Şamil | Kategoriler | Konular

ıcbar

İCBÂR

Bir kimseyi bir şeye veya bir işi yapmaya
zorlamak. Başkası üzerinde velâyet yetkisi oları kimsenin,
onun şahsı veya malı üzerinde bazı hukukî
tasarruflarda bulunabilmesi. İcbârın eş
anlamlısı oları ikrah; bir kimseyi korkutarak,
istemediği ve çirkin gördüğü bir işi yapmaya onu
zorlamak anlamındadır. İcbârda, iş veya tasarrufu,
zorlayan; ikrahta ise ærlanan kimse yapar (İbn Manzûr,
Lisanü'l-Arab, İcbâr ve İkrâh mad.; es-Serahsî, el-Mebsût,
3. baskı, Beyrut 1398/1978, XXIV, 38; Ali Haydar, Dürerü'l Hükkâm,
3. baskı, İstanbul 1330/1912, III, 15; Mecelle, mad., 948).

İslâm hukukunda icbâr konusu daha çok, başkası
üzerinde velâyet hakkı olan kimselerle ilgili olarak incelenir. Nikâh
velâyeti, hâkimin bazı konularda zorlama yetkisi gibi. İslâm
hukukunda, mümeyyiz ve gayri mümeyyiz küçüklerle, akıl
hastalarının veli aracılığı ile evlenmesi mümkün
kılınmıştır. Bu şekildeki nikâh, hüküm ve
sonuçlarını büluğ çağından sonra
doğuracağı için küçük veya akıl hastası için
zarar söz konusu değildir. Veliye cebr hakkı
tanımanın sebepleri çeşitlidir. Daha küçükken çocuğu,
fırsatı çıkınca en uygun ve denk (küfüv) bir
evlilik sağlamak, çocuğun erken büluğa erdiği
toplumlarda özellikle kız çocuklarını cinsel konuda
korumak, onlara daha küçük yaşta sıcak bir aile yuvası
hazırlamak gibi sebepler bunlar arasında sayılabilir (Halil
Cin, İslâm ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, Ankara 1974, s. 78).

Hanefilere göre, kız çocuğu büluğ çağına
girince artık evlenmeye zorlanamaz. Büluğ çağındaki
bir erkek veya kızı, velisi evlendirmek istiyorsa
rızalarını alması gerekir. Şâfiî, Mâliki ve
Hanbelîlere göre ise kadın bâkire olduğu sürece re'sen
evlendirilebilir.

Küçüğü re'sen evlendirme İslâm'a has bir
müessese olmayıp aşağı yukarı bütün ilk ve
ortaçağ toplumlarında ve bu arada İslâm'dan önce
Arabistan'da ve Musevî hukukunda mevcuttu. İslâm bu müesseseyi
ıslah ederek muhafaza etti. Hz. Peygamber (s.a.s? Hz. Âişe'yi (ö.
57/676), babası Ebû Bekir (r.a)'den (ö. 13/634) istemiş ve Hz.
Âişe gelinlik çağa ulaşınca fiilî birleşme
vuku bulmuştur. Sıcak iklimlerde kız çocukları çabuk
geliştiği için, bu yaşın 9 olduğu
belirtilmiştir (es-Serahsî, a.g.e, IV, 212). Hz. Ali'nin (ö.
40/660) de kızı Ümmü Gülsüm'ü küçük yaşta iken Hz.
Ömer'e (ö. 23/643) nikâhladığı nakledilir (el-Mevsilî,
el-İhtiyâr, Kahire, ts., III, 94).

Hanefîlere göre, küçüğü veya akıl
hastasını baba veya onun yokluğu halinde dede re'sen
evlendirmişse nikâh akdi kesinleşir. Çünkü baba veya dedenin
şefkat ve merhametinin tam olması sebebiyle çocukların
menfaatını titizlikle koruyacakları prensibi kabul
edilmiştir. Ancak baba ve dede, kötü tercihler yapmakla (sü-i
ihtiyar) meşhur olur veya küçük ya da akıl
hastasını fâhiş gabin derecesinde düşük mehirle,
yahut da dengi olmayan birisine nikâhlamışsa, bu nikâh
geçerli değildir (el-Mevsilî, a.g.e, III, 94; bk. el-Kâsânî,
Bedâyiu's-Sanâyi, Beyrut 1910, II, 241-247).

1917 tarihli Osmanlı Hukuk-i Aile Kararnamesinde,
mücbir velinin bu yetkileri kısıtlanarak, konu esaslara
bağlanmıştır: "Oniki yaşını
tamamlamamış olan küçükle (sağîr), dokuz yaşını
tamamlamamış bulunan kız (sağîre) hiç bir kimse
tarafından evlendirilemez" (a.g.e, madde: 7). "Onyedi
yaşını tamamlamış olan kadın (kebîre), bir
şahıs ile evlenmek üzere başvurduğunda hâkim, durumu
velisine tebliğ eder ve velî itiraz etmediği veya itiraz
ettiği görülmediği takdirde evlenmesine müsaade eder" (a.g.e,
madde: 8).

Aynı kararnâmede akıl hastası
kadın veya erkeğin evlenmesinde bir zarûret bulunduğu
takdirde, hâkimin izniyle, velileri tarafından nikâhlarının
akdolunabileceği belirtilir (a.g.e, madde 9).

Ortak malların bölüşülmesinde de cebrî
taksime ihtiyaç olabilir. Cebrî taksim, ortaklardan birisinin başvurması
üzerine, ortak malın hâkim tarafından taksim edilmesidir.

Hâkimin ortak bir malı taksim etmesi için
şu şartların bulunması gerekir:

a- Ortaklardan birisinin veya hepsinin, hâkimden
taksim talebinde bulunması. Talep olmaksızın taksim caiz
değildir. Çünkü bu, başkasının mülkünde
tasarrufta bulunmaktır. Bu da şer'an sakıncalı bir
iştir. Bir ortak istese, diğeri taksime karşı çıksa;
ortak mal, taksime elverişli ise, zararı kaldırmak için,
zorla taksim edilir. Eğer taksime elverişli değilse,
ortaklar, malın gelirinden münâvebeli olarak yararlanırlar (el-Kâsânî,
a.g.e, VII, 18, 22, 28; İbn Âbidîn, Reddü'l-muhtar, V, 179;
Mecelle, Madde, 1129, 1130).

b- Taksimde taraflar için bir zarar bulunmaması.
Malın bölüşülmesinde bir zarar olmaz. Hattâ ortaklar için,
ölçü veya tartı yahut standard mallarda sayı ile
alınıp satılan şeylerde olduğu gibi, bir fayda söz
konusu ise, zorla taksim yoluna gidilir. Hâkim, maslahatı gerçekleştirmek
için, ortaklardan yüz çevireni zorlar.

Eğer taksimde, ortaklardan her birisi için zarar
varsa, inci, mercan ve yakutta olduğu gibi, ortak malın hakim
tarafından taksimi yoluna gidilmez. Tek elbise, tek kitap, çadır,
ev, hamam, küçük dükkân, at, deve, koyun, sığır da bu
kabildendir. Burada zarar, iki ortağa birlikte söz konusu olur.
Hâkim ise, zarar vermeye mâlik olmaz. Zarar yalnız bir ortak için
söz konusu olacaksa, diğerinin isteği ile mal taksimi
yapılır. İki kişi arasında, birisinin hissesi az,
diğerinin çok oları ortak bir arazi, büyük hisseye sahip oları
taksim isterse, şüyûu gidermek için hakim taksime karar verir. Eğer
küçük hisseye sahip oları taksim için talepte bulunmuşsa,
bir görüşe göre taksime karar verilir; başka bir görüşe
göre ise, taksim onun aleyhine olduğu için, talebi geçersiz sayılarak
taksim kararı verilmez. Ortakların hisseleri
bağımsız birim olarak kullanılamayacak kadar küçük
hisseler halinde ise, hepsinin rızası olmadıkça ortak
arazi taksim edilemez (el-Kâsânı, a.g.e, 28; el-Meydânı,
el-Kitab maa'l-Lübâb, IV, 94 vd.; ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî
ve Edilletüh, Dımaşk 1405/1975, V, 667 vd.).

Mâlikîlere göre, ortak bir malın taksiminde
zarar yoksa hâkim tarafından zorla taksimi yoluna gidilir. Eğer
taksimi kabil olmayan bir malsa, şüyûun izalesi için satılır
ve satış bedeli, ortaklara hisseleri oranında
dağıtılır (ez-Zühaylî, a.g.e, V, 669, 670).

Hamdi DÖNDÜREN


Konular