Şamil | Kategoriler | Konular

Medrese

MEDRESE

Ders okutulan yer; İslâm dünyasında
yaygın öğretim kuruluşu.

Arapça "de.ra.se" fiilinden gelen "medrese"
ve "müderris" kelimeleri birbirleri ile yakından ilgilidir.
Öğrenciler için ders okumaya mahsus yer demek olan medreselerde,
ders veren hocalara da müderris adı verilmektedir.

İslâm, eğitim ve öğretim faaliyetleri
üzerinde önemle durur. Bu dinin kitabı olan Kur'an, ilk ayeti ile
okumayı emreder. Bu Kitabın gönderildiği Peygamber de
ümmetine bu yolda gerekli talimatı vermiştir. Kur'ân bu
sünnetin bu konudaki emirlerini göz önünde bulunduran müslümanlar,
daha İslâm'ın ilk yıllarından itibaren öğrenmek
için bütün imkânlarını seferber ettiler. Başlangıçta
bu imkânlar, daha ziyade dinî alanda kullanılıyordu. Zira bu
bilgilerin bir kısmı günlük, bir kısmı haftalık,
bir kısmı da senelik ibadetler için gerekliydi. Çünkü,
bunlar bilinmeden ibadet yapılamazdı. Bununla beraber, ibadetler
için gerekli olan bilgiler sadece dinî bilgiler değildir.
İslam'ın Kur'an ve Sünnet çerçevesi içinde teşekkül
eden ve Kur'an ilimleri diye niteleyebileceğimiz ilimlerin
yanısıra bunlara yardımcı olan sosyal ve sayısal
bilgilere de ihtiyaç vardır. Namaz ve oruç için basitte olsa bir
astronomi bilgisine; Hacca gitmek için coğrafya bilgisine; Zekât
vermek veya miras taksim etmek için de matematik bilgisine sahip olmak
gerekir. Bütün ihtiyaçlar, zamanla, müslümanların
değişik branşlardaki ilimlerle uğraşmalarına
sebep oldu. Nihayet, bazı hadislerin, genel anlamda ilmi teşvik
etmeleri, müslümanların asırlar boyu her türden ilmî
faaliyette bulunmaları sonucunu doğurdu.

H. 459 (M.1066-1067) senesi, İslâm eğitim
tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilir. Zira bu yılda,
Selçuklu veziri Nizamülmülk (ö. 485/1092)'ün inşa ettirdiği
medreseler manzumesinin en önemlisi ve bu bakımdan belki de ilki
Bağdad'da açıldı. Devlet tarafından maddî-manevî
yardım gören ve saray tarafından himaye edilen Nizamiye
medreselerinin, gerek teşkilât ve gerekse öğretim
bakımından o çağın diğer eğitim
kuruluşlarından çok üstün oldukları bir gerçektir.
Nizâmiyelerin ders programında İslâmî ilimlerin yanısıra
diğer ilimlere de yer veriliyordu. Tıp, astronomi, matematik,
felsefe ve tarih gibi ilimler de burada tahsil ediliyordu.

Medreselerin gelir kaynaklarını teşkil
eden vakıflar, Selçuklular zamanında kurulan bu müesseselerin
işlemesini sağlayan başlıca faktörlerdir. Medrese vakıfları,
bu dönem için büyük bir yenilik sayılmaktadır. Zaten
Nizamiye medreselerinin orijinalliği de buradan ileri geliyordu.
Devamlı bir gelir kaynağına sahip olan medreseler,
yalnız ilmî ve idarî muhtariyete değil, aynı zamanda malî
muhtariyete de sahip bulunuyorlardı. Böylece bu medreseler, yüksek
eğitime tahsis edilmiş bağımsız binasıyla,
medresenin emrinde yardımcı bir müessese olan kütüphanesiyle,
aldıkları maaşlarla geçim kaygısından uzak
olarak kendilerini mesleklerine veren öğretim üye ve yardımcılarıyla,
aldıkları burs ve kaldıkları yurtlarla kendilerini
ilme verme imkânını bulan öğrencileri ile yalnız o dönemde
değil, hatta bugünün şartları içinde dahi ileri düzeyde
ilim yapan müesseseler sayılabilirler (Nâci Ma'rûf, Ulemâu'n
Nizâmiyât ve Medârisu'l-Maşrıkil İslâmî, Bağdat
1973, s. 12-13).

İslâm dünyasında, medreselerin
kuruluşundan önce de eğitim ve öğretim faaliyetleri devam
ediyordu. Fakat bu faaliyetler, belirli ve özel bir yerde değil;
mescit, küttâb ve bilginlerin evleri, kitapçı dükkânları
vs. gibi değişik ve farklı yerlerde oluyordu. Bu
bakımdan, İslâm dünyasındaki eğitim ve öğretim
faaliyetlerini medrese öncesi ve medrese dönemi olmak üzere iki safhaya
ayırmak gerekir.

25 Muharrem 447 (26 Nisan 1055) tarihinde Selçukluların
Irak'ı ele geçirip, Bağdad'a girişleri, Ehl-i Sünnet'in,
Şiîlere galibiyetinin başlangıcı olarak kabul edilir.
Zira bu tarihten itibaren halk arasında, Şiîliği yaymak için
gerek Fatımîlerin (909-1171) gerekse Büveyhîlerin (932-1062)
gösterdiği faaliyet sahaları kapanacaktı. Selçuklular,
sapıklık ve din dışı kabul ettikleri faaliyetlere
karşı, halkın zihnine hür düşünceyi yerleştirebilmek
için, bir karşı faaliyete girişmekten başka çare
olmadığını anladılar. Gerçekten, Fatımîler
tarafından Mısır'da kurulan "Dâru'l-ilm"ler,
felsefi rumuzlarla ifade edilen bâtınî tevillerinin propagandasını
yapabilmek için ulûm el-evâil (eskilerin ilimleri) den faydalanmaya
önem veriyorlardı. Çok geçmeden bunların örnekleri
İskenderiye, Halep, Kudüs, Trablusşam gibi yerlerde de açılmaya
başlandı. Bu müesseseler kısa bir müddet sonra sadece bir
propaganda merkezi haline dönüştü.

Mutezile kelâmı ve Yunan felsefesinden istifade
ile Sünnî akideyi bulandırmakla meşgul olmaya
başladılar. İşte bu sebeple, İslam dünyasının
doğusunda, camilerden ayrı olarak öğretim yapmak,
talebinin maddî sıkıntıya düşmeden
barınmasını sağlamak ve Şiî dailerinin
(propagandist) propagandasına karşı halka gerçek bilgiyi
vermek gayesiyle medrese adı ile bilinen müesseseler kuruldu. Bu
müesseselerde halka gerçek din ve prensipleri öğretilecek,
doğru ile yanlış arasındaki fark
anlatılacaktı. Bu hedef gözönünde bulundurularak bir
müessesenin kurulması düşünülüyordu. Nihayet, Sultan
Alparslan ve oğlu Melikşah'a vezirlik yapmış bulunan
Nizamülmülk'ün gayreti semeresini verdi. Zekeriya Kazvinî'ye göre bir
gün Alparslan, Nizamülmülk ile Nişabur'da, caminin
kapısında üstü başı perişan gençleri
görünce, bunların kim olduklarını ve niçin bu durumda
bulunduklarını sormuş. Vezir de ona "bunlar, dünya
zevki bulunmayan ilim tâlibleridir" cevabını vermiş.
Bunun üzerine sultan, bunlara bir yurt inşa edilmesini ve maaş
bağlanmasını emretmiş. Demek oluyor ki ilk nizâmiye
medresesi, Nişabur'da inşa edilmiştir. Bununla beraber
Nizamiyelerin en meşhuru, eğitim ve öğretim kadrosu ile
birlikte, diğer çalışanlara da vakıflar
vasıtasiyle meccanî tahsil ve geçim sağlayan ilk teşkilâtlı
medresesi, Alparslan zamanında kurulmuştu. 457 (1064)
yılında Dicle kenarında temeli atılıp
inşasına başlanan ve 100 bin dinar harcanarak, iki sene
sonra tamamlanan medresede tedrisata başlandı. Bu medresenin müderrisliğine
Ebu İshak Şirazî el-Firuzâbâdî getirildi (Nâci Maruf,
a.g.e., s. 19; Fethiye Nebravî, Târih en-Nuzum vel-Hadara el-İslâmiyye,
Kahire 1981, s. 209).

İslâm dünyasında, Nizâmülmülk'ten önce
de medrese adı ile devamlı olmayan bazı müesseseler açılmıştı.
Fakat bunların hiç birisi uzun ömürlü olmamıştı.
Ama Nizamülmülkün gayret ve heyecanı medrese için yeni bir gelişme
devrinin başlangıcı olmuştur. Bu yüzden olsa gerek
ki, İslâm dünyasında ilk defa medreselerin Nizamülmülk ve
dolayısıyle Selçuklular tarafından kurulduğu görüşü
yaygınlık kazanmıştır. Gerçekten, medreselerin
geniş anlamda devlet eliyle kurulması, öğrenim
masraflarının devlete ait olması ve medrese teşkilâtının
en küçük ayrıntılarına kadar tesbiti, Selçukluların
eseridir. Selçuklular, kurdukları medreseleri, hem ilmin
gelişmesini sağlamak, hem ilmiye mensuplarına maaş
bağlayarak onları devletin yanında tutmak, hem de
Fatımîlerin Şiîlik propagandalarıyla diğer
Rafızî telakkilere karşı Sünnîliğin müdafaası
gayesiyle tesis etmişlerdir. Nizâmülmülk zamanında
Bağdad'dan sonra Belh, Nişabur, İsfahan, Rey, Herat, Basra,
Merv, Musul, Âmil ve Ceziretu İbnü Ömer gibi yerlerde de
medreseler açıldı (Nâci Maruf, a.g.e., s. 12). Hatta bir
rivayete göre Horasan'ın her şehrinde "Nizamiye"
adı ile medreseler açılmıştı. Ancak bu
medreselerin bir çoğu Bağdad Nizamiyesi'nin ilk kademeleri (Mûsılâ)
seviyesinde idiler. Büyük Selçuklulardan sonra medrese tesisi, bütün
bir İslâm dünyasında gelenek haline geldi. Teşkilât ve işleyiş
bakımından nizamiyeler örnek alınarak köylere varıncaya
kadar her yerde medreseler açıldı. Nizamiyelerin açtığı
bu yoldan sonra, Abbasî halifelerinin de kendi memleketlerinde medreseler
açtıkları ve vakıflarla bunları destekledikleri
bilinmektedir. Nitekim Abbasî halifesi el-Mustansır Billah (ö.
640/1242)`ın tesis ettiği muhtelif medreseler arasında
Mustansıriyye Medresesi, o zamana kadar eşine rastlanamayan bir
şekilde bina edilmişti. Suyutî'nin ifadesine göre Dicle
nehrinin doğrusunda kurulan bu medreseden daha güzeli yeryüzünde
inşa edilmemişti. Vakıflarının çokluğu ve görevlerine
verilen maaş bakımından da yegâne idi. (Suyutî,
Tarihu'l-Hulefa, s. 461). Büyük Selçuklulardan sonra medrese kurma
faaliyetleri devam etti. Onların geliştirdiği sistem her
yerde uygulanmaya başladı. Gerek doğu, gerekse batı
(Mağrib ve Endülüs)'da medreseler yaygınlaşmaya
başladı. Beylikler dönemi Anadolu sahasını bu genel
kaidenin dışında tutmamız mümkün değildir. Bu bölgede
de birçok medresenin kurulduğunu kaynaklardan öğreniyoruz.
Nitekim, gerek yapı ve gerekse teşkilât bakımından Büyük
Selçuklu medreselerini örnek aldıkları anlaşılan
Anadolu Selçukluları ile Anadolu'nun muhtelif yerlerinde hakim olan
Türkmen beyleri, Anadolu'da daha sonra Osmanlı medreselerine mahrec
olarak medreseler kurmuşlardır. Bu medreselerin en eskisi,
Konya'da II. Kılıç Arslan (1156-1192) zamanında
yapılmış olan ve İpekçi diye meşhur olan
Şemseddin Ebu Said Altun Aba Medresesidir. Bundan başka yine
Konya'da Şerif Mes'ud Medresesi, Sırçalı Medrese, Karatay
Medresesi, Kayseri'de Sahibiye Medresesi, Sivas'ta Gök Medrese, Tokat'ta
Gök Medrese, Kırşehir'de Cacabey Medresesi, Konya Aksaray'da Tâcu'l-Vezir
Medresesi, Malatya'da Ulucami Medresesi, Afyon'da Kale, Antalya'da İmâret,
Ata Bey, Karatay Medreseleri vs.

Medreselerdeki öğretim metodu, fazla
teferruatlı değildir. Medrese eyvanlarında (dershâne) yapılan
derslerin tedris usulünde zaman içinde değişiklikler
olmuştur. Başlangıçta ve bilhassa Kur'an-ı ilimler söz
konusu olduğu zaman ezbercilik sistemi geçerli idi. Fakat zamanla bu
sistem, yerini yazma ve not almaya bıraktı. Dersler, çoğu
zaman sabah namazından hemen sonra başlardı. Derse bir
kişinin Kur'an okumasından ve Hz. Peygambere salât ile
selâmdan sonra başlanırdı. Tedris usûlünde, hoca ile
talebenin karşılıklı soru sorma usulünün, yani aktif
metodun önemi bilindiğinden bu yola baş vuruluyordu. Nitekim,
Eyyubî ve Memlûkler döneminde Mısır'daki eğitimi tahlil
eden Abdülgani Mahmud Abdul-Âti, "muid"in vazifelerinden
bahsederken, onun hocaya bir seferden fazla soru soran talebenin,
anlayamadığı konuları ve sorularını açıklayıp
cevaplandırdığını söyler. Böylece hoca
(müderris)dan başka, talebe ile daha yakından ilgilenen ve bir
çeşit asistan olarak kabul edebileceğimiz muid'in, talebe ile
daha rahat konuştuğunu belirtir.

Osmanlılarda ise, Fatih Sultan Mehmed devrinde
medrese öğretimi belli bir kanuna bağlandı. Dersler
kahvaltıdan sonra başlar ve öğlen namazına kadar sürerdi.
Öğleden sonra öğrenci kütüphane veya camide mütalaada
bulunurdu. Salı günü hafta tatili olarak kabul ediliyordu.

İslâm dünyasında genel eğitim ve öğretime
tahsis edilen medreseler yanında Dâru'l-Hadis, Dâru't-Tıb, Dâru'l-Kurra
gibi isimler alan ve özel branşlarda öğretim faaliyetlerinde
bulunan medreseler de vardır.

Osmanlı Dönemi Medreseleri:

Daha önce de belirtildiği gibi, İslâm
ülkelerindeki ilmî hayatın gelişmesinde XI. asrın müstesna
bir yeri vardır. Bu asırdan itibaren medreseler, halkın dinî
ve kültürel anlayış bakımından yetişmesinde
faal bir rol oynamaya başladılar. Osmanlılar döneminde ise
medreseler hem program, hem de mimarî sahada büyük bir gelişme gösterdiler.
Bu bakımdan, şehirlerin fizikî gelişmesinde de
medreselerin önemli bir yeri olduğu söylenebilir.

Osmanlılar, medrese eğitimine,
dolayısıyle ilme ve bu sahanın adamlarına büyük
ölçüde değer vermişler; tahsil ve eğitim konusunda
karşılaşabilecekleri sıkıntıları,
zamanının imkânları nisbetinde ortadan kaldırmaya
çalışmışlardır. Bu devlette ilmiye
sınıfı mensublarına büyük bir itibar gösterildiği
için İran, Turan, Horasan, Dağıstan, Hindistan, Buhara,
Halep, Şam, Mısır ve Karaman'dan birçok alim
İstanbul'a akın etmişti (Tayyarzâde Ahmet Atâ, Târih-i
Atâ, İstanbul 1293, I, 213).

Osmanlılar, medrese eğitimini vakıflar
sayesinde devam ettirme yoluna baş vurdular. Fatih Sultan Mehmed'in,
İstanbul'u feth eder etmez "Sahn-ı Semân"
medreselerini tesis ettirmesi ve bunlar için geniş vakıflarda
bulunmasından sonra (bu konuda geniş bilgi için bk. Fatih
Mehmed II Vakfiyeleri, Ankara 1938, s. 51-55) devlet merkezi olduğu
gibi ilim merkezi haline de gelen İstanbul'da, padişahlar
başta olmak üzere sultanlar, vezirler, ilim adamları ve
bazı saray mensupları tarafından pek çok medrese inşa
olundu. Yalnız Mimar Sinan'ın baş mimarlığı
sırasında İstanbul'da yapılan medreselerin
sayısı, altı tanesi Süleymaniye Medreseleri olmak üzere,
elli beşi bulmaktadır. XVII. asrın son çeyreği
başında İstanbul'daki medrese sayısının yüz
yirmi altıya ulaştığı görülmektedir (Mübahat
S. Kütükoğlu, 1969'da Faal İstanbul Medreseleri, İstanbul
1977, s. 5-6).

İslâm eğitim tarihi içinde müstesna bir
yeri bulunan Osmanlı medreseleri, yüksek öğretimi gerçekleştiren
müesseselerdi. Osmanlı döneminin ilk medresesi, Orhan Gazi tarafından
731 (1330) tarihinde İznik'te açılmıştı (Âşıkpaşazâde,
Tevarih-ı Âl-i Osman, İstanbul 1332, s. 42). Bu şehir bir
ilim merkezi olarak önemini XV. yüzyılda da korumuş ve bu yüzden
kendisine "âlimler yuvası" sıfatı
verilmişti.

Osmanlı medreselerinde "Ulum-ı
âliye" denilen kelâm, belagat, mantık, lügat, nahiv,
matematik, astronomi, felsefe, tarih, tıb ve coğrafya gibi
ilimlerin yanında bir de "Ulum-ı 'âliye" denilen
Kur'an ilimleri, hadis ve fıkıh gibi ilimler okutulurdu.

İstanbul'da Sahn-ı Semân ve Tetimmeler yapıldıktan
sonra, Osmanlı Devleti sınırları içindeki medreseler
de yeni bir teşkilât ve nizama tabi tutuldu. Buna göre aşağıdan
yukarıya doğru her derecede hangi ders ve kitapların ne
ölçüde okutulduklarını kesin olarak tesbit etmek pek mümkün
görülmemekte ise de, bazı vakfiye, kanunname ve biyografi
kitapları sayesinde bunu tesbit etmek kolaylaşmaktadır.
Osmanlı medreselerini isim olarak aşağıdan
yukarıya doğru şöyle sıralayabiliriz:

1. Haşiye-i Tecrid

2. Miftah

3. Kırklı

4. Ellili

a) Hâric

b) Dâhil

5. Sahn-ı Semân

6. Altmışlı.

Osmanlı medreselerinde, müderrislerin günlük
olarak aldıkları ücret, medreselerin derecelerini gösterir.
Meselâ müderrisin yevmiyesi yirmi veya yirmi beş akça olan
medreselere "Haşiye-i Tecrid" dendiği gibi yirmili
medrese de denmektedir.

lk defa tedris (eğitim) hayatına
başlayacak olan bir öğrenci, muhtasarat denilen dersleri gördükten
sonra "Haşiye-i Tecrid" medresesine devam eder. Orada
muvaffak olursa müderristen bir belge (icazetname) almak suretiyle bir
yukarı derecedeki "Mitfah" medresesine devam eder. Oradan
da kırklı; Hâriç ve Dâhil medreselerinin derslerini
gördükten sonra Sahn-ı Semân'a girerek danişmend olur (Bu
konuda geniş bilgi için bk. Ahmed Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet,
İstanbul 1309, I,109; Uzunçarşılı, İlmiye, s.
11-12; Kazıcı, Eğitim Tarihi, s. 92-93).

Başlangıçta çok güzel işleyen medrese
sistem ve kanunu, daha sonra bilhassa XVI. asrın son çeyreğinden
itibaren yavaş yavaş durgunluk safhasına girdi ve
arkasından da bazı sebeplerden dolayı bozulmaya
başladı. Bunun önünü almak için zaman zaman ıslahat
hareketlerine baş vurulmuştu. Fakat esas ıslahat,
Padişah Sultan Mehmed Reşad (1909-1918) devrinde Şeyhül-İslâm
Ürgüplü Mustafa Hayri Efendinin şeyhülislâmlığı
sırasında ve dört sene süren çalışmalar sonunda
yapıldı.

Ziya KAZICI


Konular