Şamil | Kategoriler | Konular

Medeniyet

MEDENİYET

Şehirlilik, şehire has yaşam
tarzını ifade eden bir kavram. Arapça, şehir
anlamındaki "medine" kelimesinden türetilmiştir.
Tanzimatçılar tarafından batıdaki "civilisation (sivilizasyon)"
tabirini karşılayan bir kelime olarak Türkçeye sokulmuştur.

Medeniyet kavramının bir çok tanımı
yapılmış olup, bunların herbiri, birbirinden
farklıdır. Bu tanımlardan bazıları kültürü de
medeniyet kavramı içinde ele alır. Ancak kültür, bir milletin
yaşamasını kolaylaştıracak olan bilgi birikimi;
medeniyet de, bu kültürün maddî alanda ortaya çıkışıdır.
Yani medeniyet, bir anlamda maddî kültürdür. Toplumların,
gayelerine ulaşmak için birer vasıta olarak
kullandıkları sosyal, hukuk ve ticarî kurallar da medeniyetin
bir parçasıdır.

Tarih boyunca yeryüzünde varlık göstermiş
bir çok medeniyet mevcuttur. İç gerçekleri göz önüne alındığında,
bu medeniyetleri esas olarak iki grupda değerlendirmek mümkündür.
Birisi, hayatlarını vahyin ışığında düzenleyen
toplumların vücuda getirdiği medeniyet; diğeri de, müşrik
ve putperest toplumların medeniyeti.

Eski Asur, Mısır, Yunan ve Roma medeniyetleri
tarihteki putperest medeniyetlerden bazılarıdır. Bu
toplumlarda, yaşayan ve ölmüş bazı kişiler ilâhlaştırılarak
putları yapılır ve onlara tapınılırdı.
İnsanları birbirine öldürterek veya aç arslanların
önüne atarak seyretmek Romalıların en büyük zevklerinden
biri idi. Bu toplumların ürettikleri medeniyetlere bakıldığında,
sadece hipodrumlar, piramitler ve putlara tapınılan puthanelerin
kalıntıları görülebilmektedir. Bu toplumların kültürleri,
insanın insana tahakkümü ve ilâhlık taslaması temel düşüncesinden
kaynaklandığı için bu medeniyetlerin geniş halk
kitlelerine yansıyan tarafı, ezilip horlanmaktan başka hiç
bir şey değildir.

Yapılan tanımlamalar çerçevesinde değerlendirildiğinde;
insanların insanlıklarını yok eden putperest hâkimiyetlerin
ürettikleri maddi varlıklara da medeniyet denilebilir. Ancak medeni;
yet kavramının içerdiği gerçek anlam tevhid'in yani
İslâm'ın kendisidir. Cahil, müşrik sistemlerin medeniyet
adına ortaya koydukları şey, insanî, fıtratının
gerektirdiği yere oturtmak için bir vasıta değil, onun
Allah Teâlâ'ya dönük bu fıtrî özelliklerini yok edip, köleleştirmek
için kullandıkları bir araçtır.

Medeniyet kavramı, Batı dillerinden Türkçeye
aktarırken kastedilen şey, Batı idi. Yani
Batılının gözünde medeniyet Avrupa'dadır; bunun
dışında kalan toplumlarsa birer barbarlar
topluluğudur. Bu anlamda bakıldığında, medeniyet
kavramının da diğer bir çok kavramda olduğu gibi, kültür
emperyalizminin yüklediği anlamlar olduğu görülür.

Batı medeniyeti kaynağı ve hizmet
ettiği idealler bakımından tarihteki diğer putperest
toplulukların bir devamı niteliğindedir.

Hrıstiyanlık ortaçağ Avrupasına ilâhî
bir din olmaktan çok, puthaneye çevrilmiş kiliseler ile girdi.
Hrıstiyanlık dönemi Batı tarihi, kilisenin halka
karşı zulümleriyle doludur. Dolayısıyla, böyle bir
zihniyetin vücûda getirdiği bir medeniyete gerçek anlamda
medeniyet denilmesi imkânsızdır. Zira medeniyetin ölçüsü
insana verdiği değer ve ona götürdüğü hizmettir.

Rönesans sonrası batı, kiliseyi saf
dışı bırakarak, bir geriye dönüş hareketini
başlattı. Batı, temelleri Antik Yunan ve Roma
kalıntıları üzerine yükseltilen bir putperest
medeniyettir. Yunan ve Roma'da olduğu gibi, kendi
dışındaki toplulukları barbarlar olarak
nitelemektedirler. İslâm coğrafyasında Batı
hayranları vasıtasıyla bu düşünceyi İslâm
topraklarında yaymaya çalışmışlardır. Böyle
düşünen insan, aşağılık kompleksine
kapılacak ve sözde, medenî olmak için kendi öz değerlerini
terkedecek ve emperyalizm için zorluk çekmeden sömürülebilecek bir
hale gelecektir. Ayrıca sömürgeleştirdikleri toplumlara
yaptıkları zulümleri gizlemek için de dünya kamuoyunda; bu
medeniyet dışı insanları medenileştirmek için
buralara gidildiği ifade edilerek gerçekler saptırılmıştır.

Allah'ın indirdiklerini kendisine hayat
nizamı olarak kabul eden toplumlarda medeniyet, kavramın içerdiği
gerçek anlamıyla ortaya çıkmıştır. İslâm
medeniyeti, iman, amel, ahlâk, sosyal ilişkiler, toplum
hayatını insanların iyiliği doğrultusunda yöneten
idarî prensiplerin bir tezâhürüdür.

İslâm, Allah Teâlâ tarafından gönderilmiş
bir din olduğu için, öteki beşeri, putperest dinlerde
olduğu gibi insana baskı ve zulmün sonucu olan bir maddî yansıma
sözkonusu değildir.

İslâm medeniyetinin temeli, Kur'an ve Resulullah'ın
sünnetidir. Asr-ı Saadet, zirveye ulaşmış bir
medeniyet örneğidir. Daha sonra gelen müslümanlar, hayatlarını
bu örnek üzerine bina ederek, bu medeniyeti yeryüzünün uzak köşelerine
taşıdılar. Müslümanlar, ulaştıkları her
yere ilim, ahlâk, fazilet, insan onuruna yakışır
davranış ve hizmet kurumlarını birlikte götürdüler.
İnsanlık zulmün karanlığında onuru yok
edilmiş bir halde inlerken, önlerine çıkan İslâm nuruna
tabi olmayı bir kurtuluş olarak gördüler. Kimse iman etmeye
zorlanmadı. Kendi dininde. kalmak isteyenler, İslâm
hâkimiyetini tanımak şartıyla topluma ait her çeşit
imkandan müslümanlar gibi istifade ettiler.

İslâm medeniyetinin maddî yansımalarından
birisi olan İspanya'daki Endülüs Emevileri zamanında Avrupa,
hayatı ve ona ait hakikatları müslümanlardan öğrendi.
Diğer İslâm devletleri, insanını refaha
ulaştırmak için gerekli bütün maddî ve manevî
gereksinimleri karşılayacak olan ve medeniyetin temel göstergeleri
durumunda bulunan şaheserleri sonraki nesillere miras
bıraktı.

Emperyalistlerin İslâm coğrafyasını
işgal edişi, İslâm medeniyetinin sürekliliğini
belirli ölçülerde engelledi. Parçaladıkları islâm coğrafyasında
kurdukları kukla yönetimler, halkın, İslâmı ve kendi
medeniyet varlıklarını öğrenmesini engellemek için
ellerinden geleni yaptı. Gerçekleri tersyüz ederek, öğretim
kurumlarında okutulan ders programlarıyla yeni nesilleri kendi
geçmişleri ile olan bağlarından koparmaya çalıştılar.
Sanki müslümanlar ilim, kültür ve medeniyet sahasında hiç bir
şey üretmemişler gibi ne varsa unutturmaya çalıştılar.
Ancak, tarihin derinliklerine kök salmış ve insanlık için
tek kurtuluş yolu olduğunu ispatlamış bir kültür ve
medeniyetin yok edilmesi mümkün değildi: Emperyalist
baskıların en yoğun olduğu bir dönemde olmasına
rağmen, bugün dünyanın her yerinde müslümanlar,
medeniyetlerinin kaynağı olan dinlerini tekrar yeryüzüne
hâkim kılmak ve insanlığa vahiy medeniyetinin
yollarını açmak için büyük bir gayret içindedirler.

Ömer TELLİOĞLU


Konular