Şamil | Kategoriler | Konular

Haberlerin tetkiki

HABERLERİN TETKİKİ

Gelen haberlerin doğruluğunu tetkik etmek, fâsık
kimselerin getirdiği bilgileri hemen kullanmayıp
araştırmak.

İslâm'ın ilk günlerinden günümüze kadar
toplum içinde yayılan haberlerin doğruluğunun
araştırılmadan kabul edilmesi anlaşmazlıklara
sebep olduğu gibi huzursuzluk ve problemler çıkarmaktadır.
Onun için islâm her probleme çözüm getirdiği gibi bu hususu da
halletmiş ve müslümanların bu konuda nasıl
davranacaklarını Kur'an nassıyla belirlemiştir: "Ey
iman edenler; Bir fâsık size bir haber getirirse onu iyice
araştırınız. Yoksa bilmeyerek bir kavme kötülük
yaparsınız da yaptığınız işten
pişman olursunuz" (el-Hucurât, 49/6) buyurulmaktadır. Bu
ayetin nüzul sebebi olarak Hz. Peygamber devrinde meydana gelen şöyle
bir olay rivayet edilmektedir: Resulullah, Huzaa kabilesinin ileri
gelenlerinden olan Haris b. Dirâr'ın İslam'ı tebliğ
etmesine, müslüman olanların zekâtlarını
toplamasına izin verir. Toplanan zekâtın teslimi ile ilgili
olarak bazı hususlar üzerinde anlaşırlar. Buna göre
Resulullah (s.a.s) zamanı gelince Hâris b. Dırar'a bir elçi
gönderecek, o da topladığı zekâtı teslim edecektir.

Hâris kabilesi içinde İslâm'ı tebliğ
etti; müslüman olanların da zekâtlarını topladı.
Aralarında belirlenen zaman gelince de Resulullah (s.a.s)'ın elçisini
beklemeye koyulur. Fakat kimsenin gelmediğini görünce Hâris,
kabilesinin ileri gelenlerini toplayarak durumu anlatır, elçinin
gelmemesini, yaptığı bir hatadan dolayı
Resulullah'ın elçi göndermekten vazgeçtiği şekilde
yorumlar. Toplanan zekâtı alarak birlikte Hz. Peygamber'e
gitmelerini ister. Onlar da bunu kabul ederler ve birlikte Medineye
doğru çıkarlar.

Diğer taraftan günü gelince Resulullah (s.a.s)
toplanan zekâtı almak üzere Hâris'e elçi olarak Velid b. Ukbe'yi
görevlendirir. Velid bir süre gittikten sonra geri döner ve Resulullah
(s.a.s)'e Hâris'in zekâtı vermediğini, bununla da kalmayarak
kendisini öldürmeye kalkıştığını söyler.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.s) askerî bir birlik hazırlayarak Hâris'in
üzerine gönderir.

Hâris ve arkadaşları Medine
yakınlarında üzerlerine gönderilen bir birlikle karşılaşırlar.
Durumu öğrenince hep beraber Resulullah'a gelirler. Hâris yemin
ederek zekâtı topladığını, fakat onu almak için
kimsenin gelmediğini anlatır. Bunun üzerine yukarıda sözkonusu
olan ayet nazil olur (İbn Kesir, Tefsirü'l-Kur'ani'l-azim, VII, 350
el-Hucurât, 40/6. ayetin tefsiri).

Ayetin nüzul sebebi anlamını hiçbir tevil
ve yoruma gerek bırakmayacak biçimde ortaya koymaktadır. Buna göre
fıskı sabit olan bir kimsenin şehadeti ve rivayetleri kabul
edilemez. Fâsıkların haberlerinin mutlaka
araştırılması gerekir. Haberlerin
araştırılmadan kabul edilmesi halinde, ayette
bildirildiği üzere, pişman olunacak sonuçlarla karşılaşılması
kaçınılmazdır.

Burada açıklanması gereken nokta
fısk'ın ve fâsıkın ne ve kim olduğu konusudur.
İslâm tarihinin ilk dönemlerinde fısk, genellikle imandan çıkarmayan
yasak davranışlar; fâsık da bu yasak
davranışları yapan kimse olarak kabul edilmiştir. Bu
anlamıyla fısk İslâm şeriatın'ın
koymuş olduğu sınırlardan çıkmak demektir.
Kelimeyi Lisanu'l-Arab, "İsyan ederek Allah'ın emrini
terketmek" olarak tanımlarken, Rağıb el-İsfâhânî
de fâsıkı,"İman ettikten sonra şerîatın
bazı hükümlerini çiğneyen ve uygulamayan kimse olarak açıklamaktadır.
Muhammed Hamdi Yazır fısk'ı üç mertebeye ayırır:
1- Günahı çirkin saymakla birlikte açıkca işlemek, 2- Günahın
üzerine düşmek, yani günahta ısrar etmek, 3- Çirkin olduğunu
inkâr ederek günah işlemek fıskın bu üçüncü çeşidi
küfürle aynı kategoride ve aynı anlamdadır.

Ayetin tefsirinde müfessir Kurtubî şöyle
demektedir: "Fıskı sabit olan kimsenin haberlerindeki sözleri
geçersizdir. Çünkü haber emanettir; fısk ise onun iptalini
gerektirir."

Diğer bir hukukçu müfessir Cessâs da sözkonusu
ayetin tefsirinde şunları söyler: "Ayetteki "tahkik
ve tetkik edin" ifadesi fâsıkın şehadetinin kabulünün
yasaklandığını gösterir. Çünkü şehadet
birliğini haber vermektir. Fâsıkın şehadeti kabul
edilmediği gibi diğer hususlardaki haberleri de kabul edilmez"

Durumu belirsiz olan, yani adil veya fâsık
olduğu kesin olarak bilinmeyen kimsenin şehadet ve rivayetleri
kabul edilir mi? Hanefî bilginleri böyle bir kimsenin şehadet ve
haberinin kabul edileceği görüşündedirler. Çünkü ayette
ancak fâsıkların haberlerinin araştırılması
emredilmektedir. Müminlerin temel niteliği ise adalettir. Başka
bazı bilginler ise durumu belirsiz olan kimsenin haberinin de ancak
durumun araştırılmasından sonra kabul veya
reddedilebileceğini söylemektedirler. Bunlara göre araştırma
sonunda adaleti kesinlik kazanırsa haberi kabul edilir,
fıskı sabit olursa haberi reddedilir.

Söz konusu ayetin hemen devamında, "İçinizde
Allah'ın peygamberi vardır" (el-Hucurât, 49/8)
buyrulmaktadır. Fahreddin er-Râzî bu cümleyi şöyle açıklar:
"Ey kullarım, herhangi bir güçlüğün çözümünde Allah
Resulune başvurunuz." Buna göre bu ayet, bugün bize gelen
haber ve rivayetler konusunda takınmamız gereken tavır
konusunda da uyarıda bulunmaktadır. Öyleyse müminler gelen
haberler konusunda bir çıkmazla
karşılaştıkları zaman öncelikle bu haberi Kur'an
ve Sünnet ölçülerine vurarak çıkan sonuca göre hareket etmek
zorundadır.

Ahmed ÖZALP


Konular