Şamil | Kategoriler | Konular

Hıddet

HİDDET

Öfkelenmek, şiddetli kızgınlık,
sertlik. Kuvvet de demek olan bu kelime, gazap ile aynı anlamda
kullanılır.

Hiddet (öfke) bizi faaliyete sürükleyen rûhî
sebeplerden psikolojik motiflerden biridir. Psikolojide, "temayüllerimizi
giderirken bize engel olmak isteyen kimseye elem vermek için içimizden
gelen itilme" diye tarif edilmiştir.

Hiddet, rûhî bir olay olmakla beraber, bedende de
birçok belirtileri görülür. Öfkelenen insanın yüz hatları
değişir, gözleri kızarır. Kendini tutamayarak,
utandırıcı ve söyleyeni küçük düşüren sözler
söylemeğe başlar. Ses tonu ve konuşma tarzı bozulur.
Neticede, başkalarının yanında gülünç bir durumu
düşer. Bundan dolayı Peygamber efendimiz "Öfke
şeytandandır" (Ahmed b. Hanbel, IV, 226) ve "Öfkeden
sakınınız" (Ahmed b. Hanbel, V, 408) buyurmuştur.

Görülüyor ki, öfke insanı sabırlı,
şuurlu ve olgun biri olmaktan çıkarır, onu sinirli,
karşısındakine düşman kesilmiş, tahribat
yapıcı, kıncı ve dökücü biri haline çevirmektedir.
Bunun içindir ki, öfkeli olmak hem kişinin kendisi için, hem de
cemiyet için istenilmeyen, reddedilen bir özelliktir. Böyle bir huya
sahip olan kişi, hem kendisine hem de başkalarına
olmadık büyük zararlar verebilir. Öfkeli kişilerden
oluşan toplumlar da hem kendi aralarında, hem de öteki
toplumlara karşı zararlı olabilirler.

Hiddet, kişinin nefis terbiyesiyle ve ahlâkî
durumuyla yakından ilgili olduğuna göre, sağlam ve mükemmel
bir imana ve bu imanın verdiği bir ahlâka ve güzel bir nefis
terbiyesine sahip olan kişiler, öfkelerini yenmesini, onu
dizginleyip idare etmesini, istedikleri gibi kullanmasını
bilirler. Nitekim yüce Allah "Onlar bollukta ve darlıkta
sarfederler, öfkelerini yenerler, insanların kusurlarını
affederler. Allah, iyilik yapanları sever" (Alu İmran,
3/134) ayet-i kerimesinde mü'minlerin bu özelliklerini açıklar.

Hz. Peygamber (s.a.s.): "Asıl yiğit, güreşte
kuvvetli olan değil, öfkelendiği zaman kendine hakim
olabilendir" (Buhârî, Edeb, 76) buyurmaktadır.

Öfke hafindeki insan, şiddetli kasırgalar
altında büyük fırtınalara tutulan bir gemiye benzer.
Artık o, dengesini kaybetmiştir. Böyle öfke ve hiddet içinde
olan kişi, kendisini başka bir işe yöneltmelidir. Böylece,
yaptığı bu hareket değişikliği onu kötü
düşüncelerden ve olumsuz ortamdan uzaklaştırır.
Peygamberimiz "Biriniz hiddetlenip öfkelendiğinde abdest
alsın" (Ahmed b. Hanbel, IV, 226) buyurmuştur.

Aslında en güzel olanı hiddete
kapılmamaktır. Abdurrahman b. Avf şöyle rivayet ediyor:
"Rasûl-i Ekrem'e bir kişi geldi ve: Yâ Rasûlallah, bana bir
kaç kelime öğret ki, onlarla mes'ud olayım. Çok olmasın
ki, unuturum, dedi. Sevgili Peygamberimiz de: "Hiddetlenme" diye
buyurdular" (el-Buharî, el-Edeb, 76).

Ayrıca Hazret-i Ali hakkında şöyle bir
hikâye anlatılır. O, cihad hareketlerinin birinde bir müşrikle
teke tek dövüşürken, hasmını yere yatırıp göğsü
üzerine oturur ve onu önce imana davet eder. Fakat bu davete müşrik,
Hz. Ali'ye tükürmekle cevap verir. Bunun üzeni Hz. Ali hasmını
bırakıp üzerinden kalkar. Bu duruma çok şaşan
putperest: "Beni niye öldürmedin" diye sorar. Hz. Ali de
cevaben "Eğer seni öldürseydim, öfke ve hiddete kapıldığım
için öldürecektim, yoksa Allah'ın dinini kabul etmediğinden
dolayı değil" Bu cevap üzerine putperest, Lâ ilâhe
illâllah Muhammedu'r-Rasûlullah diyerek iman eder.

Hiddet müslümana yakışmayan bir
tavırdır. Ancak Allah'a, Rasûlüne ve İslâm'â bir saldın
söz konusu olduğu takdirde müslümanın kızması ve
hiddetlenmesi caiz hatta İslam'ı korumak maksadıyla gerekli
bir tavırdır (Buhârî, Edeb, 75).

Hasan Fehmi KUMANLIOĞLU


Konular