Şamil | Kategoriler | Konular

ıkab

İKÂB

Âkibet, sonuç, suçlunun işlediği fiilin
sonunda verilen ceza.

Kur'an-ı Kerîm'de ikâb kelimesi, 20 yerde geçmiş
ve ceza anlamında kullanılmıştır. "Allah'ın
ikâbı (cezası), cidden çetin olandır" (el-Bakara,
2/196). Bu ifade Kur'an'da 14 yerde geçmektedir.

Hadis kitaplarında da ikâb ukubet kelimeleri, işlenen
suçun karşılığında verilen ceza anlamında görülmektedir.
Meselâ, hadis kitaplarında geçen bazı başlıklar
şöyledir: "imamına isyan edenin ukubeti (cezası)"
(Buhârî, Cihâd, 164), "Zekât'a engel olanların ukubeti"
(Nesâî, Zekât, 4), "içki içmenin ukubeti" (Dârimî, Sünen,
Eşribe, 10).

İkâb kelimesinin hadislerde de ceza anlamına
geldiğine dair bir kaç kısa hadis şöyledir:

"Allah dilerse ikâb eder (cezanandırır),
dilerse af eder" (Buhârı, Ahkâm, 49, Menâkibü'l-Ensâr, 43,
İmân, 11, Tefsiru Sûre, 60; Nesâî, Bey'at, 9; Dârimî, Siyer,
16).

"... Kim dünyada günah işlerse,
karşılığında ikâb olunur (cezalandırılır)"
(Buhârî, İmân, 11, Ahkâm, 49, Hudûd, 8, Tefsiru Sure, 60;
Müslim, Hudûd, 41; Tirmizî, Hudûd, 12; İbn Mâce, Hudûd, 33;
Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 99, 109, V, 314, 320).

"...Resulullah onu affetti, ikâb etmedi (cezalandırmadı)"
(Ebû Dâvud, diyât, 6; Dârimî, Mukaddime, 11).

Fıkıh'ta bu kelime, yine ceza anlamında
şu şekilde tarif edilmiştir:

İkâb, ukûbet; kânun koyucunun emrini çiğneyene
karşı toplumun menfaâti için konulmuş bir cezadır (Abdulkadir
Udeh, et-Teşriü'l-Cinâiyyü'l İslâmî, Kahire, I, 609).

Ukûbet, emrolunanı terketmeyi,
yasaklarını irtikâb etmeyi önlemek için kanun vazunın
koyduğu bir cezadır. Sorumlu insanı suç işlemekten
alıkoyan, işlemişse bir daha işlemesini önleyen başkasına
ibret olsun diye önceden tayin edilmiş maddî cezadır. (Ahmed
Fethi el-Behnesî, es-Siyâsetü'l- Cinâiyye Fi'ş-Şeria fi'l
İslâmiyye, Kahire 1965, 213).

İkâb'a (cezaya) ait bazı prensipler
vardır:

1- Kanunîliği: İslâm ceza hukukunda hangi
suça ne çeşit ve ne kadar ceza verileceği açıkça
belirtilmiştir. Suçlulara, kanunda açıkça belirtilmemiş
bir ceza verilemez.

2- Şahsîliği: Ceza ancak suç işleyene
verilir. Bir kimsenin işlediği suç nedeniyle, diğeri
sorumlu tutulamaz. İkâbın şahsîliği genel bir
esastır.

3- Umumîliği: Suç işleyen kim olursa olsun
fark gözetilmeksizin o suçun ikâbına çarptırılır.
Kanun önünde herkes birdir. Hz. Peygamber zamanında, Mekke'nin
fethi sırasında, soylu bir kadın hırsızlık
yapmıştı. Bu kadının affı için, Peygamber (s.a.s)'in
sevdiği bir kişi olan Usame b. Zeyd şefaatçi oldu.
Resulullah (s.a.s) şöyle buyurdu: "Muhakkak ki,
İsrailoğulları arasında şerefli biri
hırsızlık ettiği zaman, onu cezasız
bırakırlar, zayıf biri hırsızlık ettiği
zaman ise (onun elini) keserlerdi. Ben, çalan kadın kızım
Fatma da olsaydı yine de elini keserdim" (Buhârî,
Fedâilu'l-Ashâb, IV, 213). Resulullah bu sözü ile, herkesin kanun karşısında
bir olduğunu ve kanunun umumî olduğunu belirtmiştir.

Cezaların taksimi

1- İslâm ceza hukukunda cezalar; hudûd, cinayet
cezalan ve ta'zir olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Bu taksim suça
göre taksimdir.

a) Hudûd: Allah hakkı olarak uygulanması
gereken miktarı belli cezalardır. Bu cezalar, zina cezası,
hırsızlık cezası, şarap içme ve sarhoşluk
cezası, iftira cezası (kazif haddi), yol kesme (kat'ı tarik
veya hıraba) cezalarıdır (Fahreddin Ebu'l-Mehasin Hasan b.
Mansur el-Uzcandî, el-Ferganî, Kazîhîn, Fetâva-ı Kazihîn, III,
467; Şeyh Zâde, Mecmeü'l-Enhür fî Şerhi'l-Mültekâ'l Ebhur,
I, 592).

b) Cinayet cezaları: Kısas, diyet, keffâret,
mirastan mahrumiyet gibi kısımları vardır.

c) Ta'zir cezaları: Miktarları huduttan
aşağı olup, kesinlikle tayin edilmeyen, te'dip
anlamında cezalardır (ez-Zeylaî, Tebyinü'l-Hakaik, III, 207;
İbn Âbidin, Reddü'l-Muhtar, III 179). Kur'an ve hadisin iyi karşılamadığı,
haksız yere insanlara eziyet ve zar veren şeyleri irtikâb
nedeniyle gerekir (İbn Nüceym, el-Bahrü'r-Râik, V, 46;
Mergînânî, Hidâye, II, 99). Hâkimin takdirine göre; ıslah
oluncaya kadar hapis, 39 sopayı aşmamak şartıyla dayak
ile olabildiği gibi; kulak burkmak, sert söz, hâkimin asık
çehre ile bakması, yalancılığın ilânı, sürgün
ile ta'zirin infazı mümkündür. Suç ve suçlunun durumuna göre
hâkimin takdirine bırakılmıştır (es-Serahsî,
Mebsut, IX, 71-79; XXIV, 35, 36). Bununla beraber hâkimin suçlunun
hareketine uygun olmayanla ta'zire hakkı yoktur (İbn Nüceym,
a.g.e, V, 45).

Cezayı düşüren sebepler: ölüm, af, kısasa
tevârüs, faal nedâmet, müruru zaman gibi cezayı düşüren
sebepler vardır:

1- Ölüm: Ölüm halinde âmme davası ve cezalar
düşer. Çünkü cezalan uygulama mahalli bulunmamaktadır.
Sadece yaralamalarda, suçlunun uzvu başka bir cezanın infâzı
neticesi yok olmuşsa, yaranın diyeti düşmez (el-Kâsânî,
Bedâyiu's-Sanâyi', VII, 246).

2- Af: İslâm ceza hukukunda devletin hudud ve
cinayet cezalan hakkında ne umumî ne de hususî af yetkisi yoktur.
Sadece ta'zir suç ve cezalarında af yetkisi vardı (İbn Nüceym,
a.g.e, V, 49).

3- Kısasa tevârüs: Suçludan kısas talebine
hakkı olan kişi, kısasa tevârüs edince de kısas düşer.

4- Faal nedâmet: Yol kesme suçunda, yakalanmadan
önce fail pişmanlık duyarak tevbe eder, hâkime teslim olursa
âmme dava ve cezası düşmektedir.

5- Müruru zaman: İslâm ceza hukukunda âmme
davaları ile sırf âmme cezalan mürûru zamanla düşer. Mürûru
zaman müddeti için Ebu Hanife, belirli bir müddet tayin etmemiş,
bunu her asırda hâkimin takdirine bırakmıştır.
Ama İmam Muhammed'in ön gördüğü bir aylık müddet,
sahih görüş olarak kabul edilmiştir. Suçunu ikrar eden hakkında
mürûru zaman nazara alınmaz. Ancak şarap içme ve sarhoşluk
suçu bundan hariç tutulmuştur. Ağız kokusu kaybolduktan
sonra şarap içtiğini ikrar eden dinlenmez (el-Merginânî,
a.g.e, II, 89, 90; ez-Zeylaî, a.g.e, III, 187, 188; Molla Hüsrev,
Dürer, II, 67).

Hülasa İkâb, ceza anlamına gelmektedir.
Ancak ceza, iyi veya kötü "karşılık"
anlamına gelir. Tariflerde ikâb veya ukûbet kelimeleri,
delâletiyle kötü karşılığı ifade etmektedir.

Ahmet YAŞAR


Konular