Şamil | Kategoriler | Konular

Fetanet

FETÂNET

Peygamberlerin zarûrî sıfatlarından biri.
"Fetâne" kelimesinin masdarı olup, kelime manası,
akıllılık, zekilik, uyanıklık demektir.
Ahmaklık, akılsızlık veya az
anlayışlılığın tam zıddıdır.

Bilindiği gibi Yüce Allah Hz. Âdem'den, Hz.
Muhammed (s.a.s.)'e kadar, muhtelif zamanlarda, bir çok peygamber
göndermiştir. Bu peygamberler kendi topluluklarını
Allah'ın yoluna ve tevhîd inancına davet etmişlerdir.
Onlara hakikatı ve hidayet yolunu anlatmışlardır
(İbrahim, 14/4). "Beyan" ve tebliğ" gibi önemli
bir risalet görevini yerine getirme durumunda olan bu peygamberler de,
haliyle, mutlaka çok zeki, akıllı, muhakeme kabiliyeti en
üstün, düşünme yeteneği en yüksek kişilerden seçilmektedir.
Çünkü yüce Allah lütuf ve ihsanının bir nişânesi ve
kullarına olan sonsuz rahmet ve merhametinin bir eseri olarak,
doğru yolu bırakıp sapıtan, dünyevî bir takım
tağutların peşinde koşarak onlara sarılan, maddî,
aynı zamanda faydası veya zararı bile olmayan elleri ile
yaptıkları putları tanrı tanıyan topluluklara
peygamberler göndermiştir. Haliyle o kadar azgın ve sapık
düşünceler içinde kalmış bir toplumla mücadele, siyası,
kültürel üstünlüğü, hatta bundan da Medehayı gerektirir.
Zira o topluluğun belki asırlar boyu sürdürüp geldikleri
atadan görme davranışları ve geleneksel inançlarını
onların kafasından silip, yerine doğruyu, hakikati ve
hepsinden ileri tevhîd inancını yerleştirmek siyaset
bilgisini, sosyolojik ve kültürel dehayı, kısacası bilgi
ve üstün bir zekayı gerekli kılar. Bundan dolayı
peygamberlerde bütün bu vasıflar bulunmuştur veya yüce Allah
böyle kimseleri kulları arasından peygamber olarak seçmiş
ve onları vahiyle desteklemiştir. İçinde bulunduğu
toplumun düşünce ve akıl seviyelerine göre onları ikna
etmek, yanlış inançlarını düzeltmek, münazaraya
girenleri tutarlı ve mantıklı cevaplarla susturmak,
Peygamberler gibi fetânet sahibi, akıllı, zeki kimselerin
yapabileceği bir iştir.

Peygamberlerin akıllarında en küçük bir
kusura sebeb olacak bir rahatsızlıkları olmuş
olsaydı, bu kadar ağır ve zor bir görevi başarabilmeleri
mümkün olmazdı. Onun içindir ki hiç bir peygamberde ahmaklık,
akıl noksanlığı bulunması veya herhangi bir
hastalığın akıllarına zarar vermesi mümkün
olmamıştır (Taftazanî, Şerhu'l-Makasıd, II, 1
98, Beyâzı, İşâretü'l-Merâm, s.329).

Gerçi bazı kavimler kendilerine gönderilen
peygamberlerini, kendi düşünce sistemlerine tamamen zıt, hayat
tarzlarını kökünden sarsan ilahı davetleri
karşısında akılsızlık veya çılgınlıkla
itham etmişlerdir. Fakat bu ithamlar sadece bir iddiadan ibaret
kalacağı açıktır. Kendilerinin daracık akıl
dünyaları, ilk defa duydukları gerçekleri kabul edemediği
ve kendi inançlarından başka hakikatin
olamayacağını düşündükleri için bu ithamlarla
hamakatlarını gizlemeye çalışmışlardır.
Fakat peygamberler onların da kabul edeceği tarzda deliller ve açıklamalar
getirerek, kendilerinin böyle bir ithamın muhatabı
olmadıklarını anlatmışlardır (el-A 'râf,
7/66-67), Âd kavmi, Hûd (a.s.)'ı böyle bir ithamlâ suçlamışlarsa
da Hz. Hûd peygamber, onlara cevap vermiş ve kendisinin böyle
birisi olmadığını onlara açıklamıştır
(Sebe, 34/46).

Bazı topluluklar da kendi peygamberlerini delilik
veya sihirbazlıkla suçlamışlardır. Fakat peygamber
hakkındaki bu düşüncelerinin de onların
azgınlığı huy ve sanat edinmelerinden ileri
geldiğini, yine Allah Teâlâ âyet-i kerimesinde beyan etmektedir (ez-Zâriyât,
31/52). Yani onların bu iddiaları sadece inatlarının
ve kötü huylarının bir eseridir. Ayet gerçekte onların
da, kendilerine gönderilen peygamberlerin akıllı ve zeki
kimseler olduğunu bilmekte olduklarını haber vermektedir.

Nitekim Hz. Peygamber de, Mekkeli müşriklerin
aynı iftiralarına maruz kalmıştır. Onlar Hz.
Peygamber'e de deli demişlerdi. Bunun üzerine Cenab-ı Hak, Hz.
Peygamber'e hitaben "Sen, Rabbinin nimetiyle (şımarıp
dengeyi kaybeden) çılgın değilsin" (el-Kalem, 68/2)
şeklinde indirdiği ayetiyle, onların bu
iddialarını adeta ilâhı bir belge ile reddetmiştir.

Ayrıca hiç bir peygamberden aklilik veya zekiliğin,
kısacası fetânetin zıddına bir
davranışın zuhûr etmemesi, vakıa olarak
peygamberlerdeki bu sıfatın mevcudiyetini ispat eder. Üstelik
her peygamberin, kendilerine inanmayanların bir çoklarınca da
akıllı kimse olarak kabul ve tasdik edilmeleri bu hakikatin açık
delillerindendir. Mesela Hz. Muhammed (s.a.s.)'in daha peygamberlikten
önce, Ka'be'nin inşası sırasında, Hacer-i Esved'i
yerine koyma şerefine nâil olmak arzusundan doğan Kureyş kâbileleri
arasındaki ihtilafda hakem tayin edilmesi neticesinde gösterdiği
üstün maharetin, çıkmak üzere olan bir savaşı önlediği
pek meşhurdur. Hakem olan Hz. Peygammer, Hacer-i Esved'i kendi
abasına koymuş ve dört kabile reisinin, dört ucundan tutmalarını
söylemiştir. Bu şekilde kaldırılan taş,
konulacağı yere kadar yükseltilince, kendi elleriyle Hz.
Peygamber taşı yerine koymuş ve bu usûle oradakilerin
hepsi çok sevinmişlerdir (İbn Hişam, es-Siretü'n-Nebeviyye,
Kahire 1955, I, 196 vd.).

Talat SAKALLI


Konular