Şamil | Kategoriler | Konular

Mev'ize

MEV'İZE

Dinî öğüt, nasihat, va'z. Çoğulu mevâ'iz'dir.
Birisine öğüt, nasihat edip, kalbini yumuşatacak ve
Allah'ın vereceği cezadan sakındıracak şeyleri
hatırlatmak anlamında bir tabir.

Mev'ize kelimesi ve fiil olarak türevleri, Kur'an-ı
Kerîm'in çeşitli âyetlerinde "öğüt, nasihat, öğüt
vermek ve nasihat etmek" anlamlarında
kullanılmıştır. Öğüdün metotlarının
belirlendiği bir âyette şöyle buyurulur: "Rabbinin yoluna
hikmetle, güzel nasihatle çağır ve onlarla en güzel
şekilde mücâdele et" (en-Nahl, 16/125). Faiz yasağını
öğrenen mü'minin durumuyla ilgili olarak şöyle buyurulur:
"Allah alış-verişi helal, faizi (ribâ) haram kılmıştır.
Bundan böyle kim Rabbinden kendisine bir öğüt gelip de faizden
vazgeçerse geçmişi ona ve işi de Allah'a aittir. Kim de tekrar
faize dönerse onlar o ateşin yaranıdırlar ki, orada onlar
ebedî kalıcıdırlar" (el-Bakara, 2/275).

Kur'an-ı Kerîm'in mü'minler, muttakîler için
bir hidayet kaynağı ve bir öğüt olduğunu bildiren
âyetler bu konuda asıl öğüt kaynağının Kur'an
olduğuna dikkati çeker (el-Bakara, 2/66; Âlu İmrân, 3/138;
el-Mâide, 5/46; Hûd, I1/120; en-Nûr, 24/34).

Hz. Peygamber, dinin nasihatten ibaret olduğunu
bildirmiş ashab-ı kiramın talim ve terbiyesi, gerek
Mescid-i Nebevî'de, gerek evlerde ve gerekse dışarıda
yapılan sohbet, mev'ize ve öğütlerle gerçekleşmiştir.
Düzenli bir eğitim kurumu olarak yalnız "Ashâbu's-Suffe"
görülür. Burası Medine'ye dışarıdan gelmiş,
kimsesiz, yoksul, fakat ilim ve irfana talip sahabîlerin bir çeşit
yatılı okulu gibiydi. Bunlar gündüzleri mescidde ilim ve
ibadetle meşgul olur, Suffe'yi yatakhane ve ilmî müzakere yeri
olarak kullanırdı. Öğretmenleri başta Hz. Peygamber (s.a.s)
olmak üzere, Abdullah b. Mes'ud, Ubey b. Ka'b, Muaz b. Cebel,
Ebu'd-Derdâ, Ubâde b. es-Sâmit gibi bilgin sahabelerdi (Ebû Dâvud,
Büyû', 36; Kurtubi, el-Câmi' li Ahkâmil-Kur'an, III, 340; ez-Zebîdî,
Tecrid-i Sarih tercemesi (Terc. Ahmet Naim), II, 540; Elmalılı,
M.Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'ân Dili, II, 940; "Âshâbü's-Suffe"
maddesi).

Öğütle, edeb ve te'dîbin yakın ilgisi
vardır. Çünkü öğüt ve nasihatın amacı
kişileri haram ve mekruhlardan uzaklaştırarak edeb sahibi
kılmak, Allah'ın ve Rasûlünün emir ve tavsiyelerine uymayı
sağlamaktır. Edeb bir terim olarak şöyle tarif edilmiştir:
"Kişiyi fazîlete götüren her bir güzel davranışa
edeb denir. Bu yüzden oturma ve kalkmaktaki güzel haller, güzel
ahlâklar ve beğenilmiş hasletlerin bir araya gelmiş
şekli edep sayılır" (Tehânevî, Kes,sâfu İstilâhâti'l-Fünûn,
s. 61). Kâmus mütercimi; fakihlere göre, sünnete dayalı olan
hareketlere edep dendiğini kaydettikten sonra, konuyu şöyle açıklar:
"Özet olarak, edebin kapsamında Allah ve Rasûlünün açıkça
razı olduğu bilinen ahlâktan başka, şeriatın
uyulmasını istediği ve aklın güzel gördüğü
davranış ve sözlerde yer alır. İffet, zerâfet
nâziklik, dürüst davranma, insaflı ve yumuşak muâmele yapma
ve diğer ahlâkın üstünlükleri ve güzel vasıflar bunlar
arasında sayılabilir" (Kâmûs Tercemesi, I, 72). Böylece
mev'ize'nin kapsamına Allah ve Rasûlünün emir ve yasakları
girdiği gibi edeb ve ahlâk konuları da girer. Emr-i bil-ma'rûf
ve nehy-i anil-münker (iyiliği emir ve kötülükten nehiy) işi
de sözlü olarak yapıldığı sürece, mev'ize niteliğindedir.

Allah yolunda davette tedrîc metodu:

Kur'an-ı Kerîm'de Allah yoluna davette izlenecek
metod; hikmet, güzel öğüt ve en güzel şekilde mücadele
olarak belirlenmiştir (en-Nahl, 16/125). Davette izlenecek bu üç
unsurdan;

a) Hikmet; hakkı açıklayan, şüpheleri
gideren, aklî delilleri, Kur'an ve hadislerden ikna edici kıssa ve hükümleri
kapsar. Bilimin verilerinden yararlanarak yapılacak konuşmalar
da bu niteliktedir. Bu çeşit davet daha çok aydın kesime yönelik
olur. Eğitim yoluyla aklî melekeleri geliştiği için,
onların hikmetli söz ve vecîz konuşmalarla irşadı
daha kolay olur.

b) Güzel öğüt (el-mev'izetü'l hasene); ikna
edici konuşmalar ve yararlı sözler bu niteliktedir. Bu çeşit
öğüt, halk tabakasına yararlı olur. Bunlar, toplumun çoğunluğunu
teşkil eden avam olup, olgunluk sınırına
ulaşmamakla birlikte, aşağı derecede bulunmayan, selim
fıtratını muhafaza edegelen insanlardır.

c) En güzel mücadele; inatçı, itirazcı ve
hasımlaşmayı seven kimselere karşı uygulanacak
metottur. Burada, mücadeleden maksat; münakaşa, münazara ve fikir
tartışmasıdır. Bunun da; nâzîk, yumuşak ve edep
ölçüleri içinde yapılması, yani mücadelede en güzel yolun
izlenmesi gerekir (er-Râzî, et-Tefsîru'l-Kebîr, Kahire, ts., XX,
139-140).

Kocasına başkaldıran, haklı ve
meşru isteklerinde ona itaat etmeyen kadının te'dîbinde de
Kur'an en hafifinden ağırına doğru aynı yolu
izler. "Fenalık ve geçimsizliklerinden korktuğunuz
kadınlara gelince; 1) Önce kendilerine öğüt verin, 2) Sonra
uslanmazlarsa kendilerini yataklarında yalnız bırakın,
3) Yine de dinlemezlerse (şiddetli olmamak üzere) dövün. Size
itaat ettikleri takdirde, onlara fenalık konusunda bahâne aramayın"
(en-Nisâ, 4/34).

Buna göre, İslâmî terbiye ve irşatta önce
yumuşaklık, rıfk ve tatlılık yolu denenecektir.
Hz. Peygamber'in irşadında, daima gönüle hitab ettiği,
yumuşak davrandığı, sevgi ve muhabbet yolunu tercih
ettiği görülür. Kur'an-ı Kerîm'de, Allah elçisinin bu
davranışı şöyle açıklanır: "Sen,
Allah'tan bir esirgeme sayesinde, onlara karşı yumuşak
davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar
senin çevrenden dağılıp giderlerdi" (Âlû İmrân,
3/159). Hz. Peygamber bir hadisinde şöyle buyurmuştur: "Ya
Rabbî, bir kimse ümmetimin herhangi bir işini üzerine alıp
da, zorluk çıkarırsa, sen de ona zorluk çıkar, kim
ümmetimin herhangi bir işini üzerine alıp da; onlara rıfk
ve yumuşaklıkla davranırsa, sen de ona rıfk ve mülâyemetle
muâmele et" (Müslim, İmâre, 19; Ahmed b. Hanbel, Müsned, VI,
93). Rıfk'la muâmele Allah'ın sevdiği bir
vasıftır. "Allah rıfk sahibidir, bütün işlerde
mülâyim olmayı sever" (İbn Mâce, Edeb, 9) hadisi bunu
ifade eder.

Şu olayda da Allah Rasûlünün üstün irşad
ve ikna gücünü görmek mümkündür. Ebû Ümâme (r.a)'nin rivayet
ettiğine göre, bir genç Hz. Peygamber'e gelerek; "Ey Allah'ın
elçisi bize zina yapmak için izin ver" dedi. Orada bulunanlar
gencin üzerine yürüyerek dayak atmak istediler. Hz. Peygamber:
"Onu bana getirin" der. Genç gelince; "bu fiili annen
için kabul eder misin?" diye sorar, "Vallahi hayır"
cevabı üzerine: "Başkaları da anneleri için buna razı
olmazlar" der ve aynı şekilde: "Kızın için...
halan için... teyzen için zinayı kabul eder misin?" diye
soruları çoğaltır. Her seferinde gençten aldığı
cevap; "Hayır" olur. Allah'ın elçisi; "Başkaları
da buna razı olmazlar" buyurur. Sonunda elini gencin üzerine
koyarak; "Ey Rabbim, bu gencin günahlarını affet, kalbini
temizle, cinsiyet uzvunu haramdan koru" diye dua eder. Genç bundan
sonra, harama karşı meyil göstermez (Ahmet b. Hanbel, V, 257).

İrşatta, muhatabın yeteneklerini de
tanıyıp ona göre davranmak gerekir. Hz. Peygamber:
"Herkese derecesine göre davranın" (Ebû Dâvud, Edeb, 22)
buyurmuş, te'dîbin de, muhatabın akıl seviyesine göre yapılmasını
bildirmiştir. "Kölelerinize, akıllarına göre ceza
uygulayınız" hadisi bunu ifade eder. Münâvî, bu hadisi:
"Kendi aklınıza değil, onların aklına uygun
düşecek olan ceza ile cezalandırın" şeklinde açıklamıştır
(Münâvî, Feyzü'l Kadîr Şerhu'l-Câmîi's-Sağîr, Beyrut
1972, IV, 299, V, 257).

Vâizin, işlenen bir hatayı dinleyicilerin yüzüne
vurmaması, kişileri isim olarak teşhir etmemesi gerekir.
Uyarının dolaylı yoldan yapılması daha etkili
sonuç verir. Hz. Enes ve Hz. Âişe'den nakledildiğine göre,
Rasûlüllah (s.a.s), bir kimsenin olumsuz bir davranışını
görse veya kendisine böyle bir davranış haber verilse, bu
davranışı, fâili çağırıp yüzüne vurmadığı
gibi, o kimseyi isim vererek teşhir etmez ve genel bir ifadeyle;
"insanlara ne oluyor da şöyle şöyle söylerler veya
yaparlar" diye ortadan konuşurlardı (bk. Ebû Dâvud, Edeb,
6; İbrahim Canan, Hz. Peygamber'in Sünnetinde Terbiye, Ankara 1980,
s. 276, 277).

Mev'izede kötü sözler kullanmaktan sakınılmalıdır.
İsim vererek tenkid, tahkir, takbih, lânet, beddua, azar, sövme ve
benzeri sözler "kötü söz" niteliğindedir. Hz. Peygamber
şöyle buyurmuştur: "Mü'min, ta'n edici, lânet okuyucu,
müstehcen sözler sarfedici, çirkin lâflar edici olmaz" (Tirmizî,
Birr, 48). "Mü'mine lânet, onu katletmek gibidir" (Buharî,
Edeb, 44; Tirmizî, İman, 16). "Müslümana sövmek (sebb) fısktır"
(Buhârî, Edeb, 44; Tirmizî, İman, 15, Birr, 52). Bu hadislere göre,
mü'mine karşı, kötü söz konuşmak
yasaklanmıştır.

Hz. Peygamber, bazı müşrik kabilelere lânet
etmesi için başvuranlara, isteklerini kabul etmeyerek şöyle
cevap verirdi: "Ben lânet edici olarak gönderilmedim, rahmet olarak
gönderildim" (Müslim, Birr, 87). Sünnet, sadece insana değil,
hayvana, rüzgâr gibi bazı tabiat olaylarına da sövmeyi ve
lânet okumayı yasaklamıştır (Müslim, Zühd, 74).

İyiliği emretme ve kötülükten sakındırma
kabilinden olan tebliğ ve irşad bütün İslâm toplumuna
yükletilen bir kifâî farzdır. Ancak bunu onların içinden bir
topluluk yaparsa, diğerleri de sorumluluktan kurtulabilir. Kur'an-Kerîm'de
şöyle buyurulur: "Sizden hayra çağıran, iyiliği
emreden, kötülükten alıkoymaya çalışan bir topluluk
bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir" (Âlu
İmrân, 3/104). Toplumda kimsenin bu görevi yapmaması hâlinde
bütün toplum sorumlu olur. Allah elçisi şöyle buyurmuştur:
"Siz ya iyiliği emreder, kötülükten alıkoyarsınız,
ya da Allah kendi katından sizin üzerinize bir azap gönderir. O
zaman dua edersiniz, fakat duanız kabul edilmez" (Ebû Dâvud,
Melâhim, 16; Tirmizî, Fiten, 9; İbn Hanbel, V, 388).

Böylece İslâm'ı tebliğ edecek olan mürşid,
vâiz veya tebliğcinin iyi yetişmiş, İslâmî
bilgilerle mücehhez, günün pozitif bilimlerinden haberdar olması,
belli konularda konuşma yapacaksa, konu ile ilgili sağlam
bilgileri kaynaklardan toplaması gerekir. Nasihatın etkili
olması için, önce mübelliğin söylediği şeyleri
kendisinin yaşaması ve bunları günlük hayatında
uygulaması, başka bir deyimle "ilmiyle âmil" olması
gereklidir. Aksi halde tebliğci; "Ey iman edenler,
yapmadığınız şeyleri, niçin söyler
durursunuz?" (es-Saff, 61/2). "Kitabı okuyup
durduğunuz halde kendinizi unutur da, başkalarına mı
iyiliği emredersiniz? Düşünmez misiniz?" (el-Bakara,
2l44) âyetlerinin muhatabı olur.

Lokman aleyhisselâm oğluna öğütle ilgili
şu evrensel öğüdü verir: "Ey oğulcağızım,
namazı gereği gibi kıl; iyiliği emret ve kötülükten
alıkoy. Bu konuda sana isabet edecek sıkıntıya katlan.
Çünkü bunlar kesin olarak farz kılınan işlerdir"
(Lokman, 31/17).

Hamdi DÖNDÜREN


Konular