Şamil | Kategoriler | Konular

ıstıva

İSTİVÂ

Allahu Teâlâ'nın haberi sıfatlarından
istilâ ulüvv, suûd ve irtifa anlamlarında haberî bir terim.

Kur'ân-ı Kerîm'de "istivâ" sözcüğü
dokuz yerde kullanılmaktadır. Bu kullanışların
hepsinde fiil olarak "istevâ: istivâ etti" şeklindedir.
Bunlardan ikisi, "ilâ:...e doğru" edatı ile
kullanılmıştır. Söz konusu ayetler şöyledir:
"O ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı, sonra
göğe yöneldi (istevâ), onları yedi gök olarak düzenledi. O,
her şeyi bilir" (Bakara, 2/29); "Sonra duman halinde olan göğe
yöneldi (istevâ)..." (Fussilet, 41/11).

Allah Teâlâ hakkında "istivâ" söz
konusu edilirken, bu iki ayetteki kullanılış pek bir
problem teşkil etmemektedir.

Diğer yedi yerde ise, "istivâ" sözcüğü
"alâ: üzerine, üzerinde" edatıyla
kullanılmıştır. Bunların altısında
"sümmâstevâ ale'l-Arş" şeklinde
kullanılmıştır (bk. el-A'râf, 7/54; Yunus, 10/3;
er-Ra'd, 13/2; el-Furkân, 25/59; es-Secde, 32/4; el-Hadîd, 57/4). Bir
yerde de "er-Rahmanu ale'l-Arşi istevâ: O Rahman Arş'a
istivâ etti" (Tâhâ, 20/5) şeklinde
kullanılmıştır.

"İstivâ" denildiğinde bu yedi
yerdeki kullanılış kastedilir. Allah'ın haberi
sıfatları konusunda farklı görüşlerin en çok ileri
sürüldüğü meselelerin başında, "istivâ"
meselesi gelir. İstiva ile ilgili olarak görüş ileri süren
alimleri önce iki gruba ayırmak mümkündür.

a- Te'vil yolunu seçenler.

b- Te'vil yoluna sapmayıp sözü zâhiri üzere
kabul edenler.

İslâm tarihinde Allah'ın sıfatları
konusunda te'vil çığırını başlatanlar,
Mu'tezilî âlimleridir. Onlara göre "istivâ", istilâ ve
hâkimiyeti altına alma anlamındadır (Eş'arî,
Makalâtü'l İslâmiyyîn, Kahire 1969, 1, 285; İbn Hazm,
el-Fısal fi'l-Milel ve'n-Nihal, Beyrut 1975, 11, 123).

Mu'tezile, Allah Teâlâ'nın kulların
vasıflandığı sıfatlarla nitelenmesinin caiz
olmayacağını, bunların kabulünün teşbihi
gerektireceğini söylemiştir. Bu çığırı ilk
başlatan Ca'd b. Dirhem (118/736) dır. Ondan Cehm b. Safvân
(128/745) bu görüşü almıştır (İbnu'l-Esir,
el-Kâmil, V, 236).

Niçin te'vil yoluna gittiklerini de şöyle izah
ederler: "İstivâ sözünü zahirine hamledersek, Allah hakkında
mekân ve yön tayin etmiş oluruz ki, bu, ancak cisimler için söz
konusudur." Bu sebeple de bu âyetleri te'vil etmeyenleri Mücessime
ve Müşebbihe olmakla itham ederler. Onlara göre Allah bir yerde değil,
her yerdedir. Mu'tezile te'vil'in gerektiğini ileri sürerek Allah'ın
bu sıfatlarını nefyetmiş olacağından,
onları haberi sıfatları nefyedenler olarak tesbit etmek de
mümkündür (Metin Yurdagür, Allah'ın Sıfatları, s. 239).

Te'vile sapmayıp "istiva"
lafzını zâhiri üzere anlayanları da iki gruba
ayırmak mümkündür:

a- Allah'ın cisim olduğunu söyleyenler.

b- Allah'ı yaratıklarına benzetmeyenler.

Allah'ın cisim olduğunu söyleyenler, söz
konusu ayetleri, insanın kürsiye oturması gibi Allah'ın
Arş'a oturduğunu; insanlarda olduğu gibi Allah'ın da
et, kemik ve kandan olup el, ayak, baş ve gövdesinin bulunduğunu
söylerler. Bu sebepledir ki bunlara "Mücessime ve Müşebbihe"
ismi verilmiştir.

Allah'ı yaratıklarına benzetmeyi
reddederek "İstiva"yı kabul edenlere gelince, Ehl-i Sünnet
ve ümmetin selefinin görüşü budur. Eş'arî (ö. 324/935) meşhur
"Makalâtü'l İslâmiyyin" isimli eserinde bu konudaki fırkaların
görüşlerini serdederken şöyle demektedir: "Ehl-i Sünnet
ve hadis ehli dedi ki: Allah cisim değildir ve yaratıklara
benzemez. O, Arş'ın üzerindedir. Nitekim;"O Rahman, Arş'a
istivâ etti" buyurulmuştur. Allah'ın söylediğinden
öteye gitmez, söz söylemeyiz. Aksine, keyfiyetsiz olarak istivâ etmiştir,
deriz" (Eş'arî, a.g.e., I. 285).

Eş'arî, bu sözleriyle Allah'ın,
Arş'ın yukarısında olduğunu, bunun
nasıllığının tarafımızdan
bilinemeyeceğini, istivâyı te'vil etmenin ve Allah'ı
yaratıklara benzetmenin yanlış olduğunu söylemek
istemektedir. Nitekim"el-İbâne an Usûli'l-Diyâne" isimli
eserinde meseleyi daha geniş bir şekilde şöyle izah eder:
"Biri çıkıp: İstivâ hakkında ne dersiniz?
diyecek olursa, ona deriz ki: Allah, Arş'ı üzerine istivâ etmiştir.
Nitekim Allah şöyle buyurmaktadır: "O Rahman Arş'a
istivâ etti" (Tâhâ, 20/5); "Güzel söz O'na çıkar"
(el-Fâtır, 35/105;) "Hayır Allah onu (İsâ'yı)
kendisine yükseltti" (en-Nisâ, 4/158); "(Allah, yaratma) işi
(ni) gökten yere düzenler" (es-Secde, 32/5). Allah, Firavun'dan
nakille şöyle buyuruyor: "Firavun dedi: Ey Hâmân, bana
yüksek bir kule yap ki o sebeplere (yollara) erişeyim, (yani göklerin
yollarına erişeyim de Mûsâ'nın tanrısına çıkıp
bakayım" (el-Mümin, 40/36-37). Bu sözleriyle Firavun, Mûsâ (a.s.)'ın,
Allah'ın göklerin yukarısında olduğu şeklindeki
sözünü yalanlamaktadır. Allah Teâlâ yine şöyle buyurmaktadır:
"Gökte olanın, sizi yere batırmayacağından emin
misiniz?" (el-Mülk, 67/16). Göklerin yukarısında Arş
vardır. Arş, göklerin yukarısında olunca "Gökte
olandan emin misiniz?" buyurmuştur. Çünkü Allah, göklerin
üzerindeki Arş'a istivâ etmiştir. Her yukarıda olan, göktür.
Arş, göklerin en yukarısıdır" (İmam
el-Eş'ârî, el-İbâne an Usûlü'd-Diyâne, Medine 1975, s.
30-31). Eş'arî bu konuya devam ederek, dua esnasında
insanların ellerini Arş'a doğru
kaldırdıklarını, Mu'tezile, Cehmiyye ve Hâriciyye
mezheplerine müntesib olanların, istivâ'yı istilâ, .mülk ve
kahr gibi şeylerle te'vil ederek Allah'ın her yerde
olduğunu söylediklerini, Hak ehlinin görüşü olan Allah'ın
Arş'ın üzerinde' olduğu görüşüne karşı
çıktıklarını anlatır ve bu konuda daha pek çok
delil sıralar.

Maturidîler istiva ve diğer haberî sıfatları
te'vil etmemişlerdir (Süleyman Uludağ, Kelâm İlmi ve
İslâm Akâidi, s. 50).

İmam Maturudî (333/944) Kitabu't-Tevhîd'de,
"İstiva" ayeti ile ilgili muhtemel bir çok te'villeri
(mülk, ulûvv, Arşı ta'zim ve teşrif, istilâ, kasd vb.) sıralayıp,
teşbihe kaçan anlayışları reddeddikten sonra şöyle
demektedir:

"Bu mevzuda bize göre aslolan şudur ki,
Allah Teâlâ; "Hiç bir şey O'nun benzeri olamaz" buyurmak
suretiyle kendini mahlukatına benzetmekten tenzih etmiştir.
Nitekim biz de O'nun fiillerinde ve sıfatlarında benzeri
bulunmadığını, benzerlerinden münezzeh olduğunu
yukarıda beyan etmiştik. Bundan ötürü, "Rahman'ın
Arş üzerine istivâsını " vahyin getirdiği ve
akılda sabit olduğu gibi kabul etmemiz gerekir. Artık biz
bu ayetin belli bir anlam ile kesin te'viline hükmedemeyiz. Çünkü
zikrettiğimiz te'villerden herhangi birine ihtimali olduğu
kadar; henüz bize ulaşmamış, teşbih şâibesi taşımayan
başka bir manaya gelmesi de muhtemeldir. Biz ancak bu ayette
Allah'ın o tabirle muradı ne ise, ona iman ederiz. Vahy ile
sabit olan ru'yetullah vb. diğer meselelerde de inancımız böyledir.
Bu hususlarda teşbihi nefyederek, hiç bir yorum yapmadan murâd-ı
ilâhi her ne ise ona iman gereklidir (Maturidî, Kitabu't-Tevhîd, s.
74).

Hanefi mezhebinin imamı Ebû Hanife (öl. 150/766)
de ayni görüştedir. O şöyle demektedir: "Bilmiyorum,
Rabbim gökte midir, yerde midir" diyen kâfir olur. "Allah Arş'ın
üzerindedir ama Arş gökte midir, yoksa yerde midir, onu
bilmiyorum" diyen de kâfir olur. Allah'a dua ederken yukarıya yönelinir,
aşağıya değil. Çünkü aşağının
rubûbiyet ve ulûhiyyet vasfıyla hiçbir ilgisi yoktur.

Nitekim şu hadis de bunu anlatıyor: Bir adam
Hz. Peygamber'e siyah bir cariye getirdi ve:

- Benim üzerime mümin bir köle azat etmek vacip
oldu. Bu kâfi midir? diye sordu. Peygamber (s.a.s) o cariyeye sordu:

"Sen mümin misin?" Cariye:

"Evet" dedi. Peygamber (s.a.s): "Peki,
Allah nerededir?" diye sordu. Cariye göğe işaret etti.
Bunun üzerine Peygamber: "Onu azat et, o mümindir" dedi (İmam-ı
Azam'ın Beş Eseri, İstanbul, 1981, s. 45-48 Arapça kısmı).
Nitekim Ebû Hanife'nin talebesi Ebû Yusuf, Allah'ın gökte (yukarıda)
olduğunu reddeden Bişr el-Merisî'yi bu görüşünden dolayı
hesaba çekmiş ve tövbe etmesini istemiştir. (İbnu
Ebi'l-İzz el-Hanefi, Şerhu'l Akîdeti't-Tahâviyye, Beyrut 1988,
s. 288)

Görülüyor ki, kelâm metodunu büyük çapta
benimseyen imamlarımızdan Eş'ari'de müşahede edilen
haberî sıfatların (ve müteşabihatın) te'vili
konusunda muhafazakârlık, İmam Maturîdî'de de aynen
mevcuttur. Ancak, Ehl-i Sünnetin her iki koluna mensup müteahhir
âlimlerin aynı tutumu devam ettirmedikleri, te'vili benimsediklerini
de biliyoruz. Müteahhirin'in bu tutumunun sebepleri arasında avâmın
yanlış yorumlarla teşbihe düşmelerini önlemek
gayesini sayabiliriz. Onlar bu gayeyle Arap dilinin müsaadesi
çerçevesinde bu sıfatların mecazi mâhiyette te'vilini caiz
görmüşler, fakat yapılan bu te'villerin ihtimal dairesinin
ötesine geçemediğini ve kesin olmadığını da
belirtmeyi ihmâl etmemişlerdir (el-Beydâvî, İşârâtü'l-Merâm
min İbârâti'l İmâm, 186-189; krş: Gazzâlî, el-İktisâd,
s. 52-53).

İmam Mâlik'e Allah'ın Arş'a nasıl
istivâ ettiği sorulduğunda; "O Rahman, kendini
vasıfladığı şekilde Arş'a istivâ etmiştir,
O'nun hakkında nasıl sorusu sorulmaz" demiştir.
Başka bir rivayete göre ise şöyle demiştir:

"İstivâ (Arap dilinde anlamı) meçhul
değildir. Keyfiyeti akıl ile bilinmez. Buna iman etmek vaciptir
ve bu konuda soru sormak bid'attir" (Beyhakî, el-Esmâ' ve's-Sıfât;
Mısır 1358, s. 408). Selef hakkında şöyle denebilir:
Onlar, nassların sınırlarını aşmamak için
bu gibi konularda çok titiz davranır ve fazla izahatta bulunmaz,
teferruata dalmazlardı.

M. Sait ŞİMŞEK


Konular