Şamil | Kategoriler | Konular

Hac

HAC

İslâm'ın temel ibadetlerinden biri.
Arafat'ta belirli vakitte bir süre durmaktan, daha sonra Kâbe-i
Muazzama'yı usûlüne göre ziyaret etmekten ibaret olan ve İslâm'ın
şartlarından birisini teşkil eden ibadet.

Hac, HCC kökünden bir mastar olup; müslümanlara
göre, bir farzın edası, hristiyanlara göre ise ibadet ve
teberrük amacıyla mukaddes toprakları ziyaret etmek, demektir.
Kur'an-ı Kerîm'in 22. suresinin adı da "Hac
Suresi"dir.

Hac ibadeti maksadıyla ziyaret edilecek olan
yerler; Kâbe, Arafat ve çevresidir. Zamanı ise hac ayları diye
isimlendirilen; Şevval, Zilkâde ve Zilhicce aylarıdır.
Hac'da her fiil için özel zamanlar vardır. Ziyaret
tavafının, kurban bayramı sabahından, ömrün sonuna;
Arafat'ta vakfenin ise, arefe günü zevalden, kurban bayramı
sabahı şafak sökünceye kadar yapılabilmesi gibi.
Diğer yandan bu büyük ziyarete hac niyetiyle ve ihramlı olarak
yönelmek de gereklidir.

Ebû Hureyre'den (ö. 58/677) şöyle dediği
nakledilmiştir: "Allah elçisine hangi amelin daha faziletli
olduğu sorulunca şöyle buyurdu: Allaha ve Resullüne iman'.
Sonra hangisi? denildi. Allah yolunda cihad', buyurdu. Sonra hangisi
sorusuna ise; "mebrûr hac", cevabını verdi" (Buhârî,
Cihad l; Hac, 4, 34, 102; Umre, 1; Müslim, İman,135,140; Tirmizî,
Mevâkît, 13, Hac, 6,14, 88; Dârimî, menâsik, 8, Salât, 24, 135).

"Umre, ikinci bir umreye kadar olan günâhlara
keffârettir. Mebrûr haccın karşılığı ise
ancak cennettir" (Nesaî, Hac, 3, Zekat, 49, İmân, 1; Dârimî,
Menâsik, 7, Salât, 135; Tirmizî, Hac, 6; Ahmed b. Hanbel, I, 387,
III,114, 412, IV, 342). Mebrûr hac; kendisine hiçbir günâh karışmayan,
eksiksiz olarak ifa edilen makbul hac, anlamına gelir.

eş-Şevkânî (ö. 1255/1839) amellerin
fazileti ile ilgili birbirinden farklı olan hadisleri, Hz.
Peygamber'e soru soran muhatabın durumuna göre verilmiş
cevaplar olarak değerlendirir (eş-Şevkânî,
Neylü'l-Evtâr, el-Matbaatü'l-Osmâniyye, Mısır (F.Y), IV, 282
vd.). İmam Mâlik (ö.179/795)'e göre, farz hatta nafile hac düşman
korkusu olmadıkça cihaddan daha üstündür. Ancak düşman
korkusu olursa, cihad, nafile hactan önde gelir (ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî
ve Edilletüh, Dimaşk 1985, III, 11).

Hac ve umre ile, her yıl Kabe'nin ihyâsı gerçekleşir.
Umre'yi bir yılın veya ömrün herhangi bir gününde ifa imkânı
vardır. Umre, belirli günlerde yapılabilen hac ibadetinden daha
kolaydır. Hac küçük günâhlara keffâret olur ve ruhu ma'siyet
kirlerinden temizler. Hatta bazı Hanefi bilginlerine göre, büyük
günâhları da örter. Mebrûr hac yapanın cennete
gireceğini bildiren hadisle, yine Hz. Peygamber'in şu hadisleri
bu konuda önemli delil teşkil eder. " Kim hac yapar, bu esnada
cinsî temastan korunur, çirkin söz ve davranışlardan uzak
durursa, annesinden doğduğu gündeki gibi günâhlarından
kurtulur" (Buhârî, Muhsar, 9,10; Nesaî, Hac, 4; İbn Mâce,
Menâsik, 3; Dârimî, Menâsik, 7; Ahmed b. Hanbel, II, 229, 410, 484,
494). "Hac ve Umre yapanlar Allah'ın misafirleridir. O'ndan
birşey isterlerse, onlara cevap verir. Af isterlerse, onları
affeder. " (İbn Mâce, Menâsik, 5). "Allah'ım, hac
yapanı ve hacının kendisine dua ettiği kimseleri
mağfiret et" (İbn Huzeyme, Sahîh; el-Hâkim).

Kâdî Iyâz (ö. 544/1149) şöyle demiştir:
Ehli sünnet, haccın büyük günâhlara, ancak tövbe edilirse
keffâret olacağı konusunda görüş birliği içindedir.
Namaz ve zekât gibi Allah'a ait veya para borcu gibi kula ait bir borcun
düştüğünü söyleyen bilgin yoktur. Kul hakları zimmette
devam eder. Allahu Teâlâ kıyamet günü hak sahiplerini, haklarını
almak üzere toplar. Ancak yüce yaratıcının bu
alacaklılara vereceği birtakım nimetlerle onları
razı etmesi ve bir ikram olmak üzere borçlulara müsamaha
göstermesi de mümkündür (ez-Zühaylî, a.g.e., III, 12).

Hac ibadeti, dünyanın çeşitli yörelerinden,
renk, dil ve ülke ayırımı gözetilmeksizin, milyonlarca
müslümanı bir araya getirir. Tanışıp, görüşmelerine,
ekonomik bakımdan bütünleşmelerine, düşmanları
karşısında tek saf hâlinde yardımlaşmalarına
zemin hazırlar. Böylece, şu ayetlerdeki mana tecelli eder.
"İnsanları hacca davet et ki, gerek yaya olarak ve gerekse
uzak yollardan gelen çeşitli vasıtalarla sana varsınlar. Böylece
onlar dünyevî ve uhrevî menfaatlerini görsünler ve belli günlerde,
Allah'ın kendilerine rızık olarak verdiği
hayvanları kurban ederken, Allah'ın adını
ansınlar. Siz de onlardan yeyin, yoksula ve fakire yedirin " (el
Hac, 22/27, 28).

Hac, dünyanın çeşitli bölgelerinde yaşayan
müminler arasındaki kardeşlik bağlarını güçlendirir.
İnsanlar, gerçekten eşit olduklarını birlikte
yaşayarak gösterirler. Arap olanla olmayanın, beyazla
siyahın takva dışında bir üstünlüğünün
bulunmadığı inancı vicdanlara yerleşir.

Haccın Hükmü ve Delilleri:

İslâm âlimleri haccın ömürde bir defa
farz olduğu konusunda görüş birliği içindedir.
Delilleri; Kitap ve Sünnettir. Kur'an'da şöyle buyurulur:

"Oraya gitmeye gücü yeten herkese, Allah için
Kâbe'yi ziyaret edip haccetmek farzdır" (Âl-i İmrân,
3/97).

"Haccı ve umreyi Allah için tamamlayın"
(el-Bakara, 2/196) "İnsanlarıhacca davet et ki, gerek yaya
olarak ve gerekse uzak yollardan gelen çeşitli vasıtalarla sana
varsınlar" (el-Hac, 22/27)

Hadislerde şöyle buyurulur: "Şüphesiz
Allah size haccı farz kıldı, haccı ifa ediniz" (Müslim,
Hac, 412; Nesaî, Menâsik, 1; Ahmed b. Hanbel, II, 508). " Îslâm
beş şey üzerine bina edilmiştir: Allah'tan başka ilâh
olmadığına ve Muhammed (s.a.s)'in, Allah'ın elçisi
olduğuna şehadet etmek, namaz kılmak, zekât' vermek,
Beytüllah'ı haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak"(Buhârî,
İman, l, 2; Müslim, İman,19-22; Tirmizî, İman, 3; Nesâî,
İman, 13).

Hz. Peygamber haccın farz
kılındığını ashab-ı kirâma duyurunca,
içlerinden birisi; "Her yıl mı?" demiş,
Resulullah (s.a.s.) susmuştur. Bu soru üç defa tekrar edilince;
" Eğer evet deseydim, hac üzerinize her yıl farz olurdu,
buna da güç yetiremezdiniz" buyurmuştur (Müslim, Hac, 412;
Nesaî, Menâsik,1, Ahmed b. Hanbel, II, 508). İbn Abbas (r.a)'dan
yapılan rivayette, soru soranın el-Akra' b. Hâbis olduğu
belirtilir ve şu ilave yeralır: "Kim birden fazla hac
yaparsa bu nafile hac olur" (İbn Hanbel, II, 508; Nesâî,
Menâsik,1; eş-Şevkânî, a.g.e., IV, 279). Bu hadis, haccın
farz olarak tekrarının gerekmediğini gösterir. İslâm
hukukçuları, haccın bir defadan fazla farz
olmadığı ve fazla haccın nafile
sayılacağı konusunda görüş birliği içindedir (İbnü'l-Humam,
Fethu'l Kadîr, Kahire 1316, II, 122; eş-Şevkânî, a.g.e., IV,
280). Hadiste şöyle buyurulur: " Hac ve umreyi peşi
peşine yapınız. Bu ikisi, körüğün; demir, altın
ve gümüşün pasını yok ettigi gibi, fakirliği ve günâhları
yok eder. Mebrûr haccın sevabı ancak cennettir" (Tirmizî,
Hac, 2; Nesâî, Hac, 6; İbn Mâce, Menâsik, 3). Bazı
durumlarda birden fazla hac yapmak gerekebilir. Adak harcı ve bozulan
bir nafile haccı kaza etmek gibi. Bazen hac haram olur. Haram para
ile haccetmek gibi. Bazen de mekruh olur. Hizmete muhtaç olan ana-babanın
iznini almadan haccetmek gibi. Ebeveyn bulunmayınca dede ve
ninelerden, borcunu ödeyecek başka malı bulunmayan borçlu ve
kefilin alacaklılardan izin almaksızın, hac yapması da
mekruhtur. Hanefilere göre bu kerâhet, tahrîmendir.

Hanefî, Şâfiî ve Mâlikîlere göre, haram para
ile yapılan hac, gasbedilen arazide kılınan namazda
olduğu gibi farz veya ikinci defa hac yapılıyorsa nafile
olarak sahih olur. Bu kimsenin üzerinden farz veya nâfile düşer.
Hanbeliler ise, haram malla yapılacak hacca icazet vermezler.
Çünkü bu mezhep, gasbedilen arazide kılınacak namazı da
sahih kabul etmez (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', II, 223;
ez-Zühaylî, a.g.e., III, 223).

Haccın Fevri veya Ömrî Oluşu:

Ebû Hanife, Ebû Yûsuf, iki görüşten tercih
edilende Mâlikîler ve Hanbelîlere göre, hac fevrîdir. Yani
yükümlünün, gerekli şartları
taşıdığı ilk yılda haccetmesi gereklidir.
Haccı, yıllar boyunca geciktirirse fâsık olur ve
şahitliği reddedilir. Çünkü haccı geri bırakmak küçük
ma'siyettir. Bunda ısrar etmek kişiyi fıska götürür.
Böyle bir kimse hac yapmadan malı telef olsa, borç para alıp
haccetmesi hâlinde, ilâhî mağfirete nail olacagı umulur.
Haccın geciktirilmeden ifasına, hacla ilgili âyetler delâlet
ettiği gibi, şu hadisler de bunu destekler: "Hac yapmakta
acele ediniz. Çünkü sizden biriniz ölümün kendisine ne zaman geleceğini
bilmez" (Ebû Davûd, Menasik, 5; İbn Mâce, Menâsik, 1;
İbn Hanbel, I, 214, 225). " Bir kimseyi hastalık, açık
bir ihtiyaç, bir sıkıntı veya zalim bir sultan
alıkoymaksızın hac yapmazsa; ister yahudi, isterse
hrıstiyan olarak ölsün"(eş-Şevkânî, a.g.e., IV,
284).

Şâfîlere ve imam Muhammed'e göre, hac ömrî
(terâh)dir; Yani, hac için gerekli şartları taşıyan
yükümlü, bunu ilk yılda yapmak zorunda değildir. Ancak bu
kimsenin hac veya umreyi, geciktirmeksizin yapması sünnettir.
Çünkü tâat sayılan amelleri çabuk yapmak, hayırlı
işlerde acele etmek İslâm'ın tavsiye ettiği
hususlardandır. Ayette; "Ey müminler, hayır işlerine
koşunuz, birbirinizle yarış ediniz" (el-Bakara, 2/148)
buyurulur. Hac kendisine farz olan kimse, mesken yapma, çocuğunu
evlendirme gibi sebeplerle, hatta sebepsiz olarak haccı başka
bir yıla geciktirebilir. Çünkü hac farîzası hicretin
altıncı yılında geldiği halde, Hz. Peygamber
bunu, bir özür olmaksızın onuncu yıla tehir
etmiştir. Eğer geciktirmek caiz olmasaydı, bunu onun da
yapmaması gerekirdi. Bu görüş, müslümanlara kolaylık
sağlayacağı için daha uygundur. Çünkü çoğunluk
İslâm hukukçularının dayandığı hadisler
zayıf olduğu gibi, haccın, hicretin altıncı
yılında Âl-i İmrân Suresinin nüzulü sırasında
farz kılındığında şüphe yoktur (eş-Şîrâzî,
el-Mühezzeb, I,199; ez-Zühaylî, a.g.e. III, 17, 18).

Haccın Şartları:

Haccın Şartları erkekleri ve
kadınları içine alan genel veya yalnız kadınlarla
ilgili özel şartlar olmak üzere ikiye ayrılır. Bunlar tam
olarak bulununca hac ve edası farz olur. Aksi halde farz olmaz.

Genel Şartlar. Bunlar; farz oluşunun,
sıhhatinin veya edasının şartları kabilinden
olur. Müslüman, akıllı, ergin, hür ve haccetmeye gücünün
yeter olması gibi.

1. Müslüman Olmak! Kâfire hac farz olmaz.
İbadeti eda ehliyeti bulunmadığı için, onun yapacağı
hac geçerli değildir. Münkir hac yapsa, sonra İslâm'a girse,
ona İslâm'ın haccı farz olur. Hanefilere göre, kâfir,
şeriatın furûu ile muhatap olmadığı için haccı
terkten dolayı hesaba çekilmez. Çoğunluk hukukçulara göre
ise o, furû (İslâmî emir ve yasaklar)a muhataptır ve ahirette
bunlardan hesaba çekilir.

2. Ergin ve akıllı olmak: Çocuk ve akıl
hastaları hacla yükümlü değildir. Çünkü bunlar şer'î
hükümlerle yükümlü tutulmamışlardır. Akıl
hastasının yapacağı hac veya umre, ibadet ehliyeti
bulunmadığı için sahih olmaz. Bu ikisi hac yapsa, sonra
çocuk büluğ çağına ulaşsa, akıl hastası
iyileşse, bunlara hac farz olur. Çocuğun bülûğdan önce
yaptığı hac nafile sayılır. Hadiste şöyle
buyurulur: "Üç kişiden kalem
kaldırılmıştır: Uyanıncaya kadar uyuyandan,
gençlik çağına girinceye kadar çocuktan, şifa buluncaya
kadar akıl hastasından" (Ebû Davûd, Hudud,17; İbn Mâce,
Talâk, 15). Akıl hastalığı, bayılma,
sarhoşluk ve uyku ihramı ortadan kaldırmaz (el-Kâsânî,
a.g.e., II, 120-122, 160; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, II,120
vd.; el Meydânî, el Lübâb, I,177; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid,
I, 308 vd.; İbn Kudâme, el-Muğnî, III, 218-222, 241, 248-250).

3. Hür olmak: Köle, esir ve mahkûma hac farz değildir.
Çünkü hac, süresi uzun, belli bir yolculuğu gerekli kılan ve
yolculuğa güç yetirilmesi şart kılınan bir
ibadettir: Hürriyetten yoksun olan kimsenin bunu ifa etmesi mümkün
olmaz.

4. Vakit: Arafat'ta vakfe ve ziyaret tavafı için
belirli vakitlere yetişmedikçe hac farz olmaz. Şu ayetler
haccın vakitli bir ibadet olduğunu gösterir: " Sana yeni
doğan aylan (hilaller) sorarlar. De ki: "O, insanların
faydası için vakit ölçüleridir" (el-Bakara, 2/189). "
Hac ayları bilinen aylardır" (el-Bakara, 2/197). Hanefi ve
Hanbelîlere göre, hac ayları; Şevvâl, Zilkâde ve
Zilhicce'nin ilk on günüdür. Buna Abadile adıyla anılan
(İbn Mes'ud İbn Abbâs, İbn Ömer ve İbnü
Zübeyr)'den nakledilendir. "En büyük hac (hacc-ı ekber) günü,
kurban bayramı günleridir" hadîsi delil olarak gösterilir
(Buhârî, Hac, 33, 34, Umre, 9; Müslim, Hac, 123; Nesâî, Menâsik, 77;
Dârimî, Menâsik, 38; Muvatta ; Hac, 63).

Bu sürenin dışındaki vakitler, farz hac
için ihrama girmeyi ve haccın rükünlerini ifaya elverişli
değildir. Ancak hac niyetiyle ihrama, bu aylardan önce girilse,
ihram geçerli ve yapılacak hac sahih olur. Delili: "Hac ve
umreyi Allah için tamamlayınız" ayetidir (el-Bakara,
2/196). Bu durumda hac ayları girmedikçe hac fiillerinden birşey
yapmak caiz olmaz. Hanefilere göre ihram bir şart olup, bunun öne
alınması, abdestin namaz vaktinden öne alınması
gibidir. Çünkü ihram, hac yapacak kişinin kendisine bazı
şeyleri yasaklaması ve bazı şeyleri de gerekli
kılmasıdır. Yine bu, ihramı, Mîkat'tan önce başlatmak
gibi olur. Bununla birlikte hac aylarından önce ihrama girmek
mekruhtur. İbn Abbâs'ın (ö. 68/687) naklettiği; "Hac
için, ancak hac aylarında ihrama girilmesi sünnetlerdendir"
hadisi delildir (Buhâri)

Mâlikîlere göre, hac ayları tam üç aydır.
İhramın vakti, Şevvâl'in başından, yani
Ramazarı bayramının ilk gecesinden itibaren başlar,
Kurban bayramı sabahı şafak sökünceye kadar devam eder.
Bir kimse bayram sabahı şafak sökmezden önce, bir an, ihramlı
olarak Arafat'ta dursa hacca yetişmiş olur. Geride ziyaret
tavafı ve sa'y gibi ibadetler kalır (İbnü'l-Hümâm,
a.g.e., II, 220 vd.; İbn Kudâme, el Muğnî, III, 271; eş-Şirâzî,
el Mühezzeb, I, 200; ez-Zühaylî, a.g.e., III, 63-65).

5. Haccı ifaya gücünün yetmesi (istitâa). Bu;
beden, mal veya yol emniyeti ile ilgili olabilir. Ayette, "Oraya
gitmeye gücü yeten herkese, Allah için Kâbe yi ziyaret edip haccetmek
farzdır" (Âl-i İmrân, 3/97) buyurulur. Ayetteki
"hacca yol bulabilen, hacca gitmeye gücü yeten" ifadesi
Hanefîlere göre "bedenî, mâlî ve emniyet" unsurlarını
kapsamına alır. Bunlar haccın edasının
şartlarını oluşturur.

a. Beden sağlığı ve
sağlamlığı. Buna göre; yatalak, hasta, kör, felçli,
iki ayağı kesik, binit üzerinde kendi başına
duramayan yaşlı kimse, tutuklu bulunan ile zalim yöneticilerin
hac için vize vermediği kimseler üzerine hac farz olmaz. Çünkü
Allahu Teâlâ, haccın farz olması için "gücün
yetmesi"ni şart koşmuştur. İbn Abbâs
"istitâa"yı yol azığı (zâd) ve binit
(râhile) olarak tefsir etmiştir. Ayette, "Allah hiçbir kimseye
gücünün yeteceğinden fazlasını yüklemez"
(el-Bakara, 2/286) buyurulur.

b. Gerekli maddî güce sahip olmak. Bu yolda tüketeceği
yiyecek ve oraya varabilmek için bineceği vasıtadan ibarettir.
Buna göre, bir kimseye haccın farz olabilmesi için, hac süresince
hem kendisinin, hem de bakmakla yükümlü olduğu kimselerin
nafakalarını ve nakil vasıtasını temin gücüne
sahip olmalıdır. Mekkeliler ve Mekke çevresinde oturanlar için
nakil aracına sahip olmak şart değildir; yaya yürüyecek
durumda bulunmaları yeterlidir.

c. Yol emniyeti. Haccın farz olması için yol
güvenliğinin bulunması şarttır. Bu, Ebû Hanife'ye
göre, vücûbunun, bazılarına göre ise edasının
şartlarındandır.

Kadın için yol emniyeti; beraberinde neseb veya
sihrî (evlilikle doğan hısımlık)
hısımlardan fâsık olmayan akıllı, ergin veya murâhık
(12 yaşla buluğ arası erkek çocuğu) mahrem birisinin
veya kocasının bulunmasıyla gerçekleşir.
Kadının yanında kocası veya mahrem bir
hısımı olmaksızın, Mekke'ye üç gün üç gece
(sefer mesafesi) ve daha uzak yerden gelerek hac yapması tahrîmen
mekruhtur. O, mahremsiz hac yaparsa kerâhetle birlikte caiz olur.
Mahremin bulunması vücûb şartıdır. Eda
şartı diyenler de vardır. Günümüzde yaygın fesat
sebebiyle, kadın süt erkek kardeşiyle yolculuk yapamaz.
Çünkü genç sıhrî hısımlarda olduğu gibi, süt hısmıyla
başbaşa kalmak (halvet) mekruhtur. Şâfiîler buna
"kadının, kafilede güvenilir diğer kadınlarla
birlikte hac yapabileceği" esasını ilave ederler (el-Kâsânî,
a.g.e., II, 121-125; el-Meydânî, el-Lübâb, I,177; İbn Âbidin,
Reddü'l-Muhtâr, II,194-199; eş-Şîrâzî, a.g.e., 196-198;
ez-Zühaylî, a.g.e., III, 25-32).

Haccın Yalnız Kadınlarla İlgili
Özel Şartları:

Kadınlarla ilgili iki şart vardır.

1. Hacda yol arkadaşının bulunması:

Hac yapacak kadının yanında kocası
veya mahrem bir hısımının bulunması gereklidir.
Aksi halde kendisine hac farı olmaz. "Kadın, yanında
mahrem hısımı bulunmadıkça üç günden fazla
yolculuk yapamaz" (eş-Şevkânî, a.g.e, IV, 290). "Bir
kadın, yanında kocası bulunmadıkça hac yapmasın"
(eş-Şevkânî, a.g.e, IV, 491) hadis-i şerifleri buna
delildir. Şâfiîler ise, kadına, güvenilir kadınlarla
birlikte olunca, haccı gerekli görürler. Yol arkadaşı
olarak tek kadın yeterli değildir. Mâlikilere göre ise, kadın,
yalnız kendilerine emanet edilmiş kadın
arkadaşları veya yalnız erkekler yahut da erkek-kadın
karışık bir toplulukla birlikte hac yapabilir. Bu iki
mezhebin dayandığı delil; "Oraya gitmeye gücü yeten
herkese, Allah için Kâbe yi ziyaret edip haccetmek farzdır" (Âl-i
İmrân, 3/97) ayetinin genel anlamıdır. Bu yüzden, kadın
kendisi aleyhine kötülükten güvende olunca, ona hac gerekli olur.

Mahrem hısım ifadesi, nesep, süt veya sıhrî
hısımlık yüzünden kendisiyle evlenmek ebediyyen haram
olan kimseleri içine alır. Oğul, torun, baba, dede, süt oğul,
süt kardeş, damat, kayınpeder gibi. Kızkardeşin, hala
veya teyzenin kocası olmak geçici evlenme engeli doğurduğundan,
eniştelerle hac yolculuğu caiz olmaz.

Şâfiî ve Mâlikîlerle diğer fakihler
arasındaki bu görüş ayrılığı, bir
farzı ifa için yapılacak yolculuğa mahsustur. Hac
yolculuğu böyledir. İhtiyârî yolculuklar icmâ' ile buna kıyas
edilmez. Resulullah (s.a.s) şöyle buyurmuştur: "Bir erkek,
bir kadınla yanlarında mahrem bir hısımı
bulunmadıkça yalnız kalmasın. Kadın, yanında
mahrem hısımı bulunmadıkça yolculuk yapamaz."
Bir adam kalktı.

"Ey Allah'ın elçisi, karım hac
yolculuğuna çıktı. Ben ise falanca gazveye
yazıldım. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Git ve karınla
birlikte haccet" (Buhârî, Nikâh, III, Cihâd,140,181; Müslim,
Hac, 424).

2. İddetli Olmaması

Hac yapacak kadının boşanma veya
vefattan dolayı iddetli olmaması gereklidir. Çünkü yüce
Allah şu ayetle iddetli kadınların evden çıkışını
yasaklamıştır: "Boşadığınız
kadınları evlerinden çıkarmayın. Kendileri de çıkmasınlar"
(et-Talâk, 65/1). Haccın başka bir vakitte edası mümkündür.
İddet ise ancak özel bir vakitte sözkonusu olur (ez-Zühaylî,
a.g.e, III, 36,37).

İslâm'da haccın bazı engelleri
vardır, bu engeller İslâm âlimleri tarafından şöyle
tesbit edilmiştir.

1. Ebeveyn: Ana veya baba Mekkeli olmayan çocuğunu
nafile hac veya umre için ihrama girmekten alıkoyabilir. Ancak bu
ikisi farz hacca engel olamaz. Çünkü ebeveyne hizmet, bir cihaddır.
Farz hacda ana babadan izin almak sünnettir.

2. Evlilik: İslâm hukukçularının çoğunluğuna
göre, koca, karısının farz haccına engel olamaz.
Çünkü bu, ilk yükümlülük yılında (fevrî') farz olmuştur.
Şâfiîlere göre ise, koca, karısını farz veya sünnet
hacdan alıkoyabilir. Çünkü kocanın hakkı önceliklidir.
Hac ibadeti ise ömür boyu ifa edilebilir.

3. Kölelik: Efendinin kölesini farz ve sünnet hacdan
alıkoyma hakkı vardır. Ancak köle onun izniyle ihrama
girmişse, artık hac veya umreyi tamamlamasına engel olamaz.

4. Hapis: Haksız olarak veya maddî sıkıntı
içinde olduğu halde bir borçtan dolayı hapiste bulunmak hac
engelidir.

5. Borçluluk: Vâdesi gelen borcunu ödemek için başka
bir malı olmayan borçlunun hac yapmasına, alacaklı engel
olabilir. Vâdesi gelmeyen borçlar hac engeli teşkil etmez.

6. Hacr altında bulunmak: Sefîh olan kimse veli
veya vasînin izni olmadıkça hac yapamaz.

7. İhsâr: Hac veya umre için ihrama girmiş
olan kimsenin, düşmanın engel olması veya hastalık
gibi bir sebeple hac veya umreyi tamamlayamadan ihramdan çıkmak
zorunda kalmasıdır. Böyle bir engelle karşılaşan
kimseye de "muhsar" denir. Ölüm veya malını 'verme
dışında engeli aşmaya gücü yetmeyen, hacı,
engelin kalkması umulan bir süre bekledikten sonra ihramdan çıkabilir.
Ancak bu durumda kurban kesmesi gerekir.

8. Hastalık: Bir kimse ihrama girdikten sonra
hastalansa, Ebû Hanife'ye göre, muhsar sayılır ve ihramdan çıkabilir.
Şâfiî, Mâlik ve Ahmed b. Hanbel'e göre ise; ihramda iken
hastalanan kimse, uzun sürse bile, iyileşinceye kadar ihramlı
olarak kalır (el-Kâsânî, a.g.e, II, 130, İbn Kudâme, el-Muğnî,
III, 240; İbn Âbidîn, a.g.e, II, 200):

Haccın Sıhhatinin Şartları

Yapılacak haccın geçerli olması için
dört şartın bulunması gereklidir:

1. İslâm: Haccın, hem farz olma ve hem de
sıhhat şartıdır.

2. Özel yerler: Arafat ve Kâbe.

3. Özel vakit: Arafatta vakfe, arafe günü zevalden
itibaren, Kurban bayramı sabahı şafak sökünceye; ziyaret
tavafı ise, bayram sabahından, ömür sonuna kadar yapılabilir.
Ancak ziyaret tavafını bayramın ilk üç gününde yapmak
vacib olduğu için, ziyaret tavafını bundan sonraya
bırakana, vacibi terkettiği için, kurban kesmek gerekli olur.

4. İhram: Hac veya umre niyetiyle, diğer
zamanlarda helâl olan bir kısım, fiil ve
davranışları, kişinin kendisine hac veya umre süresince
haram kılması demektir. Halk arasında ihramlı
erkeğin örtündüğü iki parça örtüye de "ihram"
denilmektedir.

İhrama Girme Yerleri (Mikatlar)

Mîkat, ihrama girme yeri ve zamanı demektir. Çoğulu
mevâkît'tir. Bir terim olarak, Mekke çevresinde, çeşitli bölge
ve ülkelerden hacca gelenlerin ihrama girecekleri özel yerleri ifade
eder. Bir kimsenin, hac veya umre için, mikatları ihramsız geçmesi
caiz olmaz. Aksi halde kurban veya mikat yerine dönmek gerekir. Ancak
mikat yerinden önce ihrâma girmek ittifakla caizdir. Hatta Hanefilere
göre, bir sakınca doğmayacaksa, ihramı öne almak daha
faziletlidir. "Hac ve umreyi Allah için tamamlayınız"
(el Bakara, 2/196) ayetinde buna delâlet vardır. Mikatları
beklemeksizin, ailesinin bulunduğu yerden ihrama girmek hac ve umreyi
eksiksiz tamamlamak demektir. Hz. Ali (ö. 40/660) ve Abdullah b.
Mes'ud'un (ö. 32/652) görüşü budur. Çünkü bunda daha çok meşakkat
ve daha büyük tazîm vardır.

İhrama girme yerleri, Mekke'de, Mekke (Harem) ile
mikatlar arasında (hıl bölgesi) veya mikatların
dışında kalan bölgelerde (âfâkî) oturanlara göre değişiklik
gösterir (el-Kâsânî, a.g.e, II, 163-167; İbnü'l-Hümâm, a.g.e,
II, 131-134; el-Meydânî, el-Lübâb, I, 178 vd.; eş-Şîrâzî,
el-Mühezzeb, I, 202-204; İbn Kudâme, el-Muğnî, III; 257-267).

1. Mekke'de oturanlar: Bunların hac için ihrama
girme yeri yine Mekke'dir. Hz. Peygamber ashab-ı kirâma hac için
ihrama, Mekke'nin içinde girmelerini emir buyurmuştur (ez-Zeylaî,
Nasbu'r-Râye, III,16). Mekke dışında, harem dâhilinde evi
olanlar da böyledir. Mekkelilerin umre için mikat yeri ise, dilediği
herhangi bir yerden, hıll'in harem bölgesine en yakın olan
yeridir. Ancak umrede ihrama girmek için hıll'in en fazîletli yeri
Hanefi ve Hanbelîlere göre "Ten'îm", sonrâ
"Ci'râne", sonra "Hudeybiye"dir. Resulullah (s.a.s)
Abdurrahman b. Ebî Bekr'e Hz. Âişe'ye Ten'îm'de ihrama girerek
umre yaptırmasını emir buyurmuştur (Buhârî, cihâd,
125, Umre, 6; Müslim, Hac,135,136; Ahmed b. Hanbel, III, 309, 394;
Tirmizî, Hac, 91).

2. Hıll'de oturanlar: Harem bölgesiyle, beş
mikat yerinin çevrelediği alan arasındaki bölgeye "hıll"
denir. Hıll'de oturanların hac veya umre için ihrama girme yeri
(mikat), ailelerinin bulunduğu yer veya bu yerle. harem arasında
kalan, hıll'den dilediği herhangi bir yerdir. Hac ve umreyi
tamamlamayı emreden ayetle (el-Bakara, 2/ 196) Hz. Ali ve İbn
Mes'ud'un görüşü buna delildir. Hanefîler bu görüşü
benimsemiştir. İmam Mâlik'e göre, bunların mikat yeri,
kendi evleridir.

3. Mikatların çevrelediği alan
dışında oturanlar (âfâki): Arabistan'da mikatlar dışında
oturanlarla, dış ülkelerden hac veya umre niyetiyle Hicaz'a
gidenler için geldiği bölge veya ülkeye göre ihrama girme yerleri
(mikat) belirlenmiştir. İbn Abbâs (r.a)'tan şöyle dediği
nakledilmiştir: "Nebî (s.a.s), Medineliler için
Zülhuleyfe'yi, Şamlılar için el-Cuhfe'yi, Necidliler için
Karnü'l-Menâzil'i ve Yemenliler için Yelemlem'i mikat olarak belirledi.
Bunlar, belirtilen bölge veya ülke tarafından gelen diğer
belde yolcuları için de mikat yeridir" (Buhârî, Hac, 7, 9,
11,12, Sayd,18; Müslim, Hac,11-12; Ebû Dâvûd, Menâsik, 8; Nesâî,
Menâsik,19, 20, 23; Ahmed b. Hanbel, I, 238). Câbir (r.a)'den merfû
olarak rivayet edilen Müslim hadisinde bunlara, Iraklılar için Zat-ı
ırk ilâve edilmiştir (Ebû Dâvûd, Menâsik, 8).

Gelinen ülkelere göre mikatlar şöyledir:

a. Türkiye, Suriye, Mısır, Mağrib ve
Avrupa tarafından deniz yoluyla gelenlerin mikatı Cuhfe (Râbiğ)'dir.
Cuhfe ile Mekke aiası yaklaşık 187 km. dir.

b. Medine'den gelenlerin mikatı Zülhuleyfe
(Âbâr-ı Ali) olup, Mekke'ye yaklaşık 464 km.dir. En uzak
mikat yeri burasıdır.

c. Irak, İran ve diğer doğu
ülkelerinden gelenlerin mikatı Zât-ı Irk'tır. Bu yer
Mekke'ye yaklaşık 94 km.dir.

d. Kuveyt ve Necid yönünden gelenlerin mikatı
bugün es-Seyl denilen Karnü'l-Menâzil'dir.

e. Yemen'den gelenlerin mikatı Mekke'nin güneyinde
bulunan Yelemlem olup, Mekke'ye 54 km.dir,

İhrama girme yerlerini Hz. Peygamber tayin
ettiği için hac, umre, ticaret veya başka bir amaçla gelen her
müslümanın buralarda veya daha önce ihrâma girmiş
olması lâzımdır. Eğer yol, bu noktalardan geçmiyorsa
buraların hizalarından ihrâma girilir. Medine'ye gelenler, hac
için Mekke'ye doğru yola çıkınca Zülhuleyfe'de bugün
Âbâr-ı Alî denilen yerde ihrama girerler.

Mikatlardan içeride bulunan kimseler, ihramsız
Mekke'ye girebilirler. Fakat hac veya umre için, bulundukları yerden
ihrama girerler. Mikat içinde, fakat Mekke dışında
bulunan, bulunduğu yerde; Mekke'nin içinde oturanlar ise, kaldığı
evde ihrama girerler.

Dışarıdan hac veya umre için gelen
kimse mikatı ihramsız geçerse ya bir kurban keser veya geri
dönüp mikat yerinde ihrama girer. Mekke'ye girme niyeti olmaksızın
mikatı ihramsız geçene birşey lâzım gelmez.

İhram:

Hac dışında yapılması mübah
olan bazı şeyleri kendisine haram kılmak demektir.
Hanefilere göre, ihram haccın rüknü değil
şartıdır. Bu da niyet ve telbiye ile gerçekleşir. Hac
veya umreye yahut her ikisine niyet etmek ve Allah için telbiye getirerek
ihrama girmekle hac ibadeti başlamış olur.

İhrama girerken yapılması sünnet veya
müstehap olan fiillerin başlıcaları şunlardır:

1. Abdest veya boy abdesti almak. Temizlenmek için
abdest veya boy abdesti alınır. Hz. Peygamber ihram için boy
abdesti almıştır (ez-Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III,17). Bu,
temizlenmek için olup, taharet (abdestlilik) için değildir. Bu yüzden,
hayızlı ve nifaslı kadınlar da bunu yaparlar. İbn
Abbâs'ın merfû olarak naklettiği bir hadiste şöyle
buyurulur: "Nifaslı ve hayızlı kadınlar boy
abdesti alır, ihrama girer, Beytullah'ı tavaf
dışında, haccın bütün menâsikini ifa ederler"
(Tirmizî, Hac, 98; Ahmed b. Hanbel, I, 364; Ebû Dâvûd, Menâsik, 9).
Diğer yandan Hz. Peygamber (s.a.s), Esmâ binti Umeys'e nifaslı
(lohusa) iken boy abdesti almasını emir buyurmuştur (Müslim,
Hac, 109, 110).

İhrama girecek kimsenin
tırnaklarını kesmesi, tıraş olup,
bıyıklarını kısaltması, koltuk
altlarını ve edep yerini tıraş etmesi müstehaptır..

2. Erkekler, dikişli elbiselerini çıkarır
ve birisi göbekten aşağısını örtmek, diğerini
omuzuna almak üzere iki temiz ve yeni peştemela bürünür. Başı
açık, ayakları çıplak olup, terlik veya nalın
giyebilir. Hadiste şöyle buyurulur: "Sizden biriniz, bir izâr
(alt peştemal), bir ridâ (üst peştemal) ve iki nalınla
ihrama girsin. Nalın bulamazsa, mest giysin, mestlerin
topuklarından aşağısını
ayırsın" (eş-Şevkânî, a.g.e, IV, 305). İbn
Abbâs rivayetinde "topuklardan aşağısını
ayırma" ifadesi yoktur (Buhârî, Hac, 21; Müslim; Hac, 1-3;
Dârimî, Menâsik, 31; Tirmizî, Hac, 19; Ahmed b. Hanbel, I, 215, 221,
228, 279, II, 3, 4, 8, 34, 47).

İhrama giren kadınlar, elbiselerini çıkarmazlar
başlarını ve ayaklarını açık
bulundurmazlar. Yalnız yüzleri açık bulunur, telbiye ederken
seslerini yükseltmezler.

3. Çoğunluğa göre, ihramdan önce bedenini
kokulamak caizdir. Hanefî ve Hanbelîlere göre, elbiseyi kokulamak caiz
değildir. Şâfiîler elbise konusunda da aksi görüştedir.
Delil, Hz. Âişe'den nakledilen şu hadistir: "Ben Nebî
(s.a.s)'i, ihrama girerken bulabildiğim en güzel koku ile
kokuluyordum"(Buhârî, Hac,18, Libâs, 79, 81; Müslim, Hac, 37;
Dârimî, Menâsik, 10; Tirmizî, Hac, 77). Buna göre, kokunun eserinin
ihramdan sonra devam etmesinde bir sakınca yoktur. Ancak artık
ihram süresince yeniden kokulanmak, hatta kokulu sabun kullanmak caiz
görülmemiştir.

4. İhram namazı. Boy abdesti veya abdest
alındıktan ve ihramdan önce; ittifakla iki rekat ihram namazı
kılınır. Delil şu hadistir: "Nebî (s.a.s)
Zülhuleyfe'de iki rekât namaz kıldı, sonra ihrama girdi"
(ez-Zeylaî, age, III, 30 vd.). Bu namazın birinci rekâtında Kâfirûn,
ikinci rekâtında ise İhlâs suresini okumak sünnettir.
Mâlikî ve Hanbelîlere göre, ihrama farz namazın arkasından
girilir. Çünkü İbn Abbâs (r.a)'tan, Resulullah'ın böyle
yaptığı nakledilmiştir.

5. Telbiye. Hanefîlere göre, ihram namazından
sonra telbiye getirilir. Çünkü Hz. Peygamber böyle yapmıştır.
Efdal olan da budur. Vasıtaya bindikten sonra telbiye getirip, sonra
niyet edilebilir (ez-Zeylaî, age, III, 21). Telbiye şudur:

"Lebbeyke Allahumme Lebbeyk, Lebbeyke Lâ şerîke
Leke Lebbeyk. Inne'l-hamde ve'n-ni'mete leke ve'l-mülke, Lâ şerîke
leke" (Buharî, Hac, 26, Libâs, 69; Müslim, Hac,147, 269, 271;
Dârimî. Menâsik, 22, Tirmizî, Hac, 97).

Hanefilere göre bir kimse mikatta niyet ederek telbiye
getirince ihrama girmiş olur. Telbiye, yolda, iniş çıkışlarda,
yol arkadaşlarıyla karşılaşmalarda
namazların ardından tekrarlanır ve zaman zaman ses yükseltilir.
Telbiye, Mâlikîler dışında çoğunluğa göre,
Kurban bayramı günü Akabe cemresine ilk taşın
atılmasıyla kesilir. Çünkü Hz. Peygamber böyle yapmıştır
(Nesâî, Menâsik, 229, İbn Mâce, Menâsik, 69; Ebû Dâvud,
Menâsîk, 27, 28; Tirmizî, Hac, 78, 79). Ancak taşlamadan önce tıraş
olunursa, telbiye kesilir. Umre yapan ise tavafa başlamakla telbiyeyi
keser.

>>>>>


Konular