Şamil | Kategoriler | Konular

Husu

HUŞÛ

Allah'a karşı korku ve sevgi ile boyun
eğme ve bu duygu ile alçak gönüllülük ve tevazu gösterme.

Nerede olunursa olunsun, Allah Teâlâ'nın her
şeye muttali olduğunu azametini ve kişilerin
kusurlarını bilmeyi gerekli kılar. Asıl huşû, bu
bilgilerden doğar. Bunun için huşû yalnız namaza
bağlı değildir. Namazda, namaz dışında,
yalnızken de huşû uygulanır.

Huşû, Kur'ân-ı Kerîm'de çeşitli
âyetlerde geçmekte ve Peygamber efendimizin hadislerinde çokça
zikredilmektedir. Ahzâb Suresi 35. âyette geçen ve bu kelimeden gelen
"el-hâşin ve'l-haşiât" kelimeleri "Allah'a
boyun eğen erkekler ve Allah'a boyun eğen kadınlar"
diye tercüme edilmiştir. Yani "Onlar kibir, gurur ve kendini
beğenmişlikten uzaktırlar; O kul olduklarının ve
ibadet ve taat etmekten başka bir konumda ohnayacaklarının
farkındadırlar. Bu nedenle vücutları ile birlikte kalpleri
de, Allah'tan korkarak onun önünde secde eder. Onlar Allah'dan korkmayan
ve kibir içinde yaşayanlar gibi davranmazlar" Bu niteliklerin
dizilişinden huşû ile, genelde Allah korkusunun yanında,
özellikle namazın kastedildiği anlaşılmaktadır.
Çünkü sadaka vermek ve oruç tutmak hemen bunun ardında yer
almaktadır (Mevdûdî, Tefhimü'l Kur'ân Terc, İstanbul 1987,
IV, s. 374).

Huşû ve huzur-ı kalb namazda
şarttır. "Zikrim için beni hatırlamak için namaz kıl"
(Tâha, 20/14) âyeti buna bir örnektir. Bilindiği üzere emrin
zahiri vücuptur. Gaflet zikre münafidir (manidir). Bütün namazı
gaflet ile geçen bir insan, namazda Allah'ı nasıl
hatırlamış olabilir? Allah Teâlâ "Gafillerden olma"
(el-A'raf, 7/205) buyurarak gafleti yasaklıyor. Namazda huşû'un
büyük bir önemi vardır. Mü'minûn sûresinin ilk âyetlerinde,
mutlaka kurulacak olan kâmil mü'minlerin sıfatları
sayılır. Birinci sıfatlar olarak şöyle denmektedir:

"(Öyle mü'minler) ki onlar namazlarında
huşûa riâyet ederler." İslâm âlimlerinden bir kısmı
huşûu korku gibi yalnız kâlb fiilinden olduğunu söylemiştir.
Bazıları ise; namazda sükûn ve sağa sola bakmayı
terk etmek gibi, aza ve organlarla ilgili fiillerden kabul
etmişlerdir.

Ashâb-kirâmdan Abdullah bin Abbas (ö. 68/687) bu
âyetteki "hâşiûn'"u, "Onlar namazlarında korku
ve sükûnet içindedirler" şeklinde tefsir ederken, Hz. Ali'den
(ö. 40/660) "Huşû'dan maksat kalbin huşûudur." dediği
nakledilir (İbn Kesir, Muhtasar Tefsiri İbn Kesir, İhtisak
ve tahk: M. Ali es-Sabûnî, Beyrut 1402-1981, II, 558, 559).

Muhammed b. Şirin'den (ö. 110/728) şöyle
dediği nakledilmiştir: "Rasûlüllah (s.a.s)'ın
ashabı, namazda gözlerini gökyüzüne kaydırıyorlardı.
Mü'minûn sûresinin huşû'dan söz eden ilk âyetleri nâzil olunca,
gözlerini secde edilecek yere bakacak şekilde indirdiler" (İbn
Keseîr, a.g.e, II, 559).

Namazda huşû kalbin tam olarak dış
ilgilerden boşaltılıp, Allah'a bağlanması ile
meydana gelir. O zaman gönül huzuru duyulur. Nebi (s.a.s) bir hadisinde
şöyle buyurmuştur: "Bana güzel koku, kadın
sevdirildi. Namaz da gözümün nuru kılındı" (Nesâî,
İşretu'n Nisâ l; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 111, 128, 199, 285,
1, 245, 255, 296).

Kişinin iç dünyası ile ilgili olan huşû
hali dıştaki davranışlarına yansır.
Psikolojik bakımdan da bunun böyle olması gerekir. Çünkü
beden, ruhi olayların aynasıdır. Meselâ; ruhunda üzüntü
veya sevinç olan kişinin bu ruhi halini, yâni üzüntü veya
sevincini mimiklerinden, yüz hatlarından ve
davranışlarından anlarız. Bundan dolayıdır
ki âlimler namazdaki huşû'u şöyle izah etmişlerdir:
"Namazda huşû; bütün himmetini namaz için toplamak, namazın
dışındaki her şeyden yüz çevirmek, gözlerini secde
yerinden ayırmamak, sağa sola bakmamak, elbisesiyle oynamamak ve
parmaklarını çıtlatmamaktır (En-Nesefî, Kadî
Beydâvî ve Hak Dini Kur'ân Dili, Mü'minûn, 23/2).

Dikkat edilirse bu izahda kalb ile beden, yani kalb ile
aza organlar birlikte dikkate alınmıştır.

Bazı müçtehitler huşûu namazın
şartlarından kabul etmişlerdir. Fakat sahih olan görüşe
göre; huşû namazın şartlarından değildir, kemâlindendir.
Yani makbul ve olgun bir namazın mutlaka huşû ile kılınması
lâzımdır. Namaz sırasında kalb kıbleye yönelmiştir.
Kalb ve zihin başka şeylerle meşgulse namaz gafletle
kılınmış demektir. Böyle namaz, Hakkı
hatırlatmaz. Halbuki namaz, Hakkı hatırlatmak içindir.
Cenâb-ı Hak bu konuda şöyle buyurur: "Beni hatırlamak
ve anmak için dosdoğru namaz kıl" (Tâhâ, 20/14). Bu da
ancak namaz ile olur.

Şâmil İA.


Konular