Şamil | Kategoriler | Konular

Mücahede

MÜCÂHEDE

Gayretle çalışma, çaba gösterme, nefs ile
savaşma, Allah yolunda düşmanla karşı
karşıya savaşma. "Ce.he.de" fiilinin mastarı.
Diğer adı da cihad'dır. Allah yolunda savaşana da mücahid
denir. Cihad, Hz. Peygamber'in ifadesiyle şu şekilde
vasıflandırılır. "Allah'a en sevimli gelen ve en
faziletli amellerden birisidir" (Bûhâri, Edeb, I, Cihâd I; Ahmed
b. Hanbel, Müsned, II, 32); "İnsanların en faziletlisi de
Allah yolunda malıyla ve canıyla mücâhede eden mü'mindir"
(Buhari, Cihâd, 2). Allah yolunda savaşın (mücahede) esas
gayesi, Allah'ın dinini yaymak ve onu yüceltmektir (Buhâri, Tevhid,
28). Bu özelliğinden dolayıdır ki Kur'an-ı Kerim'in
pek çok yerinde cihada teşvik edilmiş ve şöyle buyurulmuştur:
"Ey inananlar! Sizi can yakıcı bir azabdan kurtaracak,
kazançlı bir yolu size göstereyim mi? Allah'a ve peygamberine inanırsanız;
Allah yolunda canlarınızla, mallarınızla cihad
edersiniz; bilesiniz, bu sizin için en iyi yoldur. Böyle yaparsanız,
Allah günahlarınızı bağışlar; sizi içlerinden
ırmaklar akan cennetlere, Adn cennetlerinde hoş yerlere koyar. Büyük
kurtuluş budur"(es-Saff, 61/10-12. Ayrıca bk. Mâide, 5/35;
Hacc, 22/77-78). Hz. Peygamber de konu ile ilgili olarak şöyle
buyurmuştur: "Allah yolunda savaşan kimse -Allah kendi
yolunda savaşanları daha iyi bilir- Gündüzlerini oruçla
gecelerini namazla geçiren kimse gibidir. Allah, kendi uğrunda
savaşa çıkan kimseye, şayet ölürse Cennete koymayı
ve eğer geri dönerse ganimetle beraber sevap vermeyi garanti eder"
(Buhâri, Cihâd, 2, Tevhid, 28).

Mücahede; kâfirlere, münafıklara, din düşmanlarına
ve dinden dönenlere karşı yapılır (Furkan, 25/52; Mümtehine,
60/1; Tahrim, 66/9; Mâlik b. Enes, Muvatta', Zekât, 30). Allah yolunda
mücahedenin ilk şartı ise, inanmış olmaktır.
Çünkü ayette "İnananlar Allah yolunda savaşırlar,
inkâr edenler de tâğut yolunda savaşırlar" (en-Nisa,
4/76) buyurulmuştur. Allah yolunda savaşanlar ise gerçekten
inanmış olanlardır (bk. el-Hucurât, 49/15). Aynı
zamanda onlar birbirlerinin dostudurlar (bk. el-Enfâl, 8/74-75), Allah
düşmanlarını dost edinmezler (bk.el-Mümtehıne,
60/1).

Mücahede, gerçekten inanmış olanların
karakteristik özelliğidir. Gerektiğinde Allah yolunda ölmek,
onlar için bir şereftir. Çünkü Kur'an-ı Kerim'de
"Allah, mü'minlerden mallarını ve canlarını,
Cennet kendilerinin olmak üzere satın almıştır. Onlar
Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve öldürülürler. Bu,
Allah'ın üzerine bir borçtur. Gerek Tevrat'ta, gerek İncil'de,
gerek Kur'ân'da (Allah, yolunda çarpışanlara cennet
vereceğini vadetmiştir)" (et-Tevbe, 9/111)
buyurulmuştur. Allah onlardan yanadır" (bk. en-Nahl,
16/110).

Allah yolunda savaş (mücahede), insanlar için
aynı zamanda bir imtihan vesilesidir (Âlu İmrân, 3/142-143;
Muhammed, 47/31; et-Tevbe, 9/16). İnamrak Al(ah yolunda mücadele
edenlerle, özürsüz olarak cihada katılmayanlar Allah katında
bir sayılmayacak; canlarıyla, mallarıyla cihad edenler
mertebece daha üstün tutulacaklardır. Onlar Allah'ın rahmetini
ve dolayısıyla Cennetini de umabilirler. Onlar doğru
yoldadır. Gerçek mutluluğa erişenler de onlar
olacaktır (el-Bakara, 2/218; en-Nisa,4/95-96; et-Tevbe, 9/20, 88;
el-Ankebût, 29/69).

Allah uğrunda savaşanlar netice itibâriyle
kendileri için savaşmış olurlar. Çünkü Allah,
âlemlerden müstağnidir (el-Ankebût, 29/6) ve "Şüphesiz,
inkâr edenler, Allah yolundan alıkoyanlar ve kendilerine doğru
yol belli olduktan sonra Peygambere karşı gelenler, Allah'a hiç
bir zarar veremezler. O, onların işlerini boşa çıkaracaktır
(Muhammed, 47/32).

Peygamber Efendimiz, "Mekke'nin fethinden sonra
artık hicret yoktur, fakat cihad ve niyet vardır..." (Buhâri,
Cihâd, 1) buyurmak suretiyle cihâdın her devirde
yapılması gerektiğine işaret etmiştir.
Kahramanlık olsun diye, ne cesur adammış desinler diye veya
gösteriş olsun diye savaşanlardan hangisi Allah yolundadır,
sorusuna cevaben de: "Kim Allah'ın şânını yüceltmek
için savaşırsa, o Allah yolundadır" (Buhârî, Tevhid,
28) buyurmuştur. Şu halde Allah yolunda mücâhede eden kişi
niyetinde samimi ve amelinde ihlâslı olmalıdır. Aksi
takdirde çabaları boşa çıkabilir.

İnanan insanın hayatta en çok değer
vereceği iki şey Allah ve Rasûlü olmalıdır. Onlar
uğrunda yapılacak mücâhedeye hiç bir şey engel
olmamalıdır. Yoksa bir gün Allah'ın azâbını
beklemek muhtemel olabilir. Bu gerçek, Kur'an-ı Kerim'de şöyle
dile getirilmiştir:

"De ki; babalarınız,
oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz,
akrabanız, elde ettiğiniz mallar, durgun gitmesinden
korktuğunuz ticaret, hoşunuza giden evler sizce Allah'tan;
Peygamberinden ve Allah yolunda savaşmaktan daha sevimli ise,
Allah'ın buyruğu gelene kadar bekleyin. Allah fâsık
kimseleri doğru yola eriştirmez" (et-Tevbe, 9/24).

Konuyla ilgili âyet ve hadislerden de anlaşılacağı
gibi cihâd, canla ve malla yapılır. Fakat en önemlisi insanın
önce kendi nefsiyle mücâhede etmesidir. Çünkü nefsine hâkim
olamayan kimse, düşman karşısındaki mağlubiyeti
peşinen kabul etmiş demektir. İşte bunun içindir ki
"İnananlardan özürsüz olarak yerlerinde oturanlar ile, mal ve
canlarıyla Allah yolunda cihâd edenler birbirine eşit
değildir..." (en-Nisa, 4/95) buyurulmuştur.

Tasavvufta ise, mücahede nefsi zorluklarla yormak ve
onun arzu ve isteklerine karşı çıkmaktır. Daha
geniş olarak, makam ve servete, bünyeyi semirtip ruhu öldüren
lezzetli nimetlere karşı nefsin tutku haline gelen meylini
dizginleyip yavaş yavaş ona karşı çıkmak ve onun
varlığını yok etmeye çalışmaktır.

Kuşeyri: "Tasavvufta, hal ve makam sahibi
olmak için harcanan sürekli ve düzenli çabalara mücâhade ve rıyâzât
adı verilir" demiştir.

Allah Teâlâ: "Uğrumuzda mücahede edenlere,
mutlaka yollarımızı göstereceğiz"
buyurmuştur (İbrahim, 14/12).

Rasulûllah (s.a.s)'de: "Nefsinin senin üzerinde
hakları vardır" buyurarak mücâhadede ölçünün kaçırılmamasını
istemiştir. Nefsin haklarını çiğnemek, sebepsiz yere
onu zorluklara sürüklemek mücâhade değildir.

Şeyh Tehânevî, Takrir'inde: "Nefsin
istekleri ikidir. Birisi hakları, diğeri duyduğu
hazlarıdır. Vücudu ayakta tutabilmek için nefsin hakları
korunmalıdır. Nefsin hazları ise, yaşamak için
gerekli olmayan fazlalıklarıdır. Mücâhedenin gayesi
hazları yok etmek, hakları bırakmaktır"
demiştir. Nefse karşı çıkmanın bir gayesi
olmalıdır. Aksi halde zarar doğurur, mücâhede de sayılmaz.
Üzüntü ve kedere tahammül, mücâhedenin yüksek derecelerindendir.

İnsan mücahide ile huylarını kökünden
söküp atamaz. Onları faydalı hale getirir. Nitekim Rasulüllah
(s.a.s): "Birinin tamamen huyundan vazgeçtiğini duyarsanız
inanmayınız" buyurmuştur. Bununla birlikte, ruhi
hayat, mücâhede ve riyazatla elde edilir. Fakat mücâhede, varılması
istenen bir gaye değil, bir tedbir ve tesellidir.

Mücâhide ve riyazat üç maksatla yapılır.

1- Takva ve vera sahibi olarak Cehennem'den kurtulmak.

2- Kur'an ve Sünnet ahlâkını huy haline
getirerek Cennet'e girmek ve mutlu olmak.

3- Gayba engel olan perdeleri kaldırarak, manevi
alemi seyretmek ve ilâhi tecelliyi müşahede etmek.

Ahmet GÜÇ


Konular