Şamil | Kategoriler | Konular

Mücahid

MÜCÂHİD

Çaba sarfeden, tüm imkânlarını kullanarak
belli bir hedefe varmak isteyen; düşmana karşı var gücüyle
savaşan, dünyevî hiç bir menfaat beklemeksizin sırf Allah
rızası için ve O'nun yolunda cihad eden kimse.

"Mücahid" tabiri arapça bir kelime olup
"câ.he.de" (Cihad etti) fiilinin ism-i fâilidir. Çoğulu
"mücâhidun".

"Cihad" ve "mücâhid" terimleri
birer İslâmî kavramdır. Dolayısiyle, bu kavramlârın
ne manaya geldiklerini, kimlerin bu kavramlarla nitelenebileceğini en
iyi bilen Allâh ve Rasûlüdür.

Cihadın Allah rızası için ve O'nun
yolunda yapılması, İslâm'ın şart
koştuğu bir husustur. Allah yolunda olmayan, O'nun
rızasını taşımayan tüm savaşlar, harcanan
paralar ve sarfedilen gayretlerin cihad sayılamayacağı, bu
tür mücahedeye katılan kimsenin de mücâhid olamayacağı
muhakkaktır.

"Ey iman edenler! Allah'tan korkun O'na
yaklaşmaya yol arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa
eresiniz " (el-Mâide, 5/35);

"(Ey iman edenler!) Gerek hafif, gerekse ağır
olarak hep birlikte savaşa çıkın, mallarınızla
ve canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer
anlıyorsanız, bu sizin için daha hayırlıdır"
(et-Tevbe, 9/41);

"Doğrusu, inanıp hicret edenler, Allah
yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenler ve muhacirleri
barındırıp onlara yardım edenler (var ya) işte
bunlar birbirlerinin dostudurlar" (el-Enfâl, 8/72);

"Îman edip hicret edenler, Allah yolunda savaşanlar
ve muhacirleri barındırıp onlara yardım edenler...
İşte onlar gerçekten inanmış olanlardır. Onlara
mağfiret ve cömertçe verilmiş rızıklar vardır"
(el-Enfâl, 8/74).

Bu ve buna benzer âyetlerin hemen hemen tamamında
cihadın, Allah yolunda olması gerektiği vurgulanıyor.
Bu da, cihadın ve mücâhidin ne manaya geldiğinin açık
bir delilidir.

Hz. Peygamber (s.a.s)'den nakledilen bazı hadisler,
mücâhid kavramına daha da bir açıklık getirmektedir.
Şöyle ki; Ashabtan biri Rasulullah (s.a.s)'a gelerek;

"Ya Rasulûllah! Dünya menfaatlerinden bir
menfaat umarak Allah yolunda cihad etmek isteyen kişinin durumu nedir?"
diye sorunca, Rasulûllah:

"Onun ecri (sevabı) yoktur", diye cevap
verir. Adam aynı soruyu iki kere daha sorar, her seferinde "Onun
ecri yoktur" cevabını alır (Ebu Dâvûd, Cihad, 24).

Başka bir hadiste şöyle rivayet edilir:

A'râbînin biri Rasulûllah (s.a.s)'a gelerek:
"Kimisi şöhret için, kimisi öğülsün diye, kimisi
ganimet elde etmek için savaşıyor. (Bu konuda ne dersin?)"
deyince, Rasulûllah: "Yalnızca Allah'ın Kelimesi üstün
olsun diye savaşan kimsenin mücahedesi Allah yolundadır, "
diye cevap vermiştir (Ebu Dâvud, Cihad, 24).

Cihadın İslâm dininde büyük bir ehemmiyeti
vardır. Bu önemine binaen Cenab-ı Allah, cihadı,
kıyamete kadar devam edecek bir farz kılmıştır.
Bazılarının iddia ettiği gibi cihad, geçici bir
zaruretten doğmuş değildir. Şayet cihad, müslümanların
hayatında geçici bir zaruret olmuş olsaydı, Allah Teâlâ,
Kitabullahın büyük bir ekseriyetini en kuvvetli ifadeleri
kullanarak bu mevzua tahsis etmez ve aynı şekilde, Rasulûllah'ın
hadislerinde de en kuvvetli ifadeler ve en ısrarlı emirler cihad
için sarfedilmezdi. Şayet cihad, geçici bir zaruret olsaydı,
Allah'ın Rasûlü, kıyamete kadar gelecek olan insanları
ferd ferd içine alan şu hadisini irad etmezdi:

"Kim cihad etmeden ve cihada niyet de etmeden
ölürse, nifaktan bir şube üzerine ölmüş olur" (Mesâbîkü's-Sünne'den,
Fi Zilâli'l-Kur'ân trc., III, 408).

Cenab-ı Allah, öneminden dolayı cihadı
farz kılmış ve gücü yeten her mü'mini bununla mükellef
tutmuştur. Yüce Rabbimiz cihadı terk edenleri tehdit
etmiş, kendi yolunda samimiyetle mücahede eden mücâhidlere de
büyük mükâfatlar vadetmiştir. Kur'ân-ı Kerim'de, her iki
gruba da yönelik vad ve vaîdleri görmek mümkündür:

"Allah'a inanın, Rasûlü ile beraber cihad
edin diye bir sûre indirildiği zaman, onlardan servet sahibi
olanlar, senden izin istediler ve; bizi bırak, oturanlarla beraber
olalım, dediler. Geride kalan kadınlarla beraber olmağa
razı oldular. Çünkü onların kalplerine mühür vuruldu, dolayısıyla
anlayamazlar" (et-Tevbe, 9/86, 87).

Cenab-ı Allah, cihaddan kaçınan böyle
kimselerin, yaptıklarının mutlaka
karşılığını göreceklerini şöyle dile
getiriyor:

"Allah, içinizden cihad edip, Allah'tan,
peygamberinden ve inananlardan başkasını sırdaş
edinmeyenleri ortaya çıkarmadan kendi halinize
bırakılacağınızı mı zannediyordunuz?
Muhakkak, Allah işlediklerinizden haberdardır" (et-Tevbe,
9/16).

"Allah, içinizden cihad edenleri ve sabredenleri
açığa çıkarmadan cennete gireceğinizi mi
sanıyordunuz?" (el-Bakara, 2/218).

"Andolsun ki, içinizden mücahidlerle
sabredenleri belirleyinceye kadar ve herbirinizi açıklayıncaya
kadar sizi imtihan edeceğiz" (Muhammed, 47/31).

Görüldüğü gibi Rabbimiz, mücahidlerle
cihaddan kaçınanları, hattâ bu arada kendini mü'min imiş
gibi göstermeye çalışan münafıkları imtihan etmek
suretiyle ortaya çıkaracağını söyleyerek tehdit
ediyor. Ta ki saflar netleşsin, mü'min münafık birbirinden
ayrılsın, arada karanlık hiç bir nokta kalmasın.

Zahidlerden Fudayl İbn Iyaz bu âyeti okuyunca ağlar
ve şöyle dermiş: "Allah'ım bizi imtihan etme!
Çünkü sen imtihan edersen biz rezil oluruz, sırlarımız
ortaya çıkar ve azaba düçar edersin" (Seyyid Kutub, Fî
Zilâli'l-Kur'ân, XIII. 402).

Cihad denilince akla ilk gelen şey savaş
olmakla beraber, cihad kavramı, bundan çok daha kapsamlı bir
manâyı ihtiva etmektedir. Allah yolunda canla, malla, söz ve
kalemle yapılan mücadelenin tümü cihad kapsamına girer.
Bununla birlikte, canla ve malla yapılan cihad en kutsal
cihaddır. Hakiki manâda bir mücahid de, böylesi bir cihadda
bulunan kimsedir.

Rabbimiz, böylesi bir cihada katılan mücahidlerle
yerlerinde oturan mü'minlerin aralarındaki farkı şöyle
dile getiriyor:

"Mü'minlerden-özür sahibi olanlar dışında-
oturanlarla, Allah yolunda malları ve canlarıyla cihad edenler
bir değildir. Allah, malları ve canlarıyla cihad edenleri
derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır.
Bununla beraber Allah, her ikisine de güzelliği (Cenneti)
vadetmiştir. Ama mücahidleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle
üstün kılmıştır. Kendi katından onlara
dereceler, mağfiret ve rahmet vardır. Ve Allah, Ğafûr'dur,
Rahîm'dir" (en-Nisa 4/95, 96).

Bu âyetler, Allah yolunda canlarıyla ve
mallarıyla cihad eden müslümanlarla, mazeretleri dolayısıyla
cihada katılamayan müslümanları
karşılaştırıyor. Malla ve canla mücadele eden
mü'minlerle, cihadı terkeden müslümanların eşit
olamayacakları kaidesini koyuyor. Gerçi mü'min oldukları ve içlerinden
cihada katılmayı geçirdikleri için, Cenab-ı Allah, geçerli
mazereti olanlara da mükâfat vadetmiştir ama; "Allah yolunda
malları ve canları ile cihad edenlerle, yerlerinde oturanlar
asla bir değildir. Allah, mallarıyla ve canlarıyla cihad
edenleri, derece bakımından çok üstün kılmıştır.
"

Cihada katılmadıkları için
kendilerinden, "yerlerinde oturanlar" diye bahsedilen
müslümanların, haddizatında mü'min oldukları, asla münafık
olmadıkları, âyet-i kerîmenin, "Bununla beraber Allah,
her ikisine de cenneti vadetmiştir" kısmından açıkça
anlaşılıyor. Aksi olsaydı, Rabbimin onlara cenneti
vadetmesi söz konusu olamazdı.

Zeyd İbn Sabit yukardaki âyetin nüzûlü ile
ilgili olarak şunları söylüyor:

"Mü'minlerden, Allah yolunda cihad edenlerle
oturanlar bir değildir" âyeti nazil olduğu zaman Rasûlullah
(s.a.s)'ın yanındaydım. Özür sahiplerini zikretmedi.
Bunun üzerine İbn Ümmi Mektûm:

-Nasıl olur ben görmeyen bir âmâyım, dedi.
Tam bu sırada Rasûlullah'a, oturduğu yerde vahiy hali geldi. O
da bacağıma dayandı nefsimi elinde tutan Allah'a yemin
ederim ki, bacağımın üzerinde öyle ağırlaştı
ki onu ezeceğinden korktum. Sonra bu hali geçti. Bana
"Yaz" diyerek, Özür sahipleri hariç, mü'minlerden, Allah
yolunda cihad edenlerle oturanlar bir değildir" âyetini yazdırdı
(el-Vâhidî, Esbâbü'n-Nüzül, Mısır 1968 s. 100).

Rasûlullah (s.a.s), "Mücâhid"lerin
cennetteki makamlarını şöyle tasvir ediyor:

"Cennette yüz derece vardır. Allah
onları, kendi yolunda mücadele edenler için hazırlanmıştır.
Her iki derece arasındaki uzaklık, gökle yer arasındaki
uzaklık gibidir. Siz Allah'tan istediğinizde Firdevs'i isteyin.
Çünkü o, Cennetin tam ortası ve en yüce yeridir" (Buhari,
Cihad, 4).

Abdullah İbn Mes'ud yoluyla nakledilen bir hadiste
de, Rasûlullah'ın şöyle buyurduğu rivayet edilir:

"Kim Allah yolunda bir ok atarsa, onun için bir
derece mükâfat vardır. " Birisi; "Ya Rasûlullah, derece
nedir?" diye sorunca Rasûlullah: "Dikkat et, o senin ananın
eşiği değildir. Her iki derece arasındaki mesafe yüz
yıllık yoldur" diye cevap verdi (Nesâi, Cihad 26).

Şu hadisler de Allah yolunda cihadda bulunan
"mücâhid"lerin faziletlerinden ve üstünlüklerinden
bahsetmektedir:

"Allah yolunda cihad eden kimse, Allah'ın
şu garantisi altındadır: Allah, ya onu mağfiretine ve
rahmetine katar (şehâdetle) veya onu sevab ve ganimetle geri
döndürür. Allah yolunda cihad eden kimsenin, dönünceye kadar ki
durumu; gevşeklik etmeksizin gündüzleri oruçlu ve geceleri ibadete
devam eden kimsenin durumu gibidir" (Buhârî, Cihâd, I; İbn
Mace, Cihâd, 1).

Rasûlullah (s.a.s)'a soruldu: "Ya Rasûlallah,
insanların hangisi daha faziletlidir?" Allah'ın Rasûlü
şöyle cevap verdi: "Canıyla, malıyla Allah yolunda
cihad eden mü'mindir" (Buharî, Cihad, 2).

"Sabahleyin veya akşamleyin herhangi bir
vakitte Allah yolunda (cihad için) bir kere yürüyüş, şüphesiz
dünyadan ve dünyadaki şeylerin hepsinden
hayırlıdır" (İbn Mace, Cihad 2).

"Allah yolundaki toz ile Cehennem dumanı müslüman
bir kulda toplanmaz" (İbn Mace, Cihad, 9).

Hadislerden de anlaşıldığı
gibi, mücahidlerin üstünlüğü maddi ölçülerle ölçülemeyecek
derecede büyüktür. Bununla beraber şu bir gerçektir ki; her
müslüman aynı derecede cihada iştirak edemez. Önemli olan,
her mü'minin gücü nisbetinde cihad etmesi ya da cihad edenlere destek
sağlamasıdır. Mücahidlerin geride kalan aile efradını
gözetmek, cihada çıkan mücahid geri dönünceye kadar aile efradının
ihtiyaçlarını karşılamak da hemen hemen cihad kadar
önemli bir görevdir. Allah Rasûlü buna işaret ederek şöyle
buyurur:

"Kim Allah yolunda savaşan bir gâziyi
mükemmel bir şekilde teçhizatlandırırsa, o gazi
ölünceye veya savaştan dönünceye kadar (kazandığı)
sevâbın bir misli onu teçhizatlandıran kimseye olur"
(İbn Mace, Cihad, 3).

"Kim Allah yolunda bir gaziyi teçhizatlandırır
veya geride kalan aile efradına bakarsa gaza etmiş gibi
olur" (Tirmizî, Cihad, 6);

"Kişinin harcadığı
dinarın en faziletlisi, onun çoluk çocuğuna
harcadığı dinar, Allah yolunda bir at için harcadığı
dinar ve kişinin Allah yolunda (savaşan) arkadaşlarına
harcadığı dinardır" (İbn Mace Cihad 4).

Halid ERBOĞA


Konular