Mâce, Talâk, 16). Sonuç olarak, Hanefîler dışında
çoğunluk İslâm hukukçuları rıza ile ihtiyarı
eşanlamlı kabul ederek, biri olmayınca, diğerinin de
bulunmayacağı prensibini benimsemiştir. Zorlamada rıza
veya ihtiyar bulunmadığı için zorlananın nikâh akdi
dahil, tüm akitleri bâtıldır. Çoğunluğa göre,
ibadetler ve muameleler konusunda batıl ile fasit aynı anlama
gelir. Hanefilere göre ise; ibadetler konusunda batıl ile fasit
eş anlamlıdır; fakat muamelelerde (akitler) batıl ve
fasit farklı anlamlardadır (bk. "Fasit Akit",
"Akid" maddeleri; Hamdi Döndüren, İslâm Hukukuna göre
Alım-Satımda Kâr Hadleri, Balıkesir 1984, s.51 vd.).

b) Mükrehin boşaması:

Ebu Hanîfe'ye göre, zorlananın
boşaması geçerlidir. Çünkü zorlama, aslında iradeyi
ortadan kaldırmaz. Tehdit edilen kimse iki şerden daha uygununu
tercih ederek irade ve ihtiyarını belirtmiş olur.
Rızasının olmaması, durumu değiştirmez:
Ashab-ı kiramdan öğle uykusuna yatmış birinin
hanımı; kocasının göğsüne oturmuş ve hançeri
boğazına dayayarak; "Beni üç defa boşa aksi halde
keserim" demiştir. Kocası, bu tehdit üzerine üç defa boşamış,
sonra Hz. Peygamber'e başvurmuştur. Rasûlüllah (s.a.s);
"Boşamada öğle uykusunun hükmü yoktur" buyurarak,
boşamanın geçerli olduğunu belirtmiştir (el-Kâsânî,
Bedâyiu's-Sanâyi, III, 100; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, III,
39, 40; el-Mevsılî, el-İhtiyâr, III, 124).

Diğer yandan, bir kimse tehdit altında,
karısına dört ay yaklaşmayacağına yemin etse,
eşiyle bir araya gelmeden dört ay geçince Îlâ' yoluyla boşama
meydana gelir (bk. "Îlâ" maddesi). (Ric'î cayılabilir)
boşama halinde, babası oğlunu eşine dönmesi için
zorlasa, bu dönme (barışma) geçerli olur.

Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelîlere göre mükrehin
boşaması geçerli değildir. Dayandıkları deliller
şunlardır: Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
"İğlâk (tazyik, tehdit ve gazap) hâlinde boşama ve köle
azadı geçerli değildir" (Buhârî, Nikâh, 10). Hadisteki
gazap ve öfkeyi; insanı boşama sırasında temyiz gücünden
ayıran, normalin üstündeki öfkeyi anlamak gerekir. Diğer bir
delil şu hadistir: "Şüphesiz Allah, ümmetimden yanılma,
unutma ve yapmaya zorlandıkları şeyin hükmünü kaldırmıştır"
(Buhârî, Talâk, 44, Şurût, 12, Enbiyâ, 27; İbn Mâce,
Talâk, 16, 20). Hanefîlere göre bu hadis umum ifade etmez ve yalnız
ahiretteki cezanın kaldırılması ile ilgilidir
(İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, III, 39).

1917 tarihli Osmanlı Hukuk-ı Aile
Kararnamesi; "İkrah ile vuku bulan talak muteber
değildir" (Madde 105) hükmü ile, çoğunluğun görüşünü
kanunlaştırmıştır.

Hanefîler ikrah olunca, genel olarak akitleri fasit
kabul ettikleri halde bu kuraldan bazı muâmeleleri istisna etmişlerdir.
Evlenme, boşanma, köle azadı, ric'î boşamada eşine dönme,
adak ve yemin, bunlardandır. Onlara göre, Allah ve Rasûlü bu
muamelelerde belirli lafzın kullanılmasını yeterli görmüştür.
Lafzı kullananın bu yönde iradesi bulunmasa bile, lafzın
kullanılmış olması hüküm doğurur. Nitekim hâzil
(şaka yapan, latife beyanında bulunan) hakkında da hüküm
böyledir. Bu konuda mükreh de hâzile kıyas
yapılmıştır. Hezl; sözün konulduğu anlamdan
başka bir kavram için kullanılmasıdır.
Yaptığı tasarruflarda ciddî davranmayan şakacı
kimselere "hâzil" denir. Hâzilin hukukî tasarrufları fâsit
sayılmıştır. Ancak şu üç şey hadisle
istisna edilmiştir:

"Üç şey vardır ki, ciddisi de
ciddidir, şakası da ciddidir; Nikâh, talâk ve ric'î boşama
halinde, kocanın karısına yeniden dönmesi" (Ebû
Dâvud, Talâk, 9; Tirmizî, Talâk, 9; İbn Mâce, Talâk, 13).

Mâliki ve Hanbelîlere göre yukarıdaki hadis, bu
üç şeyin önemine işaret etmektedir. Diğer yandan Hanbelîler;
"Ameller niyetlere göredir" (Buhâri, Bed'ül-Vahy, 1; Müslim,
İmâre, 155) hadisinin umum ifade ettiğini, bu yüzden akit ve
tasarruflarda niyetin bulunması gerektiğini söylerler (bk.
es-Serahsî, el-Mebsût, XXIV, 122; İbn Âbidîn, Beyrut, t.y., IV,
7; Zekiyuddin Şa'ban Usulü'l-Fıkh, Terc. İbrahim Kâfi
Dönmez, Ankara 1990, s. 256, 257).

c) Mükrehin haksız fiilleri:

Bir kimse haksız olarak birisini öldürmeye veya
içki içmeye yahut başkasının malını telef
etmeye ve benzeri fiile zorlanmış ise, bu durumda hüküm fiilin
ve korkutmanın çeşidine göre değişik sonuç doğurur.

Eksik zorlama (gayr-i mülci) hâlinde böyle bir
fiilin işlenmesi caiz olmaz. Buna rağmen fiil işlenmiş
ise, fiile bağlanacak sonuçlar tehdit edene değil, fiili
işleyen mükrehe ait olur.

Tam ikrah durumunda ise üç çeşit fiil söz
konusu olur.

a) Mükrehin yapması gereken fiiller. İçki
içmeye, murdar et veya domuz eti yemeğe zorlanan kimse, bunları
yapmaz, ölünceye veya bir organını kaybedinceye kadar
direnirse günahkâr olur. Çünkü zaruret halinde böyle şeylerin
yenilip içilmesini Allah'u Teâla mübah kılmıştır.
Ayette şöyle buyurulur: "Allah size ancak leş, kan, domuz
eti ve Allah'tan başkası adına kesileni haram
kıldı. Fakat kim darda kalırsa, başkasının
hakkına saldırmadan ve haddi aşmadan (bunlardan yemesinde)
günah yoktur" (el-Bakara, 2/173).

Mübahtan kaçınarak canı veya bir
organı telefe maruz bırakmak haram olup, bilerek kendini
tehlikeye atmak niteliğindedir. Kur'an'da şöyle buyurulur:
"Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın" (el-Bakara,
2/195).

b) Mükrehin sabredip istenileni yapmamakla sevap
kazandığı fiiller: Allah'ı inkâr etmek, dinle alay
etmek gibi bir isteği canı pahasına yerine getirmeyen ve
direnen kimse büyük ecir kazanır. Ancak bu durumda kendisine, kalbi
imanla dolu olmak şartıyla tehdit altında istenen sözleri
söylemesine ruhsat da verilmiştir. Nitekim Kur'an'da; "Kalbi
imanla dolu olduğu halde (inkâra) zorlanan kimse müstesnâ..."
buyurulmuştur (en-Nahl, 16/106).

Müşrikler Hubeyb b. Adiyy'e işkence yaparak
Hz. Peygamber'e sövmesini ve putları övmesini istemişler, o da
bu isteğe uymayarak, onlar kendisini öldürünceye kadar sabretmiştir.
Hz. Peygamber durumu öğrenince şöyle buyurmuştur:
"O, şehidlerin en üstünü ve Cennette benim arkadaşımdır"
(es-Serahsî, a.g.e., XXIV, 44).

Bilginler, farz namazı terketmeye, Ramazan orucunu
bozmaya veya başkasının malını telef etmeye
zorlanan kimseyi de bu çeşit içinde mütalâa etmiştir. Buna göre,
bir kimse can ve organ telefini göze alarak isteğe uymaz ve
bunları yerine getirirse sevap kazanır. İşkence ve
zorlamaya dayanamayıp isteneni yaparsa günahkâr olmaz. Başkasının
malına zarar verilmesi halinde tazmin yükümlülüğü mükrehe
değil, zorlayana aittir.

c) Mükrehin yapması hiç bir şart
altında caiz olmayan filler: Haksız yere bir cana kıyma,
bir organı telef etme veya ölüme yol açabilecek şekilde dövme
ve müslümanların çok önemli ve gizli sırlarını açıklama
gibi. Yapmaması hâlinde, kendi canını yitirme tehlikesi
bulunan bile, mükrehin bu çeşitleri işlemesi caiz
değildir. Bu konuda görüş birliği vardır. Çünkü
başkasının canı da kendi canı gibi masumdur. Bir
kimsenin bir zararı, kendisinden, aynı zararı
başkasına vermek suretiyle gidermesi caiz değildir (bk.
el-İsrâ, 17/33; el-Ahzâb, 33/58; Müslim, Birr, 32).

Kurtubî, Tefsirinde bu konuda şöyle der:
"Bilginler şu hususta görüş birliği içindedir. Başkasını
öldürmeye zorlanan kişi, onu öldürme, hattâ dövme ve benzeri
yolla onun insanlık onuruna karşı işkence ve
saygısızlık etme hakkına sahip değildir. Kendi
başına gelen belâya sabretmesi gerekir; çünkü bir kimse
kendi canını kurtarma karşılığında
başkasını feda edemez" (Kurtubî, el-Cami'li
Ahkami'l-Kur'an, Beyrut 1966, X, 180-181).

Ebu Hanîfe ve İmam Muhammed'e göre, mükreh
kendi canını kurtarmak için cinayet işlerse, kısas
cezası zorlayana (mükrih) uygulanması gerekir. Mükrehe ise
İslâm devleti'nin koyacağı ta'zir cezası verilir.
Burada mükreh, zorlayana göre, caninin cinayeti işlerken
kullandığı alet mesabesindedir. Suçlarda ceza alete değil,
o aleti kullanana verilir. İmam Mâlik ve Ahmed b. Hanbel'e göre,
her ikisine yani fiili işleyene de, onu bu işe zorlayana da
kısas gerekir. İmam Züfer'e göre, kısas cezası fiili
bizzat işleyene (mükreh) verilmesi gerekir. Çünkü kasten ve haksız
yere maktulü öldüren bizzat mükrehtir. Ebû Yusuf'a göre ise, bu
durumda yalnız zorlayanın (mükrih) diyet ödemesi gerekir.
Zorlama yoluyla işlenen suçlarda, suç bütün unsurlarıyla
oluşmadığı için kısas cezası uygulanmaz
(bk. es-Serahsî, a.g.e., 74 vd.; Ebû Zehra, Usulü'l-Fıkh, s. 356
vd.; Zekiyüddin Şa'ban, a.g.e., s. 256 vd.).

Zorla ırzına geçilen kadına günah ve
had cezası gerekmediği konusunda İslâm bilginleri arasında
görüş birliği vardır. Ancak zorlama erkeğe
karşı yapılmışsa, onun zina fiiline ceza
gerektiğini Ebû Hanife söylemiştir. Çoğunluk İslâm
hukukçuları aksi görüştedir. Zorlama halinde haramlık
kalkmamakla birlikte şüphe sebebiyle had cezası düşer.
Hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: "Gücünüzün
yettiği kadar şüphelerde had cezalarını düşürünüz"
(Ebû Dâvud, Salât, 15; Tirmizî, Hudûd, 2; İbn Mâce, Hudûd 5;
Ebû Zehra, a.g.e., s. 262; Zekiyüddin Şaban, a.g.e., s. 259; bk.
"İkrah" maddesi).

Hamdi DÖNDÜREN


Konular