Şamil | Kategoriler | Konular

Gadiru hum

GADÎRU HUM

Mekke ile Medine arasında Cuhfe
yakınlarında bir yerin adı (Mu'cemü'l-Buldân, VI, 268).
Burası, Cuhfe'den 2-3 mil mesafede bataklık bir yer olup,
bataklığı kesif bir ağaçlık
kuşatmaktadır. Şia'nın doğusu ile ilgili olarak
karşılaşılan en önemli mesele Gadîru Hum olayıdır.

Şiî kaynaklara göre, Hz. Peygamber'den sonra
hilâfete Hz. Ali'nin daha fazla hak sahibi olduğu Gadîru Hum'da
belirlenmiştir. Şia bilginlerinden herhangi birisine ait bir
kitabın Gadîr konusuna baktığımızda şu
bilgileri bulmamız mümkündür:

Hz. Muhammed (s.a.s.) Veda Haccı dönüşünde
Gadîru Hum'da konaklamış, gruplar memleketlerine dönmeden .önce
onları toplayarak bir hitâbede bulunmuştur. Bunun sebebi orada
nâzil olan şu ayeti tebliğ etmekti: "Ey Peygamber, sana
indirileni tebliğ et, eğer bunu yapmazsan; O'nun elçiliğini
yerine getirmemiş olursun. Allah seni insanlardan korur. Doğrusu
Allah kafirlere yol göstermez" (el-Mâide, 5/67). Şiî
müelliflere göre bu ayet Hz. Ali hakkında nâzil olmuştur.
Ayette tebliğ edilmesi gereken şey, Hz. Ali'nin hilâfetidir.
Hz. Peygamber takiyye için eşi Âişe(r.anhâ)den bazı
şeyleri gizlemiş, bu yüzden Cenâb-ı Hak onu ikaz
etmiştir (Vâhidî, Esbâbü'n-Nüzûl,115; Tirmizî, Menâkıb,
20; İbn Mâce, Mukaddime, II; H. Neysâbûrî, el-Müstedrek,
III,109; Kûleynî, el-Kâfî, II, 72).

Hz. Peygamber Gadîr'de bu ayeti tebliğ ettikten
sonra şöyle demiştir:

"Cebrâil (a.s.) bana Rabbimden şu emri
getirdi ki; Ali b. Ebî Tâlib benim kardeşim, vasîm, halîfem ve
benden sonra imamdır. Ey insanlar, Allah onu size velî ve İmam
olarak tayin etti; ona itaat etmeyi herkese farz kıldı. Ona
karşı çıkan lânetlenecek, saygı gösteren ise
merhamete erecektir. Dinleyiniz ve itaat ediniz; Allah mevlânız, Ali
ise imamınızdır. İmâmet ondan sonra onun soyundan kıyamete
kadar devam edecektir" (Vâhidî, Esbabü'n-Nüzûl,115). Yine
Şiîlere göre orada Allah Resulu şu hususları ilân etmiştir:

1) O, müslümanlara iki ağırlık (sekaleyn)
bıraktığını bildirmiştir. Bunlardan birisi
Allah'ın kitabı olup, onun bir tarafı Allah'ın,
diğer tarafı ise müslümanların elindedir. İkincisi
Hz. Peygamber'in sünnetidir.

2) Hz. Ali'nin elini kaldırarak "Ben kimin
mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır" demiştir.

3) Resulullah (s.a.s.) şöyle dua etmiştir:
"Allah'ım, Ali ye yardım edene yardım et; ona düşmanlık
edene düşmanlık et".

4) Yine şöyle buyurmuştur: "Allah'ım,
hakkı döndüğü yerden Ali tarafına döndür."

Yukarıda Şiî alimlerin öne sürdüğü
ve Gadîru Hum meselesi içinde yer verdiği bu rivâyetleri ehl-i
sünnet şu şekilde değerlendirmektedir.

Şiîlerin iddiâsına göre, Hz. Peygamber'in
vefatından sonra, ehl-i beyt dışında samimi müslümanların
sayısı on'u geçmez. Halbuki Gadîr hutbesini yüzbin'in
üzerinde sahâbe dinlemiştir. Bunun anlamı şudur: "Yüzbinin
üzerinde sahâbe Hz. Peygamber'in vefatından sonra sözlerinde
durmamış ve Hz. Ali'yi hilâfetten mahrum etmek için işbirliği
yapmışlardır." Bu ittifâkın meydana gelme ihtimâlini
akıl kabul etmez. Bunda hangi maslahat ve fayda olabilir.

Diğer yandan Gadîru Hum hutbesi, hicretin onuncu
yılında Zilhiccenin onsekizinci günü Veda Haccı'ndan dönerken
okunan bir hutbedir. Aynı yıl Zilhiccenin dokuzuncu günü Arefe
günü, "Bugün sizin için dininizi ikmal ettim, size olan nimetimi
tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı seçtim"
(el-Mâide, 5/3) ayeti inmiştir. Bu ayetin, Hz. Muhammed'e
peygamberliğin tebliğini emreden, yukarıda meâlini verdiğimiz
Mâide suresinin altmış yedinci ayetinden daha önce inmesi
mümkün müdür? Dinin tamamlandığını bildiren ayet
inmiş ve yüzbin'in üzerinde hacıya tebliğ edilmiştir.
İslâm alimlerinin büyük çoğunluğu Mâide suresi altmışyedinci
ayetin daha önce, Mekke fethi ve Hayber gazvesinden önce indiğini
tesbit etmişlerdir (Saîd İsmail, Hakîkatü'l-Hılâf Beyne
Ulemâi-ş-Şîa ve Cumhûri Ulemâi'l-Müslimîn, Carbondale
1983, . 25, 26).

Gadîru Hum olayını bütünüyle reddeden
müelliflere karşılık, onu inkâr etmeyen, fakat olayı
açık olarak ortaya koymayan Sünnî bilginler de vardır.

Nesaî bu olaya Alî b. Ebî Talib'in fazîletlerine
dair eserinde yer vermiştir. Zeyd b. Erkam'dan nakledilen bu rivâyette
"Gadîr" hadîsi ile "Sekaleyn" hadîsi birleştirilmekte
ve her ikisinin de Gadîr günü söylenmiş olduğu
belirtilmektedir. İbn Mâce de Gadîr hadîsine Sünen'inde yer vermiş,
fakat hadîsin söylendiği yerin ismini zikretmemiştir (Nesâî,
Hasâis,16; İbn Mâce, Sünen, Mukaddime, II).

Zeyd b. Erkam (Ö. 66/689)'ın rivâyet ettiği
Gadîr hadîsi şöyledir: "Resulullah (s.a.s.) bir gün Mekke
ile Medine arasında Hum denilen su başında bize bir hutbe
irad etti. Bu hutbesinde önce Allah'a hamd ve senâ etti, va'z ve
nasihatta bulundu, Allah'ı zikretti. Sonra şöyle buyurdu:
"Ey insanlar, dikkat ediniz. Ben ancak bir beşerim, Rabbimin elçisi
Azrâil (a.s.)'in gelmesi yakındır, ben ona icabet edeceğim.
Size iki ağırlık (sekaleyn) bırakıyorum.
Birincisi, kendisinde hidayet ve nur olan Allah'ın
kitabıdır. Allah'ın kitabını alınız ve
ona sımsıkı sarılınız." Böylece O
Allah'ın kitabına teşvik etti ve ona rağbet ettirdi.
Sonra şöyle dedi: "Îkincisi, ehl-i beytimdir. Size eh!-i
beytim hakkında Allah'ı hatırlatırım." Bu
son sözü üç defa tekrar etti. (Nesâi, Hasâis, 15; Ahmed b. Hanbel,
Müsned, II,114, IV, 367; Dîrimî, Fezâilü's-Kur'an,1). İbn Kesîr,
Hum hadîsinin hemen bütün rivâyetlerini zikretmiş, râvîlerin
güvenilir ve zayıf olanlarına işaret etmiştir (İbn
Kesîr, es-Sîretü'n-Nebeviyye, IV, 414).

Yukarıdaki hadîsi naklettikten sonra, Zeyd b.
Erkam'a "Hz. Peygamber'in ehl-i beyti kimlerdir. Onun hanımları
da ehl-i beytinden midir" diye sorulmuş; Zeyd, "Peygamber'in
hanımları da ehl-i beytindendir, fakat onun asıl ehl-i
beyti kendisinden sonra sadaka almaları haram olanlardır"
demiş ve bunları şöyle sıralamıştır:
"Ali ailesi, Âkil ailesi, Ca'fer ve Abbâs aileleridir" (Müslim,
Fedâilü's-Sahabe, 36).

İbn Teymiye Gadîru Hum rivayetleriyle ilgili
olarak şunları söyler: "Bu uydurmanın mütevâtir
olması bir yana sahih bir isnadı bile yoktur. Bu mesele
hakkında Sakîfe gününde, Hz. Ömer'in vefatında, altı
kişilik şûrâ teşekkül ettiği zaman ve nihâyet Hz.
Osman'ın şehâdetini müteâkip, Hz. Ali hilâfeti üzerine
münakaşalar yapıldığı günlerde, sahabeden hiç
değilse bir kişinin ortaya çıkıp durumu açıklaması
gerekmez miydi? Görüldüğü gibi bu, Rafızilerin
uydurmalarından biridir" (İbn Teymiye, Minhâcü's-Sünne,
IV, 118).

Müsteşrik Goldziher konuyla ilgili olarak
şunları yazar: "...Durum bu olunca, Ali taraftarları
onun Peygamber'in doğrudan doğruya tayinine mazhar
bulunduğunu göstermeye ma'tuf rivayetler icat edecek ve onları
söz sahibi kılacaklardı. Bu niyete cevap olmak üzere vücut
bulan Hum hadîsi, Ali fırkası nazariyâtının en
sağlam temellerinden birisini teşkil etmektedir. Son derece
meşhurdur. Sünnî otoriteler dahi onun sıhhatine itiraz
etmemektedirler. Fakat ona başka bir mânâ vererek gerçek
hedefinden çevirmiş bulunmaktadırlar" (Goldziher, M.
Studient, M. Hatipoğlu'nun basılmamış Tercemesi).

Hz. Ali'nin hilâfete başkalarından daha
fazla hak sahibi olduğunun delili olarak öne sürülen Gadîr
hadîsinin Hulefâ-i Râşidîn döneminde bir tek râvî tarafından
bile nakledilmemiş olması, bunun varlığı
üzerinde ciddî şüpheler doğurmaktadır. Öyle anlaşılıyor
ki, Şiîler daha sonraları Gadîr hadîsi diye yaydıkları
bu hadîse bir vürûd sebebi icat etmişlerdir. Bizzat Hz. Ali bile
en çok ihtiyaç olan zamanda böyle bir rivâyetten söz etmemiş,
aksine beyanları olmuştur. Meselâ Hz. Peygamber'in hastalığında
Ali b. Ebî Tâlib onu ziyaretten çıktıktan sonra halk, "Ey
Ebû Hasan, Resulullah nasıl oldu?" diye sordular. "Elhamdülillah
iyidir" diye cevap verdi. Râvî diyor ki; "Bunun üzerine
Abbâs, Ali'nin elinden tutup, "Bana bak, vallâhi sen üç gün
sonra köle olacaksın. Allah'a yemin ederim ki,
Abdulmuttaliboğullarının yüzünde gördüğüm
ölümü Resulullah'ın yüzünde de gördüm. Haydi Resulullah'a
gidelim ve bu işin (hilâfet) bize ait olup olmadığını
soralım. Eğer bize ait ise bilelim, şayet bize ait
değilse Hz. Peygamber bizi vasiyet etsin" dedi. Hz. Ali ona
şöyle cevap verdi: "Vallâhi ben bunu yapamam, eğer Hz.
Peygamber'e gider de bunu bize vermezse, kimse onu bize daha sonra vermez"
(Buhârî, İsti'zan, 29; Geniş bilgi için bkz. Cemal Sofuoğlu,
Gadîri Hum Meselesi-Ankara Ü. İlâhiyet Fakültesi Dergisi, Ankara
1983, c. XXVI, s. 461-470).

Şiîlerin iddia ettiği gibi Gadîru Hum'da,
Hz. Ali'nin Hz. Peygamber'den sonra devlet başkanı
olacağı ilân edilmiş ve müslümanların buna
uyması emredilmiş bulunsaydı, yüz binden fazla sahabe
önünde cereyan eden böyle bir vasiyyetiyle Abbâs (r.a.) dahil bütün
sahabelerin öğrenmiş olması gerekirdi. Diğer yandan
Hz. Ali ile Abbâs arasında cereyan eden yukarıdaki
konuşmanın bir anlamı kalmazdı. Ancak Ehl-i Sünnet
kaynakla'rında da yeralan şekliyle Gadîr'de Resulullah (s.a.s.)
bir hutbe irâd etmiştir. Orada Hz. Ali ile ilgili sözler söylemiş
ve vefatından sonra ehl-i beyte dikkat etmelerini vasiyyet
etmiştir. Fakat Sünnî âlimler "Ben kimin mevlâsı ise.m
Ali'de onun mevlâsıdır" gibi sözleri Şiîlerden
farklı bir şekilde yorumlamaktadırlar. İbn Kuteybe bu
konuda şöyle diyor: "Hz. Peygamber her müslümanın velîsidir.
Velayet Hz. Peygamber'le müminler arasında olduğu gibi, müminlerin
kendi aralarında da olur. Hz. Peygamber'in Ali ile olan münâsebeti
de böyledir. Ayrıca mü'minlerin bazıları
bazılarının velîleridirler" (et-Tevbe, 9/717). Velî
ve mevlâ kelimeleri arasında bir fark yoktur. Bu da Hz. Ali'ye bir
üstünlük sağlamaz. Bu konu ile ilgili birçok ayet vardır
(et-Tahrîm, 66/4 et-Tevbe, 9/71; el-Bakara, 2/247; Yunus, 10/62). Hz.
Peygamber benzer sözleri Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer gibi büyük
sahabeler hakkında da söylemiştir. Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh
için "Bu ümmetin emînidir" buyurmuştur. Ehl-i Sünnet'in
kabul ettiği görüşe göre, müslümanların Hz. Ali'yi
sevmesi Hz. Peygamber'i sevmesi gibi farz; O'na düşman olmak da Hz.
Peygamber'e düşman olmak gibi haranıdır. Bu, ehl-i beytin
görüşüne de uygundur (Abdulaziz Dehlevî, Muhtasaru't Tuhfeti'l-İsnâ
Aşeriyye, 161).

Hamdi DÖNDÜREN


Konular