Şamil | Kategoriler | Konular

Kısmet

KISMET

Kader, talih, nasip; kazanç talihi: Bölme, taksim,
pay etme işlemi.

Ortak mülkte hisseleri belirleyip sahiplerine paylaştırmak.
Yani ölçü, tartı ve metre gibi bir ölçekle hisseleri birbirinden
ayırıp ifraz etme.

Günümüzde Anadolu'nun değişik yörelerinde
İslam öncesi Şamanizm ve İran Zerdüşt dini
kalıntılarıyla Orta Asya'dan getirilen Hinduizm inançları,
halk arasında hala yaşanırlığını devam
ettirmektedir. Kısmet taşı, kısmet tepesi, kısmet
dağı, kısmet ağacı, vb. gibi İslâm'a ters
düşen inançlar bu türdendir. Bu dağlar, tepeler ve
taşlar kısmetini dileyenlerin ona kavuşacaklarına
inanılarak kutsallaştırılmıştır. Örneğin,
evlenmemiş kızlar bu taşların yanında ya da bu
tepelerde yanık türküler söylerler. Kısmetim neyse bir an
önce olsun anlamındaki bu tür dileklerde, gelen kısmete
razı olunacağını gösterir. Ağaca bez
bağlama, cami duvarına anahtar sokma, Hıdrellezlerde
ateş üzerinden atlama, ağaç diplerine para gömme gibi bir
çok değişik şekillerde görülen bu tür inanışlar
zamanla halk arasında dinden bir parça halini almış görülmektedir.
Bazı yörelerde bu tür bir fiili yapmayan insanların
uğursuzluğa maruz kalacağı inancı
yaygındır. Ya da genç kızların evlenemeyeceğine
inanılır. Cahiliyye dönemi arapların bir işi yapmadan
önce başvurdukları fal okları buna benzer bir başka
kısmet inancını yansıtır. Onlar yola çıkacakları
veya bir işe başlayacakları sırada fal oklarına
bakarlar ve hareketlerini bunlara göre düzenlerlerdi.

Halk arasında yaygın olan kısmet
anlayışının bir başka yönü de aşırı
kadercilik anlayışıdır.

İradenin gözardı edildiği bu tür bir
anlayış insanların yaşantılarına girerek
tevekkülcü, hazırcı, her şeyi Allah'tan bekleyen bir
yaşam şekline dönüşmüştür.

İslâm her Şeyin Allah'ın takdiri sonucu
meydana geldiğine inanmayı emreder. Takdir Allah'ındır.
"Allahu Teala sizi önce balçıktan yaratan sonra bir ölüm
zamanı hükmedendir..." (el-En'am, 6/2) buyurmaktadır.
Kader Allah'ın takdir etmiş olduğu; kullar tarafından
önceden bilinmesi mümkün olmayan ancak "levh-i mahfuz"da yazılı
bulunan hükümlerdir. "Küçük, büyük her şey (levh-i
mahfuz'da) yazılıdır" (el-Kamer, 54/53). İnsan
iradesiyle dünyadaki yaşantısı sonucu önceden bilemediği,
ancak Allah'ın bildiği kaderi doğrultusunda bir
yaşantı benimsemektedir (Ayrıca bk. kader).

Kısmet, taksim ölçme pay ve bölme anlamlarına
geldiği gibi talih ve kader anlamında kullanılır.

İslâm'ın pay, nasip ve kısmet olarak
ele aldığı konuya gelince:

Bir malı taksim etmenin câiz olduğunu gösteren
deliller vardır. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyrulur:
"Onlara, sıralarına göre suyun kendileriyle o deve arasında
pay edilmiş olduğunu söyle" (el-Kamer, 54/28). Allâh'ın
Resûlü de ganimet mallarını ashâb-ı kiram arasında
taksim etmiş ve "Her hak sahibine hakkını ver"
buyurmuştur. Birçok ortak malların bu şekliyle
kalması, sahiplerinin zararına, koruma güçlüğüne yol
açacağından, bunların taksimi aklen de gereklidir.
İslâm Devletinin gerekli hallerde ortak mülklerin paylaştırılması
için halka yardımcı olmak üzere "taksim memuru
(kassâm)" tayin etmesi gerekir. Bunların maaşı Devletçe
ödenir. Çünkü bu görev, hâkim görevi gibidir. Halkın bir
takım anlaşmazlıklarını çözer. Eğer
maaşları Devletçe ödenmezse, malı taksim edilenlerden
kişi başına "taksim edici memur"un ücreti alınır.

Taksim; ölçü, tartı, sayı veya metre ile
ölçülerek yapılır. Eğer mal misli değilse, bu
takdirde kıymet takdiri yapılarak denkleştirilir. Dükkan,
daire, han gibi gayrimenkullere önce kıymet konulur ve
denkleştirilir. Daha kıymetli yeri olan, diğerlerine
fazlalığı nakit parayla öder. Hisseler belirlenince numara
konulur ve hissedarlar arasında kur'a çekilir. Hisseler birbirinden
ayırdedilerek ifrazı yapılır. Ribâ cereyan eden
mallarda kabala taksim geçerli değildir. Meselâ, bir yığın
buğdaya ortak olan iki kişiden birisi, şu kısım
benim, diğer kısım senin olsun diye ölçü veya tartısız
taksim yapsa bu geçerli olmaz. Taksimin mahkeme yoluyla yapılması
için, ortakların tamamının veya içlerinden birisinin
talepte bulunması gerekir. Rıza yoluyla taksimde bütün
ortakların rızası şarttır. Çünkü bu bir çeşit
hisse mübadelesi olacağından karşılıklı
rızayı gerektirir. Mal mislî ise, bir ortağın
hazır bulunmaması taksime engel olmaz. Ortakların
arasında çocuk ve akıl hastası varsa, velisi onun yerine
geçer. Hisselerin adaletli bir şekilde denkleştirilmesi
gerekir. Hisseler arasında fâhiş gabin derecesinde miktar veya
kıymet farkı varsa, hissesi az olan "Taksimde fâhiş
gabin davası" açabilir. Mal, taksimi kabil olmayan cinsten ise
taksim olunamaz. Mesela; yalnız erkeklere veya yalnız
kadınlara mahsus olan ortak hamam taksime elverişli
değildir. Ortak alacakların (deyn) taksimi, kabzedilmedikçe,
geçerli değildir. Çünkü alacak zimmette hükmen mevcut fakat
gerçekte yok sayıldığı için ifrazı kabil olmaz.
Taksim memuru ücreti ortaklardan alacaksa, miktarı taksim olunan
malın kırkta biri kadardır. Bu ücret Ebû Hanîfe'ye göre
hissedarların sayısına, İmameyn'e göre ise
hisselerine göre verilir.

Taksim tamamlandıktan sonra, her ortak kendi
hissesine, bağımsız olarak malik olur ve dilediği gibi
tasarruf edebilir. Ancak bu tasarrufunda komşuya fâhiş bir
şekilde zarar vermemelidir. Aksi halde tasarruftan men olunabilir. Ebû
Hanife, mülkler üzerinde, başkasına zarar verse bile serbest
tasarrufun mümkün olduğu görüşündedir. Ancak diğer
bazı fakihler bu hakkı fahiş zararla
sınırlamışlardır. Taksim sırasında yol
ve su geçirme hakları tanınmışsa, bu şartlara
uyulur. Yol ve su yolunun başka tarafa çevrilmesi mümkünse
çevrilir, değilse eski yol ve su yolu hakkı devam eder.

Taksimi kâbil olan ortak bir arsaya, hissedarlardan
birisi diğerlerinin izni olmaksızın kendisi için bina
yapsa, diğerlerinin talebi üzerine bu bina kaldırılır.
Arsa o şekliyle taksim edilir ve bina bulunan kısım,
sahibine isâbet ederse anlaşmazlık biter. Başka bir
hissedara düşerse, binaya -eğer önceden izin verilmemişse-
yıktırabilir. Bu yıktırmadan dolayı hissenin
kıymetinde eksiklik olursa, binayı izinsiz yapan hu zararı
da tazmin eder.

Hamdi DÖNDÜREN


Konular