Şamil | Kategoriler | Konular

Huneyn savası

HUNEYN SAVAŞI

(Şevval, 8. H/630 M.)

Mekke'nin fethinden sonra Müslümanlarla Havazin Müşrikleri
arasında meydana gelen savaş.

Rasûlüllah (s.a.s) Mekke'nin fethi için Medine'den
ayrıldığı zaman, nereye gideceğini açıklamamıştı.
Rasûlüllah'ın Havazin kabilesi kendi üzerlerine gelebileceği
endişesiyle savaş hazırlıkları
yapmıştı. Müslümanlar Mekke üzerine yürüyüp orayı
fethedince, Havazin kabilesi artık sıranın kendilerine
geldiğini anladılar ve savaş
hazırlıklarını tamamlayıp kendilerinin
saldırmalarının daha uygun olacağını
hesapladılar. Rasûlüllah bütün Arabistan'ı tevhid
bayrağı altında birleştirmek kararında
olduğu için, müslümanlarla müşriklerin er veya geç çatışmaları
kaçınılmazdı.

Havazinliler; Taifli Sakifoğulları ve
diğer müşrik Arap kabileleri ile ittifak kurarak kısa bir
zaman içinde yirmibin kişilik bir ordu
hazırlamışlardı. Havazinlilerin lideri Mâlik bin Avf,
bu savaşın bir ölüm kalım savaşı olduğunun
farkında idi. Askerlerinin bütün güçleriyle savaşmasını
sağlamak için kabilesinin bütün çocuklarını,
kadınlarını ve mallarını birlikte getirmişti.
Bu hareketiyle, bir yenilginin onlar için top yekûn yok olma anlamı
taşıyacağını herkese anlatmak istiyordu.

Rasûlüllah (s.a.s), müşrik kabilelerin bu
ittifaklarını ve savaş hazırlıklarını
haber alır almaz derhal savaş hazırlıklarına
başladı. Hazırlıkları süratle tamamladıktan
sonra 12.000 kişilik bir orduyla Mekke'den çıktı. İslâm
ordusunun dörtbini Ensardan, bini Muhacirlerden, beşbini müslüman
olan Arap kabilelerinden, ikibini de Mekkelilerden oluşuyordu. Hatta
Seksen kadar Mekkeli müşrik de onlarla birlikte idi. Müşriklerin
başlıca amacı, galibiyet halinde ganimetten pay almak ve müslümanların
durumlarını görmekti.

İslâm ordusu muntazam bir yürüyüşle
Huneyn civarına geldi. İslâm ordusunun böylesine büyük bir
kuvvetle savaşa çıkması müslüman savaşçılar
üzerinde son derece büyük bir etki uyandırdı. Hatta içlerinden
bazıları işi kibir noktasına kadar götürerek böyle
büyük bir ordunun asla yenilemeyeceğini düşündüler. Bunu
Rasûlüllah'a açıkça söyleyenler bile oldu. Rasûl aleyhisselam
bu sözlerden hiç hoşlanmadı. Çünkü, ordu ne kadar büyük
ve kuvvetli olursa olsun, gurur ve ihmal yüzünden darma dağın
olabilirdi. Müslümanları şimdiye kadar zafere
ulaştıran sayıları ve kuvvetleri değil, Allah'a
olan imanları ve Allah'ın yardımı idi. Bunu unutmak,
kulluk bilincinin zedelenmesine ve her zaman felâketlere neden olmuştu.

Mâlik bin Avf, ordusuyla Huneyn'e daha önce gelmişti.
Huneyn, Mekke ile Tâif arasında, Tihame bölgesinde birçok inişli
çıkışlı, dar geçitleri ve gizli yolları olan
geniş bir vâdidir. Mâlik, vadinin doğal durumundan
yararlanarak ordusunu pusuya yatırdı.

Rasûlüllah Huneyn civarına gelince bir yoklama
yaparak İslâm ordusuna savaş düzeni aldırdı. Öğütler
vererek çarpışmaya teşvik etti; sadakat ve
bağlılık gösterirler, güçlüklere göğüs gererek
dayanırlarsa zafere ulaşacaklarını müjdeledi.

İslâm ordusunun öncü süvârî birliğinin
kumandanı Halid b. Velid idi. Ordu Huneyn vadisine doğru hareket
etti. Halid b. Velid gururlu bir şekilde, düşmanın pusu
kurması ihtimalini hiç hesaplamaksızın düşmanın
işgal ettiği tahmin edilen yere doğru ilerledi. Fakat hiç
ummadıkları bir anda müthiş bir saldırıya
uğradılar. Askerler ne yapacaklarını
şaşırdılar. Bu ani ve amansız saldırı,
Halid b. Velid'in komuta ettiği Süleymoğulları
atlıları arasında büyük bir bozguna yol açtı.
Geriye dönüp hızla kaçmaya başladılar. Korku ve panik
bir anda asıl ordu içinde de yayıldı. Ordu
şaşkın bir vaziyette kaçışmaya başladı.

Yirmi yıldır çetin mücadelelerle elde
edilen parlak sonuç, şimdi, bu sabahın alaca
karanlığında bir anda sönüp gidecek miydi? Hayır.
Allah, Rasûlünü bırakmaz, dünya yine şirkin
karanlığına dönemez, tevhid dini sönmezdi. Ufuktan güneş
doğmadan, sabahın alaca karanlığında, İslâm'ın
güneşi batamazdı. Yalnız Allah'ın emir buyurduğu
üzere sabretmek, dayanmak gerekiyordu.

Rasûlüllah da öyle yaptı. Yanında sadece
Hz. Ali, Hz. Abbas, amcası Haris'in oğlu, Ebu Süfyan ve iki oğlu
(ki birisi ilk anda şehid olmuştur) Fazl ibn Abbas, Eymen ibn
Ubeyd (Rasûlüllah'ın azadlısı Ümmü Eymen'in oğlu)
ve Üsame İbn Zeyd'den oluşan sekiz kişi
kalmıştı. Buna rağmen büyük bir kahramanlık ve
dayanaklılık örneği göstererek yanında kalan bir avuç
müslümanla birlikte savaşa koyuldu. Hz. Abbas, Rasûlüllah (s.a.s)'e
bir zarar gelmemesi için atının dizgininden tutmuş,
çevrelerini saran düşmanı yarmaya çalışıyordu.

Bu arada, bazı Mekkeliler müslümanların
dağılışını görünce, sevinç duygularını
gizlemeye bile gerek görmeden kalblerinde bulunanı dile
getiriyorlardı. Çantasında taşıdığı
fal oklarıyla savaşa gelen Ebu Süfyan b. Harb, "artık
onların bu bozgunları denize varıncaya kadar sürer.
Andolsun ki Havazinliler onları yener" derken, Safvan b.
Ümeyye'nin sözde müslüman olan kardeşi Kelede, "Muhammed ile
ashabının bozguna uğradıklarım müjdelerim; artık
bugün sihir bozuldu" diyordu. Uhud'da öldürülen Kureyş'in
sancaktarı Osman ibn Ebi Talha'nın oğlu Şeybe ise,
"Bugün Muhammed'den intikam alıyorum" diye
bağırıyor, fırsattan istifade ederek Rasûl
aleyhisselâmı öldürmenin yollarım arıyordu.

Savaşın kargaşası içinde
Rasûlüllah vadinin sağ tarafına doğru çekildi.
Câbir'den yapılan bir rivâyete göre Rasûlüllah (s.a.s) kaçışan
müslümanlara, "Nereye gidiyorsunuz ey insanlar! Ben Rasûlüllahım,
Ben Muhammed b. Abdullah'ım" diye sesleniyordu. Fakat develer
birbirine giriyor, insanlar alabildiğine kaçışıyordu.
Bunun üzerine Rasûl aleyhisselâm yanındaki Hz. Abbas'tan müslümanları
çağırmasını istedi. Hz. Abbas yüksek sesle "Ey
Akabe'de biat eden Ensar, gelin! Ey Rıdvan ağacı
altında bey'at edip söz veren Muhacirler, dönün! Muhammed buradadır!
Nereye gidiyorsunuz?" diye bağırmaya başladı. Bu
çağrıyı duyanlar "lebbeyk" diyerek koşup
Rasûlüllah'ın çevresinde toplanmaya başladılar.

Rasûlüllah (s.a.s), çevresinde toplanan
müslümanları muntazam bir birlik haline getirerek düşmana
karşı saldırıya geçti. Çarpışmanın
olağanüstü bir şiddet kazandığı sırada
"İşte ocak şimdi kızıştı"
buyuran Rasûlüllah, yerden bir avuç toprak alıp düşmanların
üzerine fırlattı.

Çarpışma şiddetle sürerken Hz. Ali
büyük bir fedâkarlık ve teslimiyet örneği göstererek
Havazin kabilesinin sancaktarını öldürmeye muvaffak oldu. Bu
olay müslümanların savaş güç ve isteklerini bir kat daha artırdı.
Savaş öylesine şiddet kazanmıştı ki, düşman
bu kesin taarruza karşı koyamayarak hezimete uğradı ve
kaçmaya başladı.

Allah'ın yardımı bir kere daha
yetişmişti. Allah müslümanları sınamış,
bir anlık gafletlerinin sonucunu onlara acı bir şekilde göstermişti.
Bu savaştan sonra nazil olan bir âyette bu durum şöyle dile
getirilmektedir: "Andolsun ki. Allah size birçok yerlerde ve çokluğunuzun
sizi böbürlendirdiği fakat bir faydası olmadığı,
yeryüzünün geniş olmasına rağmen size dar gelip de
bozularak arkanızı döndüğünüz Huneyn gününde yardım
etmişti" (et-Tevbe, 9/25).

Rasûlüllah (s.a.s) düşmanın kaçmaya başladığını
görür görmez derhal takip edilmesini emir buyurdu. Düşman gayet
şiddetli bir şekilde takip edilmeyle başlandı. Havazin
kabilesi reisi Mâlik bin Avf yanında az bir kuvvet olduğu halde
yüksek bir tepe üzerinden ordusunun geri çekilmesini himaye etmeye çalıştı.
Fakat ordu ile birlikte getirdiği kadın ve çocukları
savunma başarısını gösteremedi.

Bu savaşta müslümanlar düşmandan çok sayıda
esir ve ganimet elde ettiler. Savaşta öldürülmüş
olanların miktarı sayıldığında İslâm
ordusunun beş şehid, düşman ordusunun ise yetmiş
kayıp verdiği anlaşıldı.

Düşman ordusu dağınık biçimde ve
değişik yönlerde geri çekildiği için birçok kollara ayrıldı.
Bir kısmı Mâlik bin Avf komutasında oldukları halde
Mekke-Taif yolunu izleyerek Taif kalesine, bir kısmı Batn-ı
Nahle'ye, bir kısmı da Evtâs taraflarına gittiler.

Rasûlüllah Evtâs yönünde kaçanları izlemek
üzere bir birlik görevlendirdi. Bu birlik düşmana Mekke'nin kuzey
doğusunda bulunan Evtâs'a vardı. Aralarında son derece
kanlı bir savaş oldu. Hatta savaş sırasında müslüman
birliğin komutanı Ebu Amr şehid oldu. Fakat onun yerine geçen
kardeşi Ebu Mûsâ el-Eş'arî düşman kesin bir yenilgiye
uğrattı.

Rasûlüllah (s.a.s) bu zaferden son derece büyük bir
memnunluk duydu. Elde edilen ganimeti münasib bir zamanda müslüman savaşçılar
arasında taksim etmek üzere bir sahabenin muhafazasına
bırakan Taif` kalesine sığınan düşmanı
takiben Taif'e doğru hareket etti. Huneyn savaşıyla Arap
yarımadasının Şirkten temizlenmesi ve tevhidin hakim
kılınması yolunda önemli bir adım daha
atılmış oluyordu .

Şamil İA


Konular