Şamil | Kategoriler | Konular

Hak, haklar

HAK, HAKLAR

Allâhu Teâlâ'nın isimlerinden biri. Kur'ân-ı
Kerim, yakîn, sâbit ve şüphe olmayan şey. Hüküm, fasıl
ve kaza olunmuş iş, adâlet, İslâm, mal, mülk, vâcip,
sâdık, lâyık, yaraşır, şans ve hisse. Çoğulu;
hukuk ve hıkâk'tır. Hakkın, bu çeşitli
anlamları, "kesin olarak sâbit olma ve gerekli olma (sübût ve
vücûb) "kavramında toplanır. Kur'ân-ı Kerim'de Hakk
kelimesi ve türevleri 285 kadar âyette geçer.

"Şüphesiz, onların çoğunun
üzerine o söz (azap hak olmuştur" (Yâsîn, 36/7). Burada
"hak oldu"; sâbit ve vâcip oldu, anlamındadır.
"O günahkarlar istemese de, Allah hakkı sâbit ve üstün kılacaktır
(el-Enfâl, 8/8). " De ki: Hak geldi, bâtıl yok oldu "
(el-İsrâ,17/81) "Boşanan kadınların da ma'ruf
şekilde yararlanmaları hakları olup, bu, Allah'tan
korkanlar için bir vaciptir" (el-Bakara, 2/241). Burada
"hak", vâcip anlamındadır. Bazan, zulmün aksi olan
"adâlet" .anlamı görülür. "Allah hak (ve adâletle
hükmeder" (el-Mü'min, 40/20). Şu âyette de hisse, pay anlamındadır.
"Mallarında, hâlini arz eden ve edemeyen yoksular için belli
bir hak (pay) vardır" (el-Meâric, 70/24).

Sonraki bazı İslam hukukçuları
hakkı; "şer'an sâbit hüküm" şeklinde tarif
etmişlerse de bazan hak kelimesi, mülk edinilmiş mal için
kullanılır ki -bu hüküm değildir. Yine, velâyet hıdâne
ve muhayyerlik hakkı gibi şer'i özellikler veya yol, geçit ve
su geçirme hakkı gibi gayri menkule bağlı irtifak
hakları * için kullanılır ki, bütün bunlar hüküm
niteliğinde değildir.

Bazan genel anlamda şu şekilde tarif
edildiği görülür: "Şerîatın yetki veya yükümlülük
olarak tesbit ettiği şahsa ait haklardır. Bu tarif,
hakkın dînî, medenî, te'dib, genel, mâli olan veya olmayan
bütün çeşitlerini kapsamına alır. Namaz, oruç gibi
Allah'ın kul üzerindeki hakları dînî; mülk edinme gibi
haklar medenî; babanın çocuğunu, kocanın
karısını terbiye etmesi gibi haklar te'dip; Devlet
başkanının tebeayı yönetmesi gibi haklar amme; eşin-küçük
çocukların ve yoksul hısımların nafakası gibi
haklar mâlî; şahıs üzerinde velâyet gibi haklarda mâlî
yönü bulunmayan hak niteliğindedir (Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî
ve Edilletühu, Dımaşk 1985-IV, 9).

Bu tarife göre hakkın özü şahsa
bağlıdır. Satıcının satış bedeli
üzerindeki hakkı gibi. Eğer hak, belirli bir şahsa
bağlı değilse "genel mübahlık" tan söz
edilir. Avlanmak, herkese açık ormandan odun toplamak, umûmî
yollardan yararlanmak gibi. Bunlar, özel bir hak olmaktan çok, herkese
tanınan genel ruhsatlar türündendir.

İslâm nazarında, hakkın
kaynağı ilâhi iradedir. Bu yüzden İslâm'da haklar,
kendisinden şer'î hükümlerin çıkarıldığı
kaynaklara (kitap, sünnet, icmâ, kıyas) dayanan ilâhi ihsanlardır.
Bir delile dayanmayan şer'î haktan söz edilemez. Hakkın
kaynağı Allâhü Teâlâ'dır, çünkü ondan başka hâkim
yoktur.

Dînî haklarda, hakkın sahibi Allah, diğer
haklarda gerçek veya tüzel (hükmî) kişilerdir. İslâm
hukukuna göre şahsiyet, sağ doğmak şartıyla,
çocuğun ana karnına düştüğü andan başlar ve
cenini suç işleme yoluyla düşürene bazı cezalar
uygulanır. Hanefîlere göre çocuğun yarıdan
fazlasının doğması, sağ doğum
sayılır. Diğer fakihler ise, sağ sayılmak için
çocuğun tam olarak doğmasını ve annesinden
ayrılmasını şart koşarlar. İşte
sağ doğmak şartıyla cenin, daha ana karnında iken
bazı'medenî haklardan yararlanır. Örneğin; Mirasçı
olur ve mirastan büyük pay ayrılarak bekletilir. Lehine vakıf
ve vasiyyet geçerlidir (İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, IV 455).

Hakkın Çeşitleri

Hak, çeşitli bakımlardan kısımlara
ayrılır. Hak sahibi açısından üçtür. Allah hakkı,
insan hakkı ve müşterek hak.

1. Allah hakkı (hukukullah): Allah hakkı;
kendisiyle Allah'a yaklaşmak, O'nu yüceltmek ve dininin
prensiplerini veya topluma ait menfaatlerin gerçekleştirilmesi
kastedilen haklardır. Bunlar,
karşılığının büyüklüğü ve yararının
geniş olması yüzünden Allah'a nisbet edilmiştir. Allah
hakkı sayılan başlıca fiil ve ibadetler
şunlardır: Namaz, oruç, hac, zekât, cihâd, emr-i bi'l ma'ruf
ve nehy-i ani'l münker (iyiliği emretmek, kötülüğü
yasaklamak), adak, yemin, hayvan keserken veya her iyi işe
başlarken besmele çekmek gibi ibadetler. Suçlardan sakınmak,
zina, zina iftirası (kazf), hırsızlık, yol kesme ve içki
içme cezası gibi hadlerle; diğer ta'zir cezalarını
uygulamak; nehir, yol, mescid gibi genel irtifak (ortak kullanım)
haklarını korumak.

Allah haklarının hükümleri
şunlardır: Allah haklarının af, sulh veya
kaldırma ile düşürülmesi yahut değiştirilmesi caiz
değildir. Meselâ; hırsızlık cezası, iş hâkime
intikal ettikten sonra, çalınan malın sahibinin affetmesi veya
onun hırsızla anlaşması hâlinde bile düşmez.
Ancak bazı Hanefî fakihleri hırsızlık
cezasının tatbikini husûmet ve davanın
varlığına bağlamıştır. Bu ise, tamamen
kul hakkına ait bir özelliktir. Yine zina cezası, kocanın
veya başkasının affetmesi yahut kadının kendisini
mübah kılmasıyla düşmez. Allah hakları mirasla geçmez.
Bunun bir sonucu olarak, mirasçılar, miras bırakanların
yapamadığı ibadetlerden ancak vasiyyet etmeleri hâlinde
sorumlu olabilir. Bunların ödemediği zekât borçlarını,
mirasın üçte birinden ödenmesini vasiyet etmesi gibi. Yine mirasçı,
vârisin işlediği suçtan sorumlu tutulamaz. Diğer yandan
bir kimse defalarca zina etse, defalarca hırsızlık yapsa,
her defasında cezalandırılmamışsa, tek ceza
yeterli olur. Çünkü cezadan maksat, menetmek ve alıkoymaktır.
Bu maksat, bununla da gerçekleşir. İşlenen suçların
cezalarını uygulamak hâkime ait bir görevdir. Hâkim (kâdî)
ibadetleri terkeden veya bu konuda tenbellik gösterenleri te'dip eder,
suç işleyenlere had ve ta'zîr cezalarını tatbik eder (es-Serahsî,
el-Mebsût, IX, 185; el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanayi; VII, 52 vd.; Ebû
Zehra, Usûlü'l-Fıkh, Kahire (t.y), s. 324-326; ez-Zühaylî, a.g.e,
IV, 13, 14).

2. İnsan hakkı(hukuku'l-ibâd):

Bunlar, özel olarak fertlerin maslahatını
korumayı hedef alan haklar olup, bazı hallerde hak sahibine bir
bedel verilir veya düşebilir. Kul hakları ya genel olur.
Kişinin sağlığını, çocukları ve
malları korumak, güvenliği sağlamak, suç ve düşmanlıklara
engel olmak ve devlete ait genel irtifak haklarından yararlanmak gibi.
Yahut nitelikte olur. Mâlikin mülkünde hakkını gözetmek, satıcının
semende (sâtış bedeli) alıcının maldaki
hakkı, kişinin telef edilen malının bedeli ve
gaspedilen malın geri verilmesi konusundaki hakkı,
kadının kocası üzerindeki nafaka hakkı, annenin küçük
çocuğu üzerindeki bakım yani (hıdâne) hakkı ve
babanın çocuğu üzerindeki velâyet hakkı, özel nitelikli
kul haklarındandır.

İnsan haklarında, hak sahibinin af, sulh,
ibra ya da mübah kılma yollarıyla hakkı düşürmesi
mümkün ve caizdir. Bunlarda miras cereyan eder. Tedâhül hükümleri
uygulanmaz. Yani insan hakkı aleyhine işlenen her suç için ayrı
ceza gerekir. Ayrıca bu çeşit cezanın uygulanması hak
sahibinin veya velisinin şahsi şikâyetine bağlıdır.

3. Müşterek hak:

Allah ve insan hakkı, ikisi bir arada bulunan
haklara müşterek hak denir. Ancak bunları bazılarında
kul hakkı üslün olur. Meselâ; boşanan kadının
iddetinde bu iki hakkı bir arada görmek mümkündür. Onda Allah
hakkı vardır, çünkü amaç neseplerin karışmasını
önlemektir. Kul hakkı yönü vardır, çünkü, çocuğun
nesebini korumak da söz konusudur. Ancak Allah hakkı daha
üstündür. Çünkü nesepleri korumada toplumun genel menfaati vardır.
Yine insanın hayatını, aklını, sıhhatini ve
malını korumada iki hak vardır, fakat Allah hakkı,
toplum menfaatinin umûmî olması yüzünden daha üstündür. Zina
isnadında bulunup ta bunu dört şahitle ispat edemeyen kimseye
seksen değnek vurma cezasında (kazf) da iki hak vardır,
iftiraya uğrayandan âr ve ayıbı kaldırmak, şeref
ve itibarını iâde etmek kul hakkıdır.
İnsanları ırz ve iffetlerini korumak ise Allah hakkı
olup, bu daha üstündür. Ancak İmam Şâfiî'ye (Ö. 204/819)
göre, kazf haddi hâlis kul haklarındandır. Bu kabil haklar hüküm
bakımından Allah haklarına dahildir (es-Serahsî, a.g.e,
IX, 112; el-Kâsânî, a.g.e., VII, 52, 56; İbnü'l-Hümâm"
Fethu'l-Kadîr, Kahire (t.y), IV, I94; Ebû Zehra. a.g.e, s. 324-326).

Kul hakkı üstün olan hakların
başında kısas ve diyet gelir. Toplumu katl suçundan
temizlemek Allah hakkı, maktûlün velisinin kinini dindirmek ve onun
gönlünü hoş etmek ise kulun hakkıdır. Bu hak daha
üstündür. Çünkü kısas mümâselet (benzerlik) üzerine bina
edilmiştir. Âyette şöyle buyrulur: "Biz Tevrat'la göze
göze, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ile kısas
yapılır" (el-Mâide, 5/45). Kısasta kul hakkı
üstün olduğu için kişinin bu gibi cezaları affetme
yetkisi vardır. Hatta bu konuda af teşvik edilmiştir. Kur'ân'da
şöyle buyrulur:

"Ölenin kardeşi (velisi) tarafından
bağışlanmışsa, öldürene, örfe uymak ve ona
güzellikle diyet ödemek vardır" (el-Bakara, 2/178).
Mağdur tarafın hakkı şu âyette açıkça ifâde
edilmiştir: "Haksız yere öldürülenin velisine bir yetki
tanıdık. Artık o da, öldürme konusunda aşırı
gitmesin. Çünkü kendisi yardım görmüştür"(el-İsrâ.,
17/33).

Gerçek kişiye ait kul hakları, hak sahibi
dikkate alınarak, düşürmeye (iskat) elverişli olup
olmaması bakımından ikiye ayrılır.

l. İskata elverişli haklar. Şahıs
haklarının hepsi, aynî (eşya) hakların aksine iskata
elverişlidir. Kısas, şuf'a ve muhayyerlik hakkı gibi.
Hakkı düşürmek ivazlı (bedel
karşılığında) veya ivazsız olabilir.

2. İskata elverişli olmayan haklar.
Kadının, kocasının evinde geceleme ve geleceği
ait nafaka hakkını, müşterinin malı görmeden önce,
görme muhayyerliği hakkını, şuf'a hakkı
sahabinin (şefi') satışından önce hakkını düşürmesi
ile bütün bu haklar düşmüş olmaz. Baba veya dede küçük
çocuk üzerindeki velâyet hakkını düşürse, bu tasarruf
hukuki sonuç doğurmaz. Çünkü bu, şahsa bağlı
özlük haklarındandır. Ebû Yusuf'a göre, vakfedenin vakıf
mal üzerindeki velâyet hakkı da böyledir. Yine, cayılabilir(ric'i)
talakla boşanan erkeğin, karısına dönme (ric'at) hibe
edenin hibeden dönme, vasiyette bulunanın vasiyetten dönme hakkını
düşürmesi geçersizdir. Annenin küçük çocuk üzerindeki hidâne
malı çâlınan hırsızın
cezalandırılması hakkını düşürmesi de
sonuç doğurmaz.

Haklar mirasla intikal edip etmemesi
bakımından da ikiye ayrılır:

İslâm hukukçuları teminat veya irtifak
yahut ta'yin ve ayıp muhayyerliği haklarının miras
yoluyla intikal edeceği konusunda görüş birliği
halindedir. Borcu alabilmek için, rehni, satış bedelini
alabilmek için de mebi (satılan malı);hapsetmek ve borca kefil
isteme hakkı, teminat kabilindendir. Hakku'l-Mecra ve Hakku'l-Mesil
yani sulama ve geçiş hakkı ise irtifak
haklarındandır. Şart ve görme muhayyerliği, borcun
vadesi ve ganimet üzerindeki hakkın taksimden önce mirasçılara
geçip geçmeyeceği ihtilaflıdır.

Hanefilere göre, mücerred hak ve menfaatler mirasla
geçmez. Çünkü miras, mevcut bir mal (ayn) üzerinde cereyan eder.
Bunlar ise mal değildir. Borçlar da zimmetle devam ettiği sürece
mal sayılmaz. Bunlar sadece zimmeti işgal eder, fakat gerçek
kabızları tasavvur olunmaz. Ancak bunlara denk olan şeyler
kabz edilebilir. Fakat bunlar hükmî mal sayıldığı için
mirasla geçer. Hanefilerin dışındaki fakihlere göre ise;
mücerred haklar; menfaat ve borçlar mirasla geçer. Çünkü bunlar da
mal sayılır. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
"Kim bir mal veya hak bırakırsa, bu mirasçılarına
aittir. Kim Haciz ve bakıma muhtaç yoksul kimseleri bırakırsa
bunlar bana aittir" (Buhârî, Nafakat, I5; Müslîm, Feraiz, 15-17;
Ebû Davud Büyu', 9; Tirmizî, Feraiz, 1; İbn Mace, Feraiz, 9, 13).

Haklar konusuna göre mâlî olan ve olmayan şahsî
ve aynî, mücerred olan veya olmayan diye üçe ayrılır.

1. Mali olup olmamasına göre ikiye ayrılır.

Mali Haklar: Konusu mal veya menfaat olan haklar:
Satıcının semende, alıcının mebi'
(satılan) ya da hakkı şufâ hakkı, irtifak
hakları, muhayyerlik hakkı ve kiracının kiralanandaki
hakkı gibi.

Malî olmayan Haklar: Bunlar mali yönü bulunmayan
haklardır. Kısas hakkı, Nafaka yokluğunda
kadının boşanma veya tefrik (ayrılma hakkı, hidâne
ve şahıs üzerinde velayet hakkı gibi). Siyâsî, temel hak
ve hürriyetlerde bu guruba girer.

Şahsî ve aynî haklar:

Şahsî hak; İslâm'ın bir kimse için başkasının
üzerine koyduğu haklardır. Bu, bir işi yapmak veya
birbirinden kaçınmak tarzında olabilir.
Satıcının semeni, alıcının mebi'i teslim
hakkı, insanın borç veya telef edilen yahut gasb edilen
şeylerin bedeli üzerindeki hakkı, karının veya
diğer hısımların nafaka hakkı ile emanete mal
verenin, bu malın kullanılmaması konusunda emanetçi
üzerindeki hakkı gibi.

Aynî Hak: İslâm'ın belirli bir şahsa
ait kıldığı haklardır. Hak sahibi ile belli bir
maddi eşya arasındaki ilişki böyledir. Belirli bir gayri
menkul üzerindeki, geçit, su geçirme gibi irtifak hakları gibi.

3. Mücerred olan ve olmayan haklar.

Sulh veya ibra yoluyla düşürülünce hiç bir
sonuç bırakmayan haklara mücerred hak denir. Şüf'â hakkı
sahibinin şüf'â hakkinı düşürmesi gibi. Düşürüldüğü
zaman bir iz (sonuç) bırakan haklarda mücerred olmayan haklarda
Kocanın boşanmakla karısının cinsî yönlerinden
yararlanma hakkını düşürmesi gibi. Bu takdirde kadın
serbest kalır ve dilediği ile evlenebilir (Alî el-Hafıf,
Ahkâmü'l-Muâmelâtiş-Şeriyye, s. 38 vd; ez-Zuhaylî, a.g.e.
IV, 16 vd).

Haklar, kazaya tabi olup olmaması
bakımından dînî ve kazaî olmak üzere ikiye ayrılır:

1. Diyanî haklar. Bunlar kaza velâyeti altına
girmeyen haklar olup mahkeme yolu ile takibi mümkün olmaz. Kişi
sadece Rabbi ve vicdanı önünde sorumlu olur. Meselâ, bir kimse,
alacağını hâkim önünde ispat etmekten aciz kalsa, buna
hak kazanmış olmaz. Belki borçlunun diyâneten (vicdanen)
borcunu ödemesi gerekir. Resmi makamlarca tescil edilmiş dinî rıikâh
akitleri diyâneten sabit sayılır ve bunlara nafâka, çocukların
nesebinin subutî gibi şer'i hükümler lâzım gelir.

Kazaî haklar. Hâkimin velâyeti altına giren ve
hâkim önünde isbatı mümkün bulunan haklardır. Diyânî
hükümler niyete, vâkıaya ve gerçeğe dayanır. Kazaî
hükümlar ise, işin dış görünüşüne göre ortaya
çıkar. Bunlar da niyete, işin vâkısına ve gerçeğine
bakılmaz. Meselâ, bir kimse eşini yanlışlıkla
(hataen) boşasa, fakat boşamayı kastetmemiş bulunsa, hâkim
zâhire göre hüküm vererek boşanma tasarrufunu geçerli sayar. Kişi
Allah'la kendi arasında diyaneten bu talakın yokluğuna hükmebedilir.
Müftî de buna göre fetva verebilir. Çünkü koca, gerçekte boşamayı
kastetmemiştir (ez-Zühaylî, a. g. e., I V, 21, 22).

Hakkın Hükümleri:

Bir hak, sahibi için sâbit olduktan sonra aşağıdaki
hükümler cereyan eder.

a) Hakkın ifası. Hak sahibi hakkını
meşrû şekilde kullanma yetkisine sahiptir.

Allah hakkı olan ibadetleri, normal zamanlarda azîmete;
acz, hastalık veya yolculuk hallerinde ise ruhsata uyarak ifa etmek mü'min
için bir hak ve görevdir. Mukîmin namazı tam kılması,
oruç tutması, yolcunun ise namazı kısa kılması,
orucu kazaya bırakabilmesi gibi. Müslüman, zekât gibi mâli bir
ibadeti yerine getirmezse, hâkim zekâtı ondan zorla alır ve
İslâm'a göre verilmesi gereken yerlere (bk. et-Tevbe, 9/60) dağıtır.
Mâlî olmayan ibadetleri açıkça terkederse, hâkim sahip olduğu
çarelere başvurur. Gizli terk varsa, Allah'ın bu kimseleri dünyada
elem, belâ ve musîbetlerle, âhirette ise elem verici bir azapla
cezalandırılmasından korkulur.

Kul haklarının yerine getirilmesinin, yükümlünün
ihtiyar ve rızası ile olması asıldır. Eğer
o, bu hakkı teslimden kaçınırsa duruma bakılır;
gasbedilen, çalınan veya emânet verilen malda olduğu gibi,
hakkın kendisi (aynı) veya istihkâk edilmiş olan
gasbolunmuş malın misli elde mevcutsa mal misli ile
alınır. Ancak bunları bizzat almak fitne ve zarara yol açacaksa
yahut elde hakkın cinsinin aksine mal varsa, hak sahibinin
hakkını bizzat alma hakkı yoktur. Ancak bu konuda mahkemeye
başvurabilir. Bunda görüş birliği vardır.

Hanefilere göre, mal, alanın elinde, hak
cinsinden bir mal olarak mevcut olur ve bizzat alınmasında fitne
ve zarar tehlikesi bulunmazsa, hak sahibi bunu hâkim kararı
olmaksızın bizzat alabilir. Hatta İbn Âbîdîn (Ö.
1252/1836) insanların borçlarını ödemede gevşek
davranmaları ve teminatların bozulması sebebiyle, borçlunun
elindeki malın hak cinsinden olup olmamasına
bakılmaksızın, bunun alacaklı tarafından bizzat
alınabileceğini söyler. Şâfiîlerin görüşü de
böyledir: " Kötülüğün cezası benzeri bir kötülükle
mukabeledir" (eş-Şûrâ, 42/40). "Ceza verirken, size
verilenin aynıyla karşılık verin "(en-Nah/, 16/
126). Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Bir kimsenin
yanında kendi malını bulan, bu malda daha fazla hak
sahibidir"(Ahmed b. Hanbel, V, 13; İbn Mâce, Ahkâm, 26):

Mâlikî ve Hanelîlerin meşhur görüşüne
göre, borçlunun elinde hak cinsinden bir mal bulunur ve bunun bizzat
alacaklı tarafından alınmasında bir fitne ve zarar
olmasa bile, bunu hak sahibi ancak hakim kararıyla alabilir. Delil
olarak şu hadisleri ileri sürerler: "Emâneti, sahibine ver ve
sana hıyânet edene hâinlik etme" (Ebû Dâvud, Büyû, 79;
Tirmizî, Büyû, 38; Dârimî, Büyû, 57; Ahmed b. Hanbel, III, 414).
Ebû Süfyân'ın (Ö. 31/651) karısı Hind, Hz. Peygamber'e,
kocasının malından kendisi ve çocukları için
habersiz olarak alıp alamayacağını sormuş, Rasûlullah
(s.a.s) O'na şöyle cevap vermiştir: "Ma'rûf üzere sona
ve çocuğuna yetecek kadar al " (Buhârî, Büyû', 95; Nesâî,
Kadâ, 31; İbn Mâce, Ticârat, 65; Dârimî, Nikâh, 54).

Sonuç olarak, başkasının yanında
bir hakkını mal veya ticaret eşyası (urûz) olarak
bulan kimsenin borçlu, ödemede gevşek davranıyor veya borcu
inkâr ediyorsa, bunu mahkeme kararı olmaksızın, zarûret
sebebiyle, diyâneten almasının mübah olduğu konusunda, görüş
birliği vardır (İbnü'l-Humâm, a. g. e. IV, 219-265;
ez-Zühaylî, a.g.e, IV, 25, 26).

Borçların ifasında, adâlet ilkesine uyulur.
Ancak hakkın çeşit veya miktarı belirli değilse,
insanlar arasındaki ortalama ölçüsü esas alınır.
(Haklarda orta yol için bk. el-Bakara, 2/233, el-Mâide, 5/89). Eğer
borçlu darlık içinde ise, ona kolaylık göstermek gerekir:
"Eğer borçlu darda ise, ona genişliğe çıkıncaya
kadar süre verin, bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır"
(el-Bakara, 2/280). Kadının mehir, kısas hakkı
sahibinin kısas hakkından vazgeçmesinde de böyle bir kolaylık
söz konusudur (bk. en-Nisâ, 4/4; el-İsrâ, 17/33).

Bir kimsenin sahip olduğu bir haktan vazgeçmesi
kendisi için bir ecir kaynağıdır. Âyette şöyle
buyurulur: "Kötülüğün cezası, onun gibi bir kötülüktür.
Kim kendine yapılan kötülüğü affedip barışırsa,
onun mükâfatı Allah'a aittir. Şüphesiz ki Allah, Zâlimleri
sevmez" (eş-Şûrâ, 42/40).

b) Hakkın himâyesi. İslâm, kendi tanıdığı
hakları hem dünyevî, hem de uhrevî müeyyidelerle koruma altına
almıştır. Allah hakkı olan ibadetlerin uhrevî ecir
veya terki halinde azaba sebep olması, dünyevî bakımdan da
"iyiliği emir ve kötülükten nehiy" çerçevesinde
müeyyide bağlanması koruyucu niteliktedir. Kul hakları içinde
herkes birbirinin mal, can ve ırz gibi temel haklarına
saygı göstermek zorundadır. Aksi halde Devlet gücü devreye
girer ve saldırıyı önler.

c)Hakkın meşrû şekilde
kullanılması. Hakların İslâm'ın emrettiği
şekilde izin verdiği ölçüler içinde kullanılması
gerekir. Bir kimse mülkiyet hakkını dilediği gibi
kullanır, fakat komşusuna ışığını
veya havasını keserek vb. şekillerde zarar vermemesi de
gereklidir. İslâm, başkasına zararı ve zulmü
yasaklamıştır. Bu prensip, tüm Devlet yöneticileri için
de geçerlidir. Nitekim Halkın şikâyeti üzerine Hz. Ömer (Ö.
23/643), Ammar b. Yâsir'i (Ö. 34/657) kûfe vâliliğinden
azletmiştir.

d) Hakkın başkasına nakli. Bazı
hakların başkasına nakledilmesi mümkün ve câizdir. Bu
hak mâlî veya gayrî mâlî olabilir. Meselâ; satılan maldaki mülkiyet
hakkı, satım akdi sebebiyle satıcıdan
alıcıya geçer. Alacak hakkı, borçlunun ölümü hâlinde
mirasa intikal eder. Yine mâlî olmayan haklardan küçük çocuk
üzerindeki velâyet hakkı, babanın ölümü hâlinde dedeye, hıdâne
hakkı, annesi çocuğun mahremi olmayan birisiyle evlenmesi hâlinde
anneden ana cihetinden nineye geçer, hakkın intikal sebeplerinin
bazıları şunlardır: Akit, ölüm, alacağın
veya bir hakkın başkasına havâlesi (ciro).

e) Hakkın sona ermesi. Hakkın sona erme
sebepleri, hakkın çeşidine göre değişir. Nikâh akdi
talâkla, çocuğun babası üzerindeki nafaka hakkı ise,
kazanacak çağa ulaşmasıyla son bulur. Yine mülkiyet hakkı
satımla, intifa hakkı icâre akdinin feshi veya kira süresinin
bitmesi yahut da akdin bazı özürler veya evin yıkılması
gibi sebeplerle sona erer. Alacak hakkı; edâ, takas, sulh, hibe,
iskat veya ibrâ yollarıyla ortadan kalkar.

Sonuç olarak İslâm hukuku açısın dan
hakların asıl kaynağı İslam'dır. Durum böyle
olunca, hakkın doğması, kullanılması,
korunması ve sona ermesi ile ilgili hükümleri de İslâm'ın
belirlemesi tabiîdir.

Hamdi DÖNDÜREN


Konular