Şamil | Kategoriler | Konular

Müellefe-i kulub

MÜELLEFE-İ KULÛB

Kalbleri ısındırılan,
yumuşatılan kimseler. Bir terim olarak, müellefe-i kulûb;
zekât verilmek sûretiyle kalpleri İslâm'a karşı
yumuşatılmak, zararsız hale getirilmek veya dinde sebat
ettirilmek istenen kimseleri ifade eder.

Müslümanların sayısının az, güç
ve kuvvetlerinin zayıf olduğu devirlerde bu sınıf, müşriklerin
etkisiz hâle getirilmesinde, yeni müslüman olmuş zayıf inançlı
kişilerin imanının
sağlamlaştırılmasında ve bazı müşriklerin
İslâmiyet'i kabul etmesinde bir vasıta olarak
kullanılmış ve bu metodun uygulanması ile büyük
faydalar sağlanmıştır.

Kur'ân-ı Kerim'de zekâtın verileceği
yerler belirtilirken müellefe-i kulûba da yer verilmiştir (et-Tevbe,
9/60). Hz. Peygamber (s.a.s) de bu uygulamayı bizzat kendisi yerine
getirerek müslümanların yanı sıra, henüz İslâm'ı
tam olarak benimseyememiş olan bazı kimselere de zekât vermiştir.

Müslüman olmayanlara zekât verilmesinin nedenleri
iki grupta toplanabilir. Birincisi; kalplerinin
ısındırılması ile müslümanlığı
kabul etmeleri umulan kimselerdir. Meselâ, Safvan b. Ümeyye bunlardandır.
Kendisi şöyle der: "Huneyn muharebesinde Hz. Peygamber (s.a.s),
bana ganimet mallarından bir pay verdi. Halbuki o benim en
sevmediğim kimse idi. Bana vermeye devam etti; sonunda insanlar içinde
en sevdiğim kimse oldu" (Tirmizî, III, 27).

İkincisi; müslümanlara eziyette bulunup
kötülüklerinden korkulduğu için kendilerine zekât verildiği
taktirde, müslümanlara yapılacak eziyetlerin önlenmesi umulan ve
bu sayede diğer gayri müslimlere karşı müslümanların
kuvvet bakımından yararlanacakları kimselerdi. İbn
Abbas bu grup insanlar hakkında şöyle bir hadis rivâyet eder:
"Bazan bir kavim Hz. Peygamber (s.a.s)'e gelir; eğer Hz.
Muhammed (s.a.s) onlara bir şey verirse İslâmiyeti överler ve
"bu din gerçekten iyi bir dindir" derlerdi. Ve eğer
vermeyip boş çevirirse İslâm dinini kötülerlerdi. Süfyân
b. Harb, Uyeyne b. Hısın ve el-Ekra' b. Hâbis bunlardandı"
(Müslim, II, 735).

Ancak Hanefi ve Şâfiilere göre, ne kalblerini
İslâm'a ısındırmak ve ne de başka bir sebeple
ehl-i küfre zekât verilemez. Onlara İslâm'ın ilk dönemlerinde
zekât verilmesi müslümanların sayısının
azlığı, onların sayısının ise çokluğu
yüzündendir. Allah daha sonra İslâm'ı ve müslümanları
aziz kılmış, onları kâfirlerin kalblerini
ısındırmaktan müstağni kılmıştır.
Hz. Peygamber'den sonra dört râşid halife de onlara zekât vermemiş
ve Hz. Ömer şöyle demiştir: "Biz İslâm adına
bir şey vermeyiz. İslâm güçlenmiştir. Dileyen mü'min,
dileyen de kâfir olur".

Mü'minlerden müellefe-i kulûptan sayılarak zekât
verilme sebepleri:

a) Yeni müslüman olup kalplerindeki iman henüz tam
yerleşmemiş olan zayıf imanlı kişileri müslümanlığa
ısındırmak.

b) Müslüman olmuş kabile büyüklerinden bazılarına,
müslüman olmayan arkadaşlarının veya kabile üyelerinin
İslâmiyete rağbet etmelerini sağlamak.

c) Yahudi veya Hristiyan iken müslümanlığı
kabul eden kimseleri İslâm'da sebât ettirmek ve inançlarını
sağlamlaştırmak.

d) Düşman sınırlarında, tehlikeli
cephelerde ve yerlerde olan müslümanların, düşmanın hücûmu
anında kendilerini müdafaa edebilmesi için.

e) Müslümanlar içinde zekât vermek istemeyen bazı
kişilerden mücâdelesiz, savaşsız zekât toplayabilmek
için, onların aralarında, nüfûz ve söz sahibi kişilerden
yararlanılırdı. İşte bu şekildeki nüfûzlu
müslümanlardan faydalanmayı devam ettirmek için müellefe-i kulûb
fonundan zekât verilmiştir.

Müellefe-i kulûbun bir uygulama olarak Hz. Peygamber
(s.a.s)'in devrinde ve Hz. Ebubekir (r.a)'ın hilâfetinin ilk
dönemlerinde devam ettiği bilinmektedir. Hz. Ömer (r.a), Hz.
Ebubekir (r.a)'in hilâfeti zamanında İslâmiyetin ve
müslümanların kuvvetlendiği gerekçesi ile, artık bu
sınıfa zekât vermeye ihtiyaç kalmadığını
belirterek bu sınıfa zekât verilmesine karşı çıkmıştır.
Hz. Ömer (r.a)'in bu hareketi, Hz. Ebubekir (r.a) ve diğer sahabeler
tarafından da tasdik edilmiştir. Hz. Ömer (r.a)'in bu
müdâhalesi ile bu sınıf, zamanımıza dek yürürlükten
kalkmıştır.

İslâm âlimleri içinde müellefe-i kulûbun
ebediyyen yürürlükten kalktığı görüşünü
savunanların yanında, bu sınıfın her devirde geçerli
olduğunu müdafaa edenler de vardır.

Özetle müellefe-i kulûb sınıfı,
İslâm'ın mücâdele metodunun mâlî güçlerle de takviye
edilebileceğini gösterir. Bu yol, İslâm inancının güçlenmesinde
ve yayılmasında önemli bir metoddur. Düşmanı para
ile yumuşatmak, etkisiz hâle getirmek ve millet için zararlı
bir unsur olma ihtimali bulunan kimseleri, iman dâiresi içinde sağlam
bir şekilde oturtmak için onlara zekâttan bir hisse ayrılmış
ve bir fon açılmıştır. Düşman
sırlarını elde edebilmek için ajan ve casuslar yetiştirmek,
İslâm'a karşı yönelen tehlikeleri etkisiz hâle
getirebilmek ve düşman basın ve iletişim araçlarını,
İslâm'ın lehine çevirme yolunda gerekli harcamalarda bulunmak
da bu fona dahildir (Daha geniş bilgi için bk. el-Kâsânî,
Bedâyiu's-Sanâyi', Beyrut 1328/1910, II, 42, vd.; İbnü'l- Hümâm,
Fethu'l-Kadîr, Bulak 1315, II, 14 vd.; İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtar,
Mısır, t.y., II, 79 vd.; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid,
Mısır, t.y., I, 266 vd.).

Mefail HIZLI


Konular