Şamil | Kategoriler | Konular

Mele

MELE'

Topluluk, bir toplumun ileri gelenleri; idarecilerin
görüşlerine başvurup istişare ettiği grup, toplumun
yönetiminde söz sahibi olan yöneticiler. Mele' kavramı Arapça
"dolmak, doldurmak, bir kimseye yardım etmek"
anlamındaki "Melee" kökünden türetilmiştir.
Ayrıca hırs, zan, şüphe, huy ve ahlâk anlamları da
vardır.

Mele' kelimesi Kur'an-ı Kerîm'de otuz ayrı
yerde geçmektedir. Kur'an-ı Kerim'de bu terim, genellikle bir
topluma tesir edip yönlendirme gücüne sahip kişiler ve yöneticilerin
kendileriyle istişare yaptığı bir kesim için kullanılmaktadır.
"Mele'" kelime olarak bir olumsuzluğu bünyesinde taşımamakla
birlikte; Kur'an-ı Kerim'de bu kelime ile toplumlarını,
Allah'ın peygamberine karşı kışkırtıp,
onlara uymaktan alıkoyan ve oldukça kibirli tiplerden oluşan zümre
kast edilir. Bu tip mele'in önemli bir özelliği de; toplumda iyilik,
cömertlik, ilim, hikmet gibi insanı gerçekten yükselten vasıflarla
değil de; zorbalık, zulüm, hor görme gibi insanı
aşağıların aşağısına indiren
özelliklerle veya zenginlik ve dünyevî makamlarla üstünlük
taslayanlardan oluşmasıdır. Allah Teâlâ peygamberlerini
gönderdiği zaman, onlara karşı ilk tavır alanlar ve
getirdikleri mesajı reddedenler her zaman büyüklük taslayan
müstekbir, mutraf ve mele' kavramlarının içine giren
yöneticiler ve sermaye sahibleri olmuşlardır.

Buna karşılık tarih boyunca Cenabı
Allah'ın gönderdiği peygamberlere ilk önce uyan kimselerinde
mustazaflar oldukları görülmektedir. Müstekbirler (mele') ise
kendilerinden daha büyük ve daha şerefli kimselerin
olabileceğini kabul etmedikleri için, şereflerin en büyüğü
olan peygamberliğin kendilerine değil de dünyevî açıdan
kendilerinden aşağı olan kimselere verilmesini
hazmedememişler ve onların karşısına dikilip
işkenceler yapmış, inananları sürekli olarak
küçümseyip durmuşlardır. Müstekbirler (büyüklük
taslayanlar)ın, inanan kimseleri küçümsemelerinin sebebi, onların
manevî büyüklüklerinin karşısında kendi hiçliklerini
daha müşahhas şekilde hissetmeleridir. İnanan insan, hiçbir
maddi güce sahip olmasa bile, Rabbinin vaadine güvenerek bütün zalim
güçlere karşı meydan okur, kendilerini ilâhlaştıranları
ve onlara uyanları tanımadığını bütün açıklığıyla
yüzlerine karşı haykırır. İşte bunun içindir
ki akılları cahilî yaşamın pislikleriyle
bulanmış kalabalıkları etkilemek için sahip oldukları
servet ve makamları ileri sürerek büyüklenir ve inanan insanlara
bu yolla saldırılarda bulunurlar. Aslında bu, müminlere
karşı duydukları aşağılık duygusunu
değişik bir ifade ile itiraf etmelerinden başka bir
şey değildir.

Onların nefislerini ilâhlaştırmış
olmaları vahyin gerçekliğini kavramalarını
engelliyordu. Allah Teâlâ, Nuh kavminin mele'inin peygamberlerine karşı
takındıkları tavrı şöyle dile getirmektedir:
"Nuh kavminin ileri gelen (mele) kâfirleri; "Seni ancak bizim
gibi beşer olarak görüyoruz. İçimizden sana basit görüşlü
en adi kimselerden başkasının tabi olduğunu görmüyoruz.
Bilâkis yalancı olduğunuzu sanıyoruz" dediler" (Hûd,
11/27).

Kur'an-ı Kerim'de zikredildiği gibi, sonraki
Resuller benzer türde direnmelerle karşılaştılar, sürülmekle
hatta öldürülmekle tehdit edildiler. Medyen halkının müstekbir
(iman etmeyi kibirlerine yediremeyen) mele'i Şuayb (a.s.)'a şöyle
diyordu; Ey Şuayb! Seni ve seninle birlikte iman edenleri
memleketimizden çıkaracağız; yahut da bizim dinimize döneceksiniz"
(el-A'râf, 7/88).

Firavn ve mele'inin Musa (a.s)'a karşı
takındığı tavrı Allah Teâlâ şöyle dile
getirmektedir: Sonra Musa ve kardeşi Harun'u ayetlerimiz ve apaçık
delillerimizle Firavn ve mele'ine (erkânına) gönderdik. Fakat onlar
kibirlendiler. Zaten kendileri büyüklük taslayan bir kavimdi" (el-Müminun,
23/45-46).

Mele' eskiden olduğu gibi günümüzde de
sistemlere göre değişik niteliğe sahiptir. Söz gelimi
bunlar, kapitalist toplumlarda daha çok sermaye sahipleri; faşist
sistemlerde diktatörler ve çevreleri; askerî dikta ile yönetilen
yerlerde ordu ileri gelenleri; İslâmda ise daha çok âlimler ve fazıllardan
oluşan şûra veya hal ve akd ehlidir.

Mele'in toplum içindeki yeri ile alâkalı
şunlar söylenebilir: "Musa'dan sonra
İsrailoğullarının mele' peygamberlerine
karşı nasıl davranmışlardı duymadın
mı?" diye başlayan ayet ile ilgili olarak kaynaklar da
şu olay nakledilmektedir: Musa (a.s)'dan uzun bir müddet sonra
İsrailoğulları tekrar hak yoldan ayrılmış ve
bunun cezası olarak da ikinci bir defa daha yurtlarından çıkarılmışlardı.
Bu esaret döneminde İsrailoğullarının melei
toplanıp kendileri için bir kral tayin etmesini peygamberlerinden
istemişler; o da Allah tarafından Tâlût'un seçildiğini
bildirince "-O bize nasıl hükümdar olurmuş! Biz hükümdarlığa
ondan daha çok layığız. Zira ona mal ve servetçe bir
zenginlik de verilmiş değil... " diyerek itiraz
etmişlerdi.

Tefsircilerin kaydettiğine göre Tâlût fakir bir
ailedendi; kral soyundan değildi. Peygamberden hükümdar tayin
etmesini isteyenler ise kral soyundan oldukları için kendilerinden
birisinin seçileceğini sanmışlardı. Bu ayet ve
tefsirlerine göre; melei kral soyundan olanlardır. Başka bir
ifade ile bu gruba asilzadeler veya aristokratlar da denilmektedir.

Risalet toplumlarda geçerli olan bütün cahilî
temayülleri temelinden geçersiz saydığı için,
kendilerinde dindışı sebeblerden dolayı bir
üstünlük görenlerin konumları da tamamıyla
değişmekteydi. Yani onlar, makamlarının iktidar ve
itibarlarının ellerinden alınmasından
korkuyorlardı. İslâm'a, tevhid inancına ve bütün
peygamberlere karşı mücadele veren, onlara sıkıntılar
çektirip işkenceler yapan yöneticiler (Mele), hâkimiyetin Allah'a
ait olduğunu kabullenemeyişlerinden dolayı böyle
müstekbir bir tavır takınmışlardır.

Mekkeli müşrik liderlerin vahye karşı
çıkarlarken kendilerini buna sevkeden sebep, onların büyüklük
taslayarak, Resulullah (s.a.s)'i ve ilk inanları küçümsemeleriydi.
Onlar Resulullah (s.a.s)'in yanında Habbab, Suhayb, Bîlâl ve Ammar
gibi fakir müslümanlar bulunduğu bir sırada ona şöyle
demişlerdi: "Muhammed! Kavminin ulularını
bırakıp bunlara mı razı oldun? Allah, aramızdan
şunlara mı lütufta bulundu? Şimdi bunların
peşlerinden gidenler mi olacağız? Onları yanından
kov. Belki o zaman seni dinleyebiliriz" (Taberî, Câmiu'l-Beyân, Mısır
1968, V, 200). Büyüklenerek, iman edenleri maddî sebeplerden dolayı
hor gören Mekke müşriklerinin ileri gelenlerinin bu sözleri
üzerine Allah Teâlâ peygamberine şöyle vahyetmişti: "Sırf
Allah'ın rızasını dileyerek sabah akşam Rablerine
dua edenleri huzurundan kovma. Onların hesabından sen sorumlu
değilsin. Onlar da senin hesabından sorumlu değillerdir ki,
onları kovasın da zalimlerden olasın" (el-En'am,
6/52).

Yine bir gün Resulullah (s.a.s), Kâbe'de ibadet
ederken, ona hakaret maksadıyla, o secdede iken bir hayvan
sakatatını boynuna atmışlardı. Resulullah
kızı Fatma'nın yardımı ile ayağa
kalktığında; Allahım! Kureyş mele'ini, Ebu Cehil,
Utbe b. Rabia, Şeybe b. Rabia, Ukbe b. Ebi Muayt ve Ümeyye b.
Halefleri sana havale ediyorum" (Buhârî, Cizye, 21; Müslim, Cihad,
39) şeklinde duada bulunmuştu. Bu kimselerin tamamı Bedir
savaşında müslümanların elinde öldürülmüştü.

İslâm, Medine'ye hicret edip devlet halini aldığında,
ona düşmanlıkta diretenler yine kendilerinde bir üstünlük
gören ileri gelen yöneticiler olmuştur. Abdullah İbn Übey ve
ona tabi olan münafıkların durumu böyledir. Tarih boyunca
Allah'ın dinine karşı çıkıp kendilerine tabi
olan kitleleri iman etmekten yüz çevirtenler mele' diye tabir edilen
zümre olduğu gibi; bu gün ve gelecekte de bu böyle devam edecektir.
Bu gün İslâm'a karşı en etkin düşmanlığı
yürütenler, İslâm coğrafyasının her tarafına
çöreklenmiş, güçlerini emperyalist devletlerden alan ve onlara uşaklığı
din edinen çağdaş mele' tarafından yürütülmektedir.

Kur'an-ı Kerim'de zikredilen, İslâma
itirazda bulunmayan tek mele' Hz. Süleyman zamanındaki Sebe Melikesi
Belkıs'ın Mele'idir (en-Neml, 27/29-33).

Arap dilinde ayrıca "mele" topluluk,
ileri gelenler ve istişaresine baş vurulan meclis anlamında
da kullanılmaktadır. Habib ibn Mesleme'nin, Tiflis Ermenilerine
gönderdiği zimmet şartlarını bildirir mektubunda
"Müminler topluluğu (mele'i) önünde size, uymanız
gereken şartları ve bu şartlar çerçevesinde vermiş
olduğumuz emanı bildiren bu mektubu yazdım" (Ebu Ubeyd,
Kitabu'l Emvâl, Beyrut, (t.y.) 222) şeklinde bir ifade kullanarak
yanında bulunan bütün müslümanları mele' olarak
nitelemiştir.

Mele' kavramı Kur'an-ı Kerim'de peygamber
kıssalarından ayrı olarak iki yerde "mele'i a'lâ"
şeklinde geçmektedir. Âlûsî, İmam Süddî'ye dayanarak,
"mele'i a'lâ"dan kastedilenin melekler olduğunu söylemektedir.
Melekler yaratılış itibarıyla nezih ve üstündürler.
Bunun karşısında "mele'i-esfel" olarak nitelenen
insanlar ve cinler vardır. İbn Abbas'tan nakledilen başka
bir rivayette "mele'i a'lâ"nın, meleklerin
eşrafı, büyük melekler olduğu; başka bir rivayete göre
de bundan meleklerin kâtiplerinin kastedildiği söylenmektedir (Ayrıca
bk. Küfür, Kâfir, Mutraf, Mutraf'în maddeleri) (Alûsî, Ruhu'l-Meani,
Kahire (t.y), XXIII, 69-221).

Ömer TELLİOĞLU


Konular