Şamil | Kategoriler | Konular

Meleklere iman

MELEKLERE İMAN

Melek; erkeklik ve dişilik özelliği olmayan,
yemeyen, içmeyen, evlenmeyen, doğmayan, doğurmayan, normal gözle
görülmeyen, Allah'ın emirlerine itaat eden yaratıklardır.

Arap dili uzmanlarına ve bazı İslâm
âlimlerine göre "Melek", arapça bir kelime olup,
"Elûk" veya "Elûke" kökünden gelir. Elûk,
"götüren", elûke ise "haber götüren" manâsınadır.
Çoğulu "melâike" gelir. Ancak "melek"
kelimesinin, Arapça'da bazan, hem tekil, hem çoğul manasında
cins ismi olarak kullanıldığı da görülür. Bu
kelimenin kökü sayılan "elk", aslında,
"risalet" yani "elçilik"; melekde, "elçi"
demektir. Kelime önce, mef'al vezninde "melek" idi. Sonra hemze
"lâm" harfinden sonraya alınarak "melek"
olmuş; daha sonra hemze de kaldırılarak "melek"
haline getirilmiştir. Bu gibi değişikliklere Arapçada
çokça rastlanır.

Müfessir İbn Hayyâm ve dilcilerden Rağib
el-İsfahânî, melek kelimesinin, "kuvvet ve iktidar
sahibi" anlamına gelen "melk" veya "mülk"
kökünden türetildiği görüşündedirler. Dolayısıyla
melek kelimesi lügat bakımından; haberci, elçi, kuvvet ve
iktidar sahibi, tedbir ve tasarruf manalarına gelmektedir. İslâm
dininde ise; melek denince, akla önce, peygamberlere gönderilen ilâhî
elçiler; sonra, insanlar ve kâinat üzerinde Allah (c.c.) namına
tasarrufta bulunan ve O'nun emirlerini ve verdiği vazifeleri aynen
yerine getiren kudret sahibi manevî varlıklar gelmektedir.

İngiliz müsteşriklerinden D. B. Macdonald,
melek kelimesinin İbranîceden Arapçaya geçmiş
olabileceği düşüncesine kapılmış ise de, daha
sonraki araştırmalarında İbranicenin çok eski
kitabelerinde böyle "bir fiilin hiç bir izine rastlanmadığını
itiraf etmiştir (Macdonald Melek mad. İA., Fazla bilgi için bk.
"İbni-Manzur Lisânül-Arap, XII, 386-387; Râğib el-Müfredât
s. 49; M. Hamdi Yazır Hak Dini Kur'an Dili, I, 301-303).

Meleklerin hakikatı, cinsleri, sıfat ve
özellikleri hakkında bazı farklı görüşler varsa da;
Ehl-i Sünnet âlimlerinin Kitap ve Sünnete dayanan ortak görüşleri
icmalî olarak şöyledir: Melekler; Allah Teâlâ'ya ibadet ve taatle
meşgul olan ruhanî, nuranî, lâtif varlıklardır.
Allah'ın kendilerine verdiği her emri derhal ve aynen yerine
getirirler ve asla itaatsizlik etmezler (et-Tahrîm, 66/6) Melekler,
"emanet" sıfatıyla muttasıfdırlar. Kur'ân-ı
Kerim'in birçok ayetlerinde meleklerin, kâinattaki bütün varlıklar
gibi bağımsız olarak yaratılan, fakat insanlara ve
diğer canlı ve maddî yaratıklara mahsus olan yeme, içme,
uyuma ve evlenme gibi sıfatlardan; erkeklik ve dişilik gibi
cinsiyetten ve her çeşit günah işlemekten uzak, daima
Allah'ı tenzih ve tesbih eden nuranî lâtif varlıklar
olduğu bildirilmiştir. Bu özellikleri sebebiyle, Cenab-ı
Hak tarafından kendilerine verilen her türlü işleri yapmaya,
en kısa zamanda en uzak yerlere süratle gitmeye, diledikleri
şekil ve surette görülmeye muktedir olan, Hak Teâla'nın mükerrem
kulları, şerefli ve kutsal yaratıklarıdır.
Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de şöyle buyrulur:

"Belki onlar, Allah'ın şerefli
kullarıdır. Onlar Allah'ın sözünden önce söz
söylemezler ve O'nun emrettiklerini (hemen) yaparlar" (el-Enbiya,
21/26-27); "Onlar, Allah'ın emirlerine (isyan edip)
karşı gelmezler ve emrolundukları şeyleri (aynen)
yaparlar" (et-Tahrim 66/6); "Göklerde ve yerde ne varsa hepsi
O'nundur. O'nun katındakiler O'na ibadet etmekte (asla) kibir göstermezler
ve (asla) yorulmazlar. Gece ve gündüz durmadan (yorulmadan) O'nu tesbih
(ve takdis) ederler" (el-Enbiyâ, 21/19-20).

Şu ayet-i kerîmelerde ise Allah (c.c.);
"Gökleri ve yeri yoktan var eden, melekleri ikişer, üçer ve
dörder kanatlı elçiler yapan Allah'a hamdolsun. O, yaratmada dilediğine
(dilediğini) artırır. Muhakkak ki Allah her şeye
kadirdir." (el-Fâtır 35/1); "Onlarla kendi arasına
bir perde çekmişti. Biz de Ruhumuzu (Cebrail a.s) ona gönderdik.
(O) ona düzgün bir insan şeklinde göründü " (Meryem, 19/17)
buyurmaktadır. Ayrıca Peygamber (s.a.s), Cibril (a.s)'i
insanlardan biri (Ashab'dan Dihyetü'l-Kelbî) suretinde gördüğünü
meşhur Cibril hadisinde beyan etmiştir (Buhârî, İman, 1;
Müslim, İman, 1).

Bu ayetlerden ve onları açıklayıp
manaca destekleyen pek çok sahih hadislerden, her müslümanın
melekler hakkında, aşağıda sıralanan
özelliklerine inanması gerekmektedir:

1. Melekler, Allahu Teâlâ'nın
yarattığı kullarıdır. Öyle ise onlar, Hak
Teâlâ'nın haşa kızları, çocukları
olmadıkları gibi, asla düşmanları da değildir
(Putperest Arap müşriklerin ve eski din mensuplarının
melekler hakkındaki sapık inançları hayalî olup batıldır).

2. Melekler, Allah'ın emirlerine harfiyen
bağlıdırlar. O'na asla karşı gelmez ve isyan
etmezler, herhangi bir yasağını çiğnemezler, günah işlemezler.
Çünkü "İsmet" ve "Emanet"
sıfatlarıyla muttasıfdırlar. Bütün meleklerin ortak
özelliği; daima Allah'a hamd ve senada bulunmak, O'nu itaat ve
ibadetle, tesbih etmektir (el-Enbiyâ, 21/26-27; el-Mümin, 40/7).

3. Meleklerin, nuranî mahiyetlerine uygun (yaptıkları
iş ve vazifelerine göre) ikişer, üçer, dörder kanatları
vardır. Bu husus, Allah kelâmı Kur'an ayetleriyle sabittir.
Ancak; gâib (görülmeyen) âlemden olan, maddî kesafetten soyutlanmış,
mahiyeti bilinmeyen melekleri kuşlar gibi kanatlı, maddî varlılar
olarak tasavvur etmek, yanlış bir anlayıştır.
Çünkü onlar Allahu Teâlâ'nın irade ve takdiri ile bizim gözlerimizle
görülecek şekilde yaratılmamış, Kuran'ı Kerimde
bir konuda açık bilgi verilmemiştir. Sözü edilen kanat, meleğin
yaratılış gayesi ve nuranî mahiyeti ile bağdaşan,
vazifelerini en süratli bir şekilde yerine getirmelerine delâlet
eden manevî bir kanat, bir kuvvet ve iktidar sembolüdür. Bu söz,
temsilî ve mecazî bir ifade tarzıdır. Nitekim, din ve dünya
ilimlerine sahip olan bir kimseye, mecazen "zül-cenaheyn" iki
kanat sahibi dendiği gibi; anaların çocukları için "şefkat
ve merhamet kanatları"ndan bahsedilir. Hristiyanlar ise
melekleri, bir kuş gibi kanatlı olarak düşünür ve tasvir
ederler. Onların İslâm itikadından
ayrıldıkları bir husus da budur.

4. Kur'ân'a ve Sünnete göre melekler, gözle
görülmeyen, nurdan (ışıktan) yaratılmış
olmalarına rağmen, Cenab-ı Hak onlara, gerektiğinde
diledikleri kesif cisimler ve insan şekline girerek görünme
gücünü bağışlamıştır (M. Said Ramazan
el-Butî, Kübrâl-Yakîniyyât el-Kevniyye, s. 271-278; A. A. Aydın
İslâm İnançları, I, 402-403).

Melekler Neden Görünmezler?

Melekler, nurdan yaratılan, ruhanî ve lâtif varlıklar
oldukları için, kendilerine mahsus olan bu mahiyet ve hakikatları
onların insan gözüne görünmesine engel teşkil eder.
Çünkü, maddî olan insan gözü, melekler gibi nuranî, lâtif ve soyut
varlıkları görebilecek şekil ve vasıfda
yaratılmamıştır. Ancak Cenabı Hak, hidayet
rehberi olarak gönderdiği üstün vasıflı insanlar olan
peygamberlerine bu kuvveti verdiğinden, yalnız onlar melekleri
hakikî hüviyetleri veya Allah'ın dilediği surette görebilirler.

Kur'an-ı Kerim'de insanların topraktan;
cinlerin ve şeytanın yalın ateşten
yaratıldıkları, "Cin'i de, yalın ateşten
yarattık" (er-Rahman, 55/15) âyetiyle beyan olunmakta ise de;
(iblis) Ben ondan (Âdem'den) daha üstünüm. Beni ateşten
yarattın, onu çamurdan yarattın' dedi" (es-Sâd 38/76)
ayetinde görüleceği gibi; meleklerin hangi maddeden
yaratıldığı bildirilmemiştir. Ancak Sahih-i Müslim'de
Hz. Aişe (R.anha) dan nakledilen sahih bir hadiste Peygamber
Efendimiz (s.a.s), "Melekler nurdan, cinler yalın bir
ateşten yaratıldı" (Sahih-i Müslim 7/226 (1333 H.))
buyurmuştur. Bu hadis, meleklerin maddî olmayan nuranî, lâtif varlıklar
olduğuna, meleklerle cinlerin iki aynı asıldan gelen iki
ayrı varlıklar olduğuna delâlet etmektedir.

Meleklere İman, Her Müslümana Farzdır:

Meleklerin mana ve hakikatı, cinsleri, sıfat
ve özellikleri hakkında Ehli Sünnet alimlerinin Kur'ân-ı
Kerim ve Peygamberimiz (s.a.s)'in sahih hadislerine dayanan (ve yukarda açıklanan)
ortak görüşleri, her müslümanın inanması gereken melek
anlayışını ortaya koymaktadır.
Vasıfları ve görevleri Kur'ân-ı Kerim'in pek çok
âyetlerinde tafsilî olarak anlatılan meleklere iman etmek, İslâm'da
iman esaslarından biridir. Bu inanç, İslâm dininin inanç
sistemi arasında çok önemli bir yer işgal eder. Çünkü
melekler; Rab Teâla'nın insanlara bir lütfu ve keremi sayılan
"peygamberlik müessesesi"nin temeli olan Allah'ın "ilâhî
vahyini", görülmeyen gayb âleminden, insanlara, onlar arasından
seçilen peygamberlere indiren "Allah'ın ilâhî
elçileri"dir. Melekler, yaratılan bu âlemin, göklerde ve
yeryüzünde nizam ve intizamını sağlayan Allah'ın
ruhanî yaratıkları, insanları koruyan, onlara hayrı
ve iyiliği ilham eden, yaptıkları işleri yazan
şerefli kâtipler, nuranî yüce varlıklardır.

Bu esasa göre, vahye ve peygamberliğe, hatta
ahirete ve gaybiyyât denilen "ahiret ahvali"ne, Cennet ve
Cehenneme inanmak ancak meleklere iman etmekle mümkün olur. O halde
peygamberlere ve onlara indirilen semavî kitaplara inanmadan önce,
onlara peygamberliği getiren, vahyi ve kitapları indiren
"meleklerin varlığına" kesin olarak inanmak lâzımdır.
Bu bakımdan, "meleklere iman", "peygamberlere
iman" demektir. Melekleri inkâr ise, peygamberliği de inkâr
sayılır. İşte bu sebepledir ki, meleklere iman;
"iman esasları" arasında "Allah (c.c)'a
iman"dan sonra yer almıştır. Nitekim Kur'ân-ı
Kerim'de; Allah'a imandan sonra meleklerine, daha sonra kitaplarına
ve peygamberlerine iman etmek emredilmiştir: Bakara sûresinde,
Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene (Kur'an'a) inandı, mü'minler
de inandılar. Her biri Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve
peygamberlerine inandı..." (2/285) buyurulur. Esasen diğer
iman esaslarına (ahirete, kaza ve kadere) iman etmek de,
herşeyden önce Allah Teâlâ'ya, sonra O'nun meleklerine inanmakla
mümkün olur. Bu bakımdan meleklere iman, Kur'an da, Allah'a imandan
hemen sonra zikrolunmuştur. Bu konuda Resulullah (s.a.s)'den Hz,
Ömer (r.a)'ın rivayet ettiği meşhur hadiste, peygamberimiz
(s.a.s), vahiy meleği Cibril (a.s) ile konuşmuş, kendisine
"iman nedir" diye sorduğunda Resulullah (s.a.s), şöyle
cevap vermiştir: "İman; Allah'a, meleklerine,
kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, hayriyle şerriyle
kadere inanmaktır" (Müslim, İman 1; ayrıca Buharî,
Ebu Davud, Tirmizî ve Nesaî de benzerlerini rivayet etmişlerdir).
Bu ve benzeri kesin nasslarla sabit olan meleklerin
varlığını inkâr eden; Kur'an, Sünnet ve
İcma-ı Ümmet ile, kâfir olur. Çünkü Hak Teâlâ, Kim Allahı,
meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü
inkâr ederse; o uzak bir sapıklığa düşmüştür"
(en-Nahl 16/2) buyurmuştur. Dolayısıyla, melekleri inkâr
etmek, hem Kur'an'ı, hem de peygamberliği inkâr sayılır.

O halde gerçek şudur ki; meleklerin
varlığı naklen sabit, aklen caizdir. Çünkü, bütün
peygamberler meleklerin var olduklarını bildirmişler. Hz.
Peygamber (s.a.s)'de onları bizzat görmüş ve var
olduklarını haber vermiştir. Kur'ân-ı Kerim de
meleklerden, onların vasıflarından yaptıkları çeşitli
vazifelerden, Allah katındaki yüksek derecelerinden söz eden
pekçok âyet vardır. Allah kelâmı olan Kur'an'ın her
verdiği haber haktır ve gerçeğin kesin ifadesidir.
Peygamberler ise, masumdurlar. İsmet, sıdk, tebliğ ve
emanet sıfatları ile muttasıf olduklarından, asla
yalan söylemezler. O halde müslümanlar, Kur'ân ayetleri ve sahih
hadislerle kesin olarak sâbit olan, bütün geçmiş peygamberlerin
ve semavî dinlerin varlıklarında ittifak ettikleri meleklere
iman etmekle mükelleftirler. Bu sebeble, şer'an (Kitap ve Sünnet
ile) sabit olan melekleri inkâr etmek, küfrü gerektirir. İnkâr
edeni iman ve İslâm dairesinden çıkarır. Bu konuda varid
olan muhkem ayetleri ve şer'î delilleri te'vile kalkışmak
asla caiz değildir. , Melekler, "gaybiyyât" denilen
görülmeyen âlemde mevcut nuranî lâtif varlıklar
olduklarından; biz onları göremezsek de, var oldukları,
dinî naklî delillerle sabit olduğundan, insan aklı da
onların varlığını inkâr edemez. Gerçi akıl,
melâikenin ne varlığını, ne de yokluğunu kesin
delillerle isbat edemez. Fakat, aklı selîm, gözle görülmeyen bu
gibi lâtif varlıkların varlığının
imkansız olmadığına, aksine onların da, "vücudu
caiz" olan şeylerden olduğuna delâlet eder. Çünkü;
meleklerin varlığını inkâr edebilmek için, aklî,
felsefî veya ilmî verilere dayanan hiç bir delil ortaya konulamaz. Aksi
halde; gözümüzle göremediğimiz ve bu gün ilmin ve felsefenin
mahiyet ve hakikatini tesbit edemediği "hayat cevheri"nin,
"insan ruhu"nun ve aklımızın da
varlığını inkâr etmemiz gerekir. Fakat göremiyoruz
veya mahiyetini bilemiyoruz diye; ne ruhu, ne aklı, ne hayat gerçeğini
ve ne de görünmeyen, fakat varlığı ilmen bilinen kuvvet
ve enerji gibi gerçekleri inkâr edemeyiz. O halde, ruh ve akıl gibi
maddî olmayan ve "mücerredât" denilen maddeden soyutlanmış
manevî, gaybî varlıklara da inanmaya mecburuz. Bu gibi soyut
varlıklar, müşahede (gözlem) ve tecrübeye dayanan müsbet
ilmin sınırları dışında kalan fizik ötesi,
gaybî, manevî yaratıklardır. Nitekim, özellikle Sokrat ve
Eflatun gibi İlâhîyat Felsefesiyle uğraşan ve bir çok
eski filozoflar, fizik ötesi ruhanî varlıkların var
olduğuna inanmak zorunda kalmışlar ve onlara "misaller
âlemi", "ervâhı ulviyye" ve "nüfûz-ı mücerrede"
gibi felsefî isimler vermişlerdir. Bu günkü müsbet ilimlerle uğraşan
meşhur bilginlerin büyük çoğunluğu, fizik ötesi bir takım
kuvvet ve varlıkların bu maddî-kevnî âlemde görülen bazı
olayların meydana gelmesine sebeb olduğunu kabul ve itiraf
etmektedirler. Bütün bu gerçekler ve ilmî veriler, meleklerin varlığının
aklen caiz ve mümkün görüldüğüne kesin olarak delâlet
etmektedir. Özet olarak diyebiliriz ki, melekler de, aklımız ve
ruhumuz gibi vardır.

Gerçi biz onları göremiyoruz ama, peygamberler
görmüşler ve büyük bir melek olan Cebrail (a.s) elçiliği
ile Allahu Teâlâ'nın vahyine mazhar olmuşlardır. Onlar,
vahiy meleği aracılığı ile Allah'ın emir ve
yasaklarını alıp, öğrenmişler ve
insanlığı hidayete ve saadete yöneltmişlerdir.
Nitekim Kur'ân-ı Kerimde, Peygamberimiz (s.a.s)'e aynı
şekilde indirilmiş ve bize meleklerin
varlığını haber vermiştir. Onun içindir ki
bütün müslümanlar, Kur'ân-ı Kerim'in ve Peygamber (s.a.s)
Efendimizin haber verdiği ve aklın da
varlığını inkâr etmediği meleklere
inanırlar. Çünkü melekleri inkâr, mukaddes kitapları ve
peygamberleri de inkâr etmeyi gerektirir.

Kur'ân-ı Kerim'de geçen pek çok ayetlerde
meleklerin çeşitli görevleri belirtilmiş, yaptıkları
işlerin önemine ve özelliğine göre aldıkları özel
isimler beyan olunmuştur. Yerlerde ve göklerde, Kürsî'de ve Arş
etrafında, Beytu'l Ma'mur ve Sidre-i Münteha'da, Cennet ve
Cehennem'de sayısız melekler vardır. Bütün meleklerin
çok çeşitli olan görevlerine ve yaptıkları işlerin
mahiyetine göre tanzim edip bunları yöneten dört büyük melek,
meleklerin başları ve amirleridir. Bu görevlerin en başta
geleni ve en önemlisi; peygamberlere Allah (c.c.)'ın ilâhî vahyini
ulaştırmak, yani Allah'ın emirlerini tebliğ etmektir.
Bu bakımdan, melek denilince akla her şeyden önce,
"Cebrail" adıyla tanınan vahiy meleği gelir.
Sonra diğer görev gruplarının başları olan Azrâil,
Mikâil ve İsrâfil gelir. Bu dört melek meleklerin
"Resulleri"dir.

Kur'ân-ı Kerim'in beyanına göre melekleri,
şu üç büyük grupda toplamak mümkündür:

A) "İlliyyûn, Mukarrebûn" diye anılan
melekler. Bunlar, daima Allahu Teâlâ'yı tenzih ve tehlil ile, O'na
ibadet ve taatla meşguldürler. Muhabbetullah (Allah sevgisi) ile
istiğrak halindedirler.

B) "Müdebbirât" diye bilinen melekler olup,
bu kâinatın nizam ve intizamını temin etmekle görevlidirler.
Allah'u Teâlâ'nın yerlerde ve göklerde irade ve kudretinin
tecellisine aracılık ederler.

C) Her şeyden önce, Peygamberlere vahyi ilâhîyi
ulaştırmakla görevli olan ilahî elçilerdir. Bunlar genellikle
bütün insanların ruhî halleri ve tekâmülleri ile meşguldürler.
İnsanlarla ilgili çeşitli görevleri vardır.

Gerçek şudur ki; bütün meleklerin ne gibi
görevleri olduğunu tafsilâtıyla bilmemize imkân yoktur. Ancak
Kur'ân-ı Kerim, meleklerin bazı görevlerini ve her göreve
göre onlara verilen melek ismini haber vermiştir. Onlara,
bildirildiği isim ve vasıflarıyla inanmak gereklidir.
Çünkü bu görev ve ve isimler kesinlik ifade eden dinî nasslarla sabit
olmuştur. Genellikle insanların ruhî tekâmülleri, dünya ve
ahiret hayatları ile ilgili olan meleklerin, Kur'an ayetleri ve
Peygamberimizin sahih hadisleri ile beyan olunan görevleri ve her birinin
isimleri ana hatlarıyla şöylece özetlenebilir:

1- Melekler, Allah'tan vahiy getiren ilâhî,
elçilerdir. Meleklerin insanlarla ilgili en büyük ve en önemli
görevleri; onları hidayete sevkeden, iki cihanda saadet ve selâmete
ulaştıran ilâhî vahyi peygamberlere tebliğ etmek,
Allah'ın kelâmını, emir ve hükümlerini, mümtaz kulları
olan peygamberlerine ulaştırmaktır. Meleklerin başta
gelen bu görevleri, bir çok Kur'an ayetleri ile sabittir. Allah (c.c)
şöyle buyuruyor: "Gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikişer,
üçer, dörder kanatlı "elçiler" yapan Allah'a hamdolsun.
Allah dilediğine dilediğini (peygamberlikle) arttırır.
Şüphesiz Allah herşeye kadirdir" (el-Fatır, 35/1). Bu
ayette Allah (c.c), yüce zatı ile peygamberleri arasında
risaletini ve ilâhî vahyi onlara tebliğ eden "melekler"
yarattığını bildiriyor. Kanat tabiri; ruhlar
âleminde, meleklerin kudretini ve Allah'ın ilâhî emirlerini
süratle yerine getirdiklerini beyan eden mecazî bir ifadedir. Başka
bir ayette de şöyle buyurur.

"Allah, kullarından dilediğine kendi
emrinden bir ruh (vahiy) ile "melekleri" indirerek şöyle
der: (insanları) uyarın ki; benden başka (tapılacak)
ilâh yoktur. Benden korkun" (en-Nahl, 16/2). Ayetten anlaşıldığına
göre Allahu Teâlâ, ilâhî vahyini vahiy melekleri vasıtasıyla,
dilediği seçkin kulları olan peygamberlerine indirir. Onlar
insanlara, Allah'ın birliğini, ibadete ve korkulmaya lâyık
tek mabud olduğunu bildirirler. Ayette vahiy, ruha
benzetilmiştir. Çünkü ruh, nasıl cesedin dirilmesine sebeb
olursa; vahiy de insanları ve milletleri dirilten bir ruh gibidir. Bu
iki ayette vahiy meleklerinden bahsedilmekte ise de, Kur'ân-ı Kerime
göre Hz. Muhammed (s.a.s)'e vahyi getiren meleğin ismi Cebrail'dir.
Bu kelime bazı âlimlerin görüşlerine göre, "Allah'a
hizmet eden", manasına olup, Arapçası
"Cibril"dir. Allah (c.c) şöyle buyuruyor: "Deki: Kim
Cibrile düşmansa, bilsin ki, o, Kuranı Allah'ın
izniyle-kendinden öncekileri tasdik edici ve müminlere yol gösterici ve
müjdeci olarak-senin kalbine indirmiştir" (el-Bakara, 2/97).
Cibril Kur'an'da "Ruhu'l-Emin" ve "Ruhul-Kudüs"
olarak da geçer: "Şüphesiz ki Kur'an, âlemlerin Rabbinin
indirdiği (bir kitap) tır. Onu "Ruhu'l-Emin" (Cebrail)
senin kalbine, uyaranlardan olman için indirmiştir"
(eş-Şuarâ, 26/192-193), "De ki onu "Ruhu'l
Kudüs" (mukaddes, temiz ruh) Rabbinden hak olarak indirdi"
(en-Nahl 16/102). Hz. Muhammed (s.a.s)'den önceki peygamberlere de vahyin
aynı yolla indirildiği bildirilmiştir (en-Nisâ, 4/163).
Cebrail (a.s)'a "Vahiy meleği" ve "Namusu Ekber"
de denir. Dört büyük melekten biri olarak, "Rasul" diye de anılır.
O, Vahiy meleklerinin başı ve resuludur. En büyük ve en
şerefli melektir (ayrıca bk. Cebrail, maddesi),

2- Meleklerin önemli vazifelerinden biri de; Allah'ın
sevgili kulları olan peygamberlerini destekleyerek onlara kuvvet
vermek, karşılaştıkları güçlükleri kolaylaştırmak
ve üzüntülü anlarında onları teselli etmektir. Bu
yardım ve manevî destek, hemen her peygamber için daima görülmüştür.
Bunun örnekleri çok olup, pekçok Kur'an ayetleriyle sabittir. Bu
konuda, diğer peygamberler arasında Hz. İsâ (a.s)'nın
ismi çok geçer. Çünkü İsâ peygamber ve annesi Hz. Meryem,
Yahudilerin ciddi hücumlarına ve çirkin iftiralarına maruz
kalmıştır. Kur'ân-ı Kerim'de üç yerde (el-Bakara,
2/87, 253 ve en-Nisâ 4/110), Hz. İsa'ya; Ruhu'l-Kudüs, yani Cebrail
(a.s) tarafından kuvvet verildiği bildirilmiştir. Bir
ayette şöyle buyurulur: "..Meryem oğlu İsa'ya apaçık
deliller verdik, onu Ruhu'l-Kudüs ile destekledik" (el-Bakara 2/87
ve 253). Melekler, Peygamber (s.a.s) Efendimiz için, daima salâvat
getirirler (el-Ahzab, 33/56).

3- Melekler, peygamberlerle beraber olan, onların
yolunda yürüyen imanları kuvvetli gerçek müminlere ve salih
kullara da kuvvet vererek destek olurlar. Müminlere darlık
zamanlarında (özellikle, Allah yolunda savaşırken saf
tutarak) yardım ederler ve müjdeler verirler. Kur'ân-ı
Kerim'de: "Rabbimiz Allah'tır deyip dosdoğru yolda yürüyenlerin
üzerlerine (müjdeci) melekler iner. Onlara: Korkmayın, mahzun da
olmayın, size vadedilen Cennetle sevinin. Sizin dünya hayatında
da, ahirette de dostlarınız Biziz" (el-Fussilet, 24/30-31)
buyrulur. Meleklerin, müminlere inişi, onların dünyada hayrı
ve doğru olanı kalplerine ilham etmeleri şeklinde
olabileceği gibi; onları huzurlu kılmak, Allah'ın
kendilerine vadettiği Cennetle müjdelemek şeklinde de olabilir.
Bu gruptaki yardımcı melekler, müminlere dünya ve ahirette
dost ve arkadaş olduklarını söyleyerek, sıkıntılı
hallerinde onları teselli ederler. Nitekim Hak Teâlâ, Peygamber
(s.a.s)'e ve beraberindeki Ashâb-ı Kirama, kâfirlerle Allah yolunda
savaşırken onlara yardım eden ve müminleri düşmanlarına
muzaffer kılan melekler gönderdiğini bildirir. Bu konuda
Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Hani siz Rabbinizden imdat
(yardım) istemiştiniz. O da; "Ben size birbiri
ardından gelen bin melekle imdat ediyorum" diye
duanızı kabul etmişti" (el-Enfâl, 8/9-10). Diğer
bir ayette; "Rabbinizin, indirdiği üçbin melekle yardım
etmesi yetmez mi?" (Âl-i İmran, 3/123); Başka bir ayette
beşbin melek indirildiği (3/124); bir diğerinde,
"kuvvetli rüzgâr ve göremediğiniz askerler gönderdik"
(el-Ahzâb 33/9) buyurulur. Nitekim müslümanların, kâfirlerle yaptıkları
üç savaşı da Allah'ın izni ve meleklerin
yardımı ile kazandıkları tarihen sabittir.

4- Meleklerin bir vazifesi de; insanların ruhen yükselmelerine
yardım etmek ve onları, iyi, güzel ve hayırlı
işlere yöneltmektir. İnsanlar ancak meleklerin indirdiği
ilâhî vahiy ve telkin ettikleri ilâhî ilham ile ruhî hayatın ne
olduğunu arılayabilir ve ruhî melekelerini geliştirerek
ruhen yükselebilirler. Melekler, müminlere manevî kuvvet vererek ruhen
yükselme düşüncesinin dünyada yerleşmesini sağlarlar.
Meleklerin müminler, hatta kâfirler için dua etmeleri, bütün insanları
ruhen yükselme yoluna sokmak içindir. Müminleri Allah'ın izniyle
hidayete sevkederek onları aydınlığa çıkarmaları,
hep bu ruhî yükselmeyi sağlamak içindir. Meleklerin insanlarla
ilgili olan bu görevleri; onların ruhen yükselmelerine yardım
etmek, böylece onları ruhî olgunluğa eriştirmek gayesi
taşır. Genel olarak her türlü iyi, güzel ve hayırlı
işler, bu ilham meleklerinin iyi telkinleri ve bizi o işlere yönlendirmelerinin
sonucudur.

5- Bu gruptaki meleklerin diğer bir görevi de;
bütün insanların hidayetleri ve doğru yolu bulmaları için
duada ve şefaatta bulunmalarıdır. Şefaat, hüküm
gününde günahkârlar hesabına Allah'a yalvarmaktır. Bu dua ve
şefat; "Rahmeti her şeyi kuşatan Allahu Teâlâ'nın
iradesiyle bütün insanlar için ise de; meleklerin yalnız müminlere
mahsus olan duaları daha kuvvetlidir. Nitekim Hak Teâlâ; "Arşı
yüklenen ve çevresinde bulunanlar, Rablerini överek O'nu tesbih
ederler, O'na inanmışlar. Müminler için: "Rabbimiz,
rahmetin ve ilmin herşeyi (kavramış ve)
kuşatmıştır. Tevbe edip Senin yoluna uyanları
bağışla, onları Cehennem azabından koru"diye
(dua eder ve) bağışlanma dilerler... " (el-Mümin,
40/7-9) buyurmuştur. Peygamberler ve Peygamberimiz (s.a.s) için
meleklerin duası ise, onları övmek ve salâtü selâm
getirmekti (el-Ahzâb, 33/56). Meleklerin şefaatından şöyle
söz edilir: "Göklerde nice melekler vardır ki,
şefaatları hiç bir fayda vermez. Ancak, Allah'ın
dilediği ve razı (hoşnut) olduğu kimseler
hakkında O'nun izniyle (meleklerin şefaati) fayda verir"
(en-Necm, 53/26).

>>>>>


Konular