Şamil | Kategoriler | Konular

Melik

MELİK

Allahu Teâlâ'nın güzel isimlerinden biri.
Hükümdar ve kral anlamında bir kelime.

Me-Le-Ke' fiilinden gelir. Me- le-ke', malik ve sahip
olmak' demektir. Kelime, hem bir şeye sahip olmayı, hem de
kuvvetli olmayı çağrıştırır. Sahip ve malik
anlamında 'melik, malik, melîk' kelimeleri kullanılır.
Masdarı olan mülk veya milk, üzerinde sahip ve tasarrufta bulunulan
şeyi ifade ettiği gibi, tasarrufta bulunmayı da ifade eder.
Bu tasarruf, hem insanlar, öncelikle insanlar, hem de mallar üzerinde
tasarruftur. Nitekim, Allah Teâlâ için insanların meliki denirken,
O'nun insanlar üzerinde mutlak tasarruf sahibi olduğu
anlatılmak istenir. Fakat, yukarıda belirttiğimiz gibi,
şirk koşan insanlar, Allah'ın melikliğini, yeryüzünde
ve dolayısıyla insanlar üzerinde tasarruf sahibi olmak ve
yeryüzündeki servetleri, yani mülkü diledikleri gibi kullanmak için
gasbetmeğe çalıştılar. İblis de, Âdem'i önce
bu noktada kandırmıştır:

"Dedi: Ey Âdem! Seni sonsuzluk ağacına
ve tükenmez bir mülke götüreyim mi?" (Taha, 20/120).

Demek ki, insan Allah'ın hakimiyeti altında
değil, arzuları doğrultusunda sınırsızca
yeryüzünün meliki olmak isteğindedir. Nitekim, tüm diğer
Fir'avnlar gibi, Hz. Musa'nın Allah'ı Rabb, ilâh ve melik
olarak kabul etmeğe çağırdığı
Mısır Fir'avn'ı da Mısır mülkünün kendisine
ait olduğu iddiası içindeydi (ez-Zuhruf, 43/51). Melik ya da
malik olma, malik olunan şey üzerinde isten ildiği biçimde
tasarrufta bulunmayı gerektirir. Bu anlamda, mutlak melik ancak ve
ancak Allah'tır; çünkü, Kur'an'da mülkün yalnızca Allah'a
ait olduğu defalarca tekrarlanmaktadır. Bütün kâinat Allah'ın
mülküdür ve Allah mülkünde dilediği gibi tasarruf sahibidir. Ama,
Allah adil, hakk ve tek ilâh olduğu için kâinatta dengesizlik ve
haksızlık olmaz.

İnsan yeryüzünde halife olduğu, yani Allah
adına yeryüzünde tasarrufta bulunacağı için, kendisine
yeryüzü mülkü üzerinde izafî bir meliklik yetkisi tanınmıştır.
Bu yetki, hiç bir zaman mutlak anlamda olmadığı ve
insanın keyfine bırakılmadığı gibi,
Allah'ın yeryüzündeki hayatının gereği olarak çeşitli
biçimlerde, renklerde, yeteneklerde ve mesleklere sahip olacak
şekilde yarattığı insanlar da, önce bütün olarak bu
meliklik yetkisine sahiptirler. Dolayısıyla, herkesin belli bir
tasarruf sahası vardır. Fakat bu tasarruf, hiç bir zaman mutlak
değil, sınırlı ve Allah'ın
tanıdığı alanda sadece bir emanettir. Öte yandan, tek
tek insanların nasıl mülk sahibi olacaklarını ve mülklerinde
nasıl tasarruf edeceklerini belirten kuralları da Allah her
insana ayrı ayrı değil, insanlar arasından seçtiği
elçiler vasıtasıyla bildirmiş ve genel anlamda yeryüzündeki
mülkiyetini bu elçiler aracılığıyla yürütmeği
dilemiştir. Bu durum Kur'an'da oldukça açıktır:

"Göklerin ve yerin ve ikisi arasındakilerin
mülkü Allah içindir" (el-Maide, 5/18).

De ki: Allah'ım, mülkün sahibi; mülkü dilediğine
verir, mülkü dilediğinden alırsın" (Âl-i
İmran, 3/26).

Allah, gerek meliklik, gerekse mâliklik olarak mülkü
dilediğine verir, dilediğinden alır. O, yeryüzünde
insanlar üzerindeki tasarrufu, yani meliklik, yöneticilik olarak
mülkü, yukarıda da söylendiği gibi, elçilerine vermiştir.
Aynı zamanda, mülk ile bilgi ve hikmet bir arada bulunmak durumundadır.
Bunlarda en fazla Allah'ın elçilerinde mevcuttur; öyleyse ilim ve
hikmet, melikliğin şartlarındandır.

"(Yusuf dedi:) Rabbim, bana gerçekten mülkten
verdin ve bana olayların" te'vilini (yorumunu) öğrettin"
(Yusuf, 12/101).

`"Allah ona (Davud'a) mülk ve hikmet verdi ve ona
dilediğini öğretti" (el-Bakara, 2/251).

Allah, bazen elçilerini hem Resul, hem melik kılar;
Hz. Davud'un ve Hz. Muhammed'in durumlarında olduğu gibi...
Bazen de, peygamberin yanısıra, başka meliklerde var eder.
Nitekim, İsrailoğulları için aynı anda birden fazla
ve birbiri peşi sıra nebiler geldiği gibi, bu nebilerin
yanısıra, onların emrinde melikler de bulunabiliyordu:

"Musa kavmine demişti ki: Ey kavmim!
Allahın üzerinizdeki nimetini hatırlayın; O içinizde
nebiler varetti, sizi melikler yaptı.." (el-Maide, 5/20).

Bu ayette, İsrâiloğulları'nın
hizmetçi, binek ve kadın sahibi olmakla "melik" diye
adlandırıldıkları belirtilmişse de, İsrâiloğulları
içinde nebilerin yanısıra, meliklerin bulunduğu da açıktır.

"Nebilerine, "bize bir melik gönder"
dediler... Nebileri onlara, Allah Talut'u size melik gönderdi" dedi.
"O bizim üzerimizde nasıl melik olabilir? Biz melikliğe
ondan daha lâyığız, ona geniş mal da
verilmemiştir" dediler: (Nebileri de), Allah onu sizin
üzerinize seçti, onun bilgisini ve gücünü artırdı"
dedi" (el-Bakara, 2/246-7).

Buraya kadar açıkladığımız
melik kelimesi, öncelikle yönetici ve tabii olarak, Allah adına
gerek insanlar üzerinde, gerekse yeryüzünde Allah'ın
varettiği servet üzerinde tasarrufu elinde bulunduran kişi
anlamında kullanılmıştır. Kur'an'da, dikkatimizi
çeken bir diğer nokta, insanların mülkü olarak hemen yalnızca
cariyelerin zikredilmiş olmasıdır. Yani, yalnızca
cariyelere malik olunur, bunlar insanların mülküdür; başkalarıyla
paylaşılmaz, belli ölçülerde dilenildiği biçimde
kendileri üzerinde tasarrufta bulunulur. Ayrıca kölelere de
memlûk' denilir. Kur'an, dünya hayatının geçimliği'
dediği servet için "mülk" deyimini kullanmaz. Yenilen,
içilen, sahip olunulan, kısaca kendileriyle dünya hayatı sürdürülen
şeylere çoğunlukla "mal" veya "meta"
tabirini kullanır.

Yukarıda belirttiğimiz gibi, Allah yeryüzündeki
melikliğini, kendi seçtiği ve kendilerine ilim ve hikmet verip,
te'vil öğrettiği kişiler aracılığıyla
yerine getirir. Bunun dışında, bu melikliği gasbetmeye
çalışanlara ve diledikleri biçimde insanlar ve yeryüzünün
servetleri üzerinde tasarrufta bulunanlara da melik denilir. Kur'an,
bunlara da mülkün Allah tarafından verildiğini vurgular. Ama,
bu Allah'ın kendi melikliği için seçtiği insanlara
verdiği bir mülk verişi değil; insanlar hak ettiği için
gerekli gördüğü bir mülk veriştir. İnsana belli bir
irade verildiğinden ve insan yaptıklarından sorumlu
olduğundan eylemlerinin sonucunu mutlaka görür. Temelde Allah'ın
iradesi, yeryüzünde kendi mülkünün, yani kendi melikliğinin hâkim
olması şeklindedir ve bunun için dilediği insanları
seçerek, onlar aracılığıyla melikliğini gerçekleştirmek
ister. Seçimini de hiç bir zaman insanların keyfine bırakmaz.
Çünkü, O mülkünde dilediği gibi tasarruf eder. Ama, insanlar
Allah'ın iradesi doğrultusunda değil de, kendi keyfi
iradeleri doğrultusunda gider ve Allah'ın seçtiklerinin melikliğini
kabul etmezlerse, bu kez Allah başlarına hak ettikleri
meliği getirir. Nitekim, bu anlamda Fir'avnda, İbrahim'le Allah
hakkında çekişen ve kaynaklarda Nemrut diye geçen kişi de
meliktir.

Mülkle ilgili olarak Kur'an'da geçen bir diğer
önemli kelime "melekût"tur. Aslında bütün varlıklar
Allah'ın "ol" emriyle meydana gelmişlerdir. Acaba
Allah'ın "ol" dediği şey nedir? Allah neye
"ol" demektedir? Demek ki, varlıkların gerek salt
nuranî, gerekse cismî ve gerekse şeytan veya cinler gibi
ateşten varlıklar olarak ortaya çıkmadan önce bir asılları,
bir kökleri vardır. Bu asıllar da nurdur,
ışıktır. Bu nur veya ışık Allah'ın
nurundandır.

Allah ise göklerin ve yerin nurudur. Şu halde,
eşyanın hakikatı denilen ve Hakk'tan kaynaklanan,
Allah'ın nuruyla varlık kazanan ve ilm-i İlâhide ezelde
var olan asıllara, varlık köklerine Allah "ol"
deyince varlıklar ya maddesiz nuranî varlıklar, ya güneş
gibi maddi-nuranî, ya da maddi varlıklar haline gelmektedirler.
İşte, varlıkların biçim giymeden ayan-ı sabite
(arketipler) olarak bulundukları durum bir âlem olarak tasavvur
edilip, adına "melekût âlemi" denilmiştir. Bu âleme
Allah'ın dilediği kulları bakabilir ve ilmel-yakîn
halindeki imanlarını ayn'el-yakîn haline getirebilirler; gaybı
şehadete çevirebilirler. Nitekim, Kur'an'ı Kerim'de,
"işte böyle, İbrahim'e göklerin ve yerin melekût'unu
gösteriyoruz" buyurulmakta (el-En'am, 6/75); müşriklerin bu
âleme bakmaları ve ibret almaları, Allah'ın birliğini
görmeleri çağrısında bulunulmakta ve her şeyin melekût'unun
Allah'ın elinde olduğu vurgulanmaktadır.

te yandan "melik" kelimesinin hükümdar,
yani devlet başkanı anlamında kullanılması da söz
konusudur. İslâm devletlerinin hükümdarları genellikle
"melik" ünvanını taşımazlardı.
Kur'an-ı Kerim'de bu kelime Allah için kullanılmadığı
zamanlarda, yabancı ülkelerin hükümdarlarını ifade
etmekteydi. Melik kelimesi, İslâm tarihinde ilk olarak Emevî
devletinin kurucusu Muaviye tarafından
kullanılmıştır. Ancak bu kelime, Asr-ı saadetten
Hulefa-i râşidin döneminin sonuna kadar icrâ edilen şeklin
dışında, İslâm'a aykırı bir idareyi
zihinlere getirdiği için Muâviye'nin bu "melik" ünvanını
alması iyi karşılanmamış ve hatta bazı
âlimler tarafından şiddetle kınanmıştır.

İslâmiyetin ve dolayısıyla Arap dilinin
Asya'da yayılmaya başlamasıyla "melik", Farsça'daki
"şah" manasında kullanılır oldu ve bir hükümdar
ünvanı olarak, özellikle Türk menşeli hükümdar sülâleleri
tarafından kullanıldı. "Melik" kelimesi, Sâsânî
hükümdarları tarafından da benimsenmişti. Daha sonra Büveyhî
hükümdarı Bahâü'd-devle, kendine Farsça'daki "şahinşah"
manasında melikül-mülûk" ünvanını verdi.
"Melik" kelimesi Selçuklularda, Atabeyliklerde ve Artukoğullarında
da uzun süre kullanılmıştır. Osmanlılarda hükümdar
için "melik" ünvanının
kullanıldığını gösteren kayıtlara
rastlanmamıştır.

Şamil İA


Konular