Şamil | Kategoriler | Konular

Kıdem

KIDEM

Eski, kadîm ve önce olma karşıtı
sonradan olan manasına gelen "hudûs'tur.

Kıdem kelimesi, İslâm felsefesi ve kelâm
tarihinde üç anlamda kullanılmıştır: 1-Kıdem-i
zamanî (zamanla ezen olmak) Bir şeyin varlığı ezelî
olup, vücudundan adem (yokluk) geçmemek dernektir. 2- Kıdem-i zâtî.
Bir şeyin varlığı başkasına muhtaç olmamak,
muhtaç olmadığı ve li-zatihî var olduğu için de başlangıçsız
ve öncesiz olmak. 3- Kıdem-i izâfi. Bir şeyin
varlığının başlangıcı,
başkasına nisbetle daha önce olmak. Babanın zaman
bakımından oğlundan daha önce olması gibi.

Bunların karşıtı ise: 1- Hudûs-i
zamanî: Bir şeyin yok iken sonradan olması.
İnsanların hudûsu gibi... 2-Hudûs-i zatî: Bir şey
varlığında başkasına muhtaç olmak. İslâm
filozoflarına göre akıllar ve nefisler gibi... 3-Hudûs-i zâtı:
Bir şeyin, başkasına nisbetle sonradan olması.
Oğlun zaman bakımından babasından sonra olması
gibi...

Farabî gibi İslâm filozoflarına göre akıl,
nefis, felek ve heyülâ gibi varlıklar kıdem-i zamanî ile
ezeli; varlıklarında Allah'a muhtaç oldukları için de
hudûs-i zâtî ile hâdistirler.

Bütün ehl-i sünnet âlimleriyle beraber kelâmcıların
hepsi Allah'tan başka hiç bir şeyin ezelî ve öncesiz olmadığını
söylemişlerdir. Kıdem; ezelî, öncesiz ve varlığında
hiçbir şeye muhtaç olmamak anlamında kullanılması
itibarıyla yalnız Yüce Allah'a mahsustur. Ondan başka her
şey sonradan var edilmiştir. Kıdem, beka*, muhalefetün
li'l-havadis *, kıyam bizatihî*, vahdaniyet*, gibi sıfatlar
Allah Teâlâ için gereklidir. Bu sıfatlara, Yüce Allah'tan bunların
zıtlarını selb edip (kaldırıp) O'nun
noksanlıklardan münezzeh olduğunu ifade ettiği için
"sıfat-ı selbiyye" veya "sıfat-ı
tenzihiyye" denilir. Bu sıfatların başında
"kıdem" gelir. Cenabı Allah, vacib li- zâtihî veya
vacibü'l-vücûd (varlığı zorunlu) olduğu için
ezelîdir. O'nun başlangıcı ve öncesi yoktur. Kıdem,
Cenâb-ı Hakk'tan geçmişteki yokluğu selbeden ve O'nun
yokluktan münezzeh olduğunu ifade eden bir kavramdır.
Kıdem, "vacîb lizatihî" kavramının içinde
mevcuttur. Allah Teâlâ vâcibu'l-vücûddur (vâcib li- zatihîdir).
Vâcibü'l-vücûd, varlığı, zatının
muktezası olan demektir. Vacibü'l-vücûdun, yani başkasına
muhtaç olmadan zatının gereği olarak var olanın,
ademi (yokluğu) muhaldir ve asla mümkün değildir. Ademi mümkün
olmayan kadîmdir. O halde Yüce Allah için kıdem, sabittir.
Kıdemi sabit olanın ademi (yokluğu) muhal olduğu için,
bekası da lâzımdır. Vâcib li zâtihî, cüz ve
parçalardan da mürekkeb değildir. Aksi takdirde cüz ve parçalarına
muhtaç olur. Başlangıcı bulunmayan, varlığı
zorunlu olan Yüce Allah, ezelî olmazsa, hâdis olur ve varlığını
başkasının icadına muhtaç olur. Ebedî olmazsa fâni
ve âciz bulunur. Hudûs (sonradan olma) ve başkasına muhtaç
olmak ise vâcibü'l-vücûd (varlığı zorunlu olan)
kavramına aykırı düşer. O halde kıdem (evveli ve
başlangıcı olmamak), Vâcib li-zâtihi'ye açıkça lazım
gelen özelliklerdendir.

Eğer Cenab-ı Allah kıdem'le
muctasıf olmayıp hâdis (sonradan olmuş) ve
yaratılmış farz edilse, bir muhdis ve hâlikın
kendisini yaratmasına ihtiyaç duyması lazım gelir.
Kendisini yaratan kadîm ise, o Allah olur; kadîm değilse, o da
başka bir yaratıcıya muhtaç olup böylece mâzî cihetinde
sonsuza doğru her yaratıcı kendisinden önceki yaratıcıya
muhtaç olur. Bu husus ise nihayetsiz bir mûcidler silsilesini ve batıl
bir teselsülü gerektirir. Halbuki Vâcibü'l-vücûd Allah hiç bir
yaratıcıya muhtaç olmadan li-zatihi vardır. Mümkün ve
hâdis varlıklar vücudlarında yaratıcıya muhtaç
olurlar. Mümkün demek, varlığı zatının
gereği olmayan, var olmasında bir yaratıcıya muhtaç
olan demektir. Gördüğümüz âlem ve içindekiler mümkin ve
hâdistirler. Varlıklarını kendi zatları gerektirmez.
Varlıkları vâcib (zorunlu) olmayıp
varlıklarını yokluklarına tercih edecek bir müreccihe
(sebebe) muhtaçtırlar. Bu müreccih, vücudu mümkin bulunan bir
şey olursa, bunun, diğer bir mümkini vücuda getiremeyeceği
açıkça anlaşılır. Meselâ bugün sonradan yaratıldığı
açıkça anlaşılan maddenin özelliklerini ilim ortaya çıkarmıştır.
Madde âtıldır; şuursuz dış tesirler
karşısında dağılır ve saçılır;
akılsız, bilgisiz ve şuursuzdur. Enerji de böyledir. Çeşitli
madde ve enerjiler, aralarında ittifak edip şuurluca karar
vererek kâinatın nizâmını ve dünyanın içindeki
canlıları yaratamazlar. O halde şu gördüğümüz
mümkün olan varlıklar, mümkinât silsilesinin dışında
bir vâcibu'l-vücud, bir başlangıcı bulunmayan ezelî
yaratıcının varlığına delâlet edip
dururlar. Kıdem, bu vâcibu'l-vücud olan yaratıcının
varlığının gereğidir. Çünkü her ne zaman, kıdem
ile vâcibu'l-vücûd düşünülürse, ikisinin de birbirini lâzım
kıldığını akıl anlar. Vâcibu'l vücûd;
zâtı ve yüce sıfatlarıyla beraber Allah Teâlâ'dır.
Allah sıfatlarıyla beraber ezelîdir. O'nun hiç bir sıfatı
sonradan olmamıştır. Sıfatları, Allah Teâlâ'nın
zâtının muktezasıdır ve O'nun zâtıyla
kaimdirler. Allah'ın sıfatları O'nun gayrı
değildirler ve zâtından ayrılmazlar. Allah'ın
zatı, sonradan olan sıfat ve özelliklere mahal (yer) olamaz.
Allah zamana ve mekandan münezzehtir. Mekân, zaman, kâinat ve bunların
içinde bulunan her şey, O'nun kudret, irade, ilim ve
yaratmasıyla var olmuşlardır. Allah, muhtar (murîd) olan
hâlıktır. Murîdin, eserinin sonradan olmaklığı
gereklidir. İrade sahibinin eseri kadîm olsa, bunu yaratmayı
dilemesi, varlığı halinde olur. Var olanı
yaratmayı dilemek muhaldir. Çünkü var olanı yaratmak, hâsılı
(var olanı) tahsil (tekrar husûle getirmek) demektir. Var olan yok
değil ki tekrar yaratılsın. Binaenaleyh ihtiyar ile
yaratmak, bir şeyi yok iken dileyip var etmek demektir. Böyle bir
murîd yaratıcının da bizatihî mevcut ve ezelî olması
şarttır.

Materyalistler ve diğer münkirler, mü'minlere
yönelik olarak şu şekilde sorular sorarlar: "Allah'ı
kim yarattı? Allah'ın her şeyi yaratmaya gücü yeterse,
kendisi gibi bir Allah yaratabilir mi?". Bunlar şu şekilde
cevaplandırılır:

Allah'ın kudret, irade ve yaratması mümteniâta
(muhallere) ve vâcibâta (varlığı zorunlu olanlara)
bağlı değildir. Muhaller, aklen imkansız olduğu için
vuku bulmaz. Meselâ, bir evin bizzat kendisinin varlığı
aynı anda hem Eskişehir'de, hem de İstanbul'da muhaldir.
Aynı bir şey aynı anda iki veya üç ayrı yerde
bulunsa, bu takdirde birin iki veya üç etmesi gerekir. Bir, birdir; iki
veya üç etmez. Ama bir şeyin sureti, benzeri, kalıpları
pek çok yerde olabilir. Eğer Allah yaratılmış olsa,
kadîm olmayıp hâdis olur; vâcib olmayıp mümkün olur ve varlığında
başkasına muhtaç olur. Mümkün olup yaratıları ve
muhtaç olan varlık li-zatihî zorunlu olmayıp hâdis olur,
ezelî olmamış olur. Varlığı vâcib, ezelî
olmayan ve varlığında başkasına muhtaç olan
Allah değildir. O halde vâcibu'l-vücûd ve ezelî olan Allah'ın
yaratılması muhaldir, imkânsızdır.

Allah Teâlâ'nın ezelî olduğunu bildiren
naklî deliller:

"O (Allah) evvel (öncesiz, ezelî) ve
ahirdir..." (el-Hadîd, 57/3). "De ki o Allah sameddir
(ihtiyaçsız, herkesin doğrudan doğruya kendisine muhtaç
olduğu zeval bulmayan kadîm ve bakîdir). O doğurmadı ve
doğurulmadı. Hiç bir şey O'nun dengi değildir"
(İhlas, 112/ 1-3 ; Sa'duddin et- Taftazânî, Şerhu'l-Makâsıd,
I, 60-61; Şerhu'l Akâid, s. 65-66; Seyyid Şerif el-Cürcânî,
Şerhu'l-Mevâkıf, s. 469-470; Abdullatif el-Harputî,
Tenkihu'l-Kelâm, s. 180).

Muhiddin BAĞÇECİ


Konular