Şamil | Kategoriler | Konular

Fasıla

FÂSILA

Şiirdeki kâfiye, seci'deki karîne gibi, ayetin
son kelimesine verilen isim. Cümlenin sonundaki kelimeye fâsıla
adı verilmektedir.

Fâsıla, cümlede mananın
tamamlandığını gösteren durak işaretlerindeki
birbirine uygun harflerdir. Fâsıla kendinden sonraki cümleden ayrılan
kelimedir. Bu kelime ayet başlangıcı olduğu gibi,
olmayabilir de.

Fâsıla, tevkifî ve kıyâsî olmak üzere
iki şekilde bilinir. Tevkifî fâsıla; Resulullah'ın bu
ayeti okurken üzerinde durduğunu bildiğimiz her kelime fâsıla;
üzerinde durmadığı kelimeler de fâsıla değildir.
Şayet bir kelime üzerinde bazan durur, bazan geçerse bunu; ya vakfı,
ya fâsılayı, ya vakf-ı tam'ı bildirmek ya da nefes
almak için yapmıştır. Kıyâsî fâsıla; nassa
bağlı olma ihtimali bulunmayan bir kelimenin, aralarındaki
uygunluktan dolayı, nassa bağlı bir kelime ile
kıyaslanmasıdır. Her kelimede vakf caiz olduğu gibi,
Kur'an'ın bütününde vasl da caiz olur. Bu yüzden vakf ile vasfın
yerlerini tâyinde, kıyasa ihtiyaç duyulmuştur. Meselâ ayetin
fâsılası, nesirde seci'in karînesi, şiirde beytin
kafiyesi gibidir. Tevcih, işbâ' ve hareke kafiyede kusur sayılırken,
fâsılada kusur sayılmaz.

Fâsıla, konuşurken, nefes alma
sırasında sözü güzelleştirmek gayesiyle
yapılır. Kur'an'ın bu şekilde okunuşu, beşer
kelâmına nazaran farklılık gösterir. Bu farklılığa,
"Ayetleri fasledilmiş (açıklanmış) bir
kitaptır" (el-Fussilet 41/3) ayetinden mülhem olarak fâsıla
adı verilir. Çünkü fâsıla yapılınca cümle ikiye
ayrılır; bu ayrılma ayetin sonu ile müteâkip ayetin başlangıcı
arasında yeralan fâsıla ile olur. fâsılaya kafiye denmesi
icmâ ile caiz değildir. Allahu Teâlâ Kur'an'ın şiir
olmadığını açıkça bildirdiğinden,
ıstılahta şiire ait olan kafiyenin Kur'an'da
varlığı sözkonusu olamaz. Bu bakımdan Kur'an'da
nasıl kafiyenin varlığı mümkün değilse,
şiirde de fâsılanın varlığı mümkün değildir.
Fâsıla Allah'ın kitabına ait bir sıfat
olduğundan, Kur'an'dan başka bir yerde kullanılamaz.

Fâsılanın kısımları:

Kur'an'da fâsılalar, dört kısımdan
ibarettir: Temkin, Tasdîr, Tevşîh ve İkal.

1- Temkîn: Buna kafiyeler arasındaki
yakınlık da denir. Temkîn; nesir yazanın karineyi, şâirin
kafiyeyi belirleyen ifadeler kullanmasıdır.

2- Tasdîr:Ayet basında olan kelimenin ayet
sonunda da gelmesine denir; buna reddü'l-acûz ale's-sadır (sonda
olanın basa getirilmesi) adı da verilir.

İbnü'l-Mü'tez, tasdîrin üç kısma
ayrıldığını söyler:

a) fâsılanın son kelimesinin, bastaki ayetin
son kelimesine uygun gelmesidir. "İlmiyle indirmiş
olduğuna melekler de şâhitlik ederler. Allah'ın şâhitliği
de ..." (en-Nisâ, 4/166) ayeti buna örnektir.

b) fâsılanın son kelimesinin, baştaki
ayetin ilk kelimesine uygun gelmesidir.

"...bize katından rahmet ver,
bağışla; şüphesiz en çok bağış
yapansın. " (Âl-i İmrân, 3/8) ayeti ile "Lût dedi
ki: 'ben sizin bu işinize kızanlardanım " (eş-Şuarâ
26/168) ayeti buna misâldir.

c) Fâsılanın son kelimesi ile, ayetteki ilk
kelimelerden bazılarının uygun düşmesidir.
"Senden önce de peygamberlerle alay etmişlerdi. Fakat onlardan
alay edenleri alay ettikleri kuşatıverdi'' (el-En'âm 6/10);
"Bak nasıl onların kimini kiminden üstün yaptık.
Elbette ahiret, dereceler bakımından daha büyüktür. Onun
nimet ve ikrâmı daha büyüktür" (el-İsrâ, 17/21);
"Musa onlara, 'Yazık size' dedi. 'Allah'a yalan uydurmayın...
İftira eden perişan olmuştur" (Tâhâ, 20/61) ve
"Rabbinizden mağfiret dileyin, çünkü o çok bağışlayandır,
dedim"(en-Nuh, 7 1/11 0)ayetleri buna misâldir.

3- Tevşîh: Cümlenin başında bulunan
kelimenin kafiyeye uygun bir şekilde gelmesidir. Tasdir ile tevşîh
arasındaki fark, tevşihin delâleti manevî, tasdırinki ise
lâfzı olmasıdır. "Allah Âdem 'i... seçip üstün kıldı"
(Âl-i İmrân, 3/33) âyeti buna misâldir. Ayetteki istafâ fiili,
el-âlemîn kelimesinde lâfzen fâsıla bulunduğuna delâlet
etmez. Çünki el-âlemîn kelimesi, istafâ fiilinden farklıdır.
Fakat istafâ kelimesinin delâleti mana yönündendir. Bundan anlaşıldığına
göre istafâ kelimesinin lüzumlu manalarından biri, aynı
cinsten olanlar arasından seçilmesidir. Seçilenin cinsi ise, aynı
soydan gelmiş olmasıdır."İyiler mutlaka nimet içindedirler"
(el-İnfitar, 82/13-14) âyetleri buna misâldir.

4- Mütemâsil; iki fasılanın kafiye
dışında vezinde müvazi olmasıdır. Birinci fâsılanın
kelimeleri de ikinci fâsıladakilerin mukabilidir. Murassa göre,
mütevâzın'in mütevâzi'ye nisbeti gibidir. "Onlara açık
ifadeli kitab'ı verdik; onları doğru yola ilettik" (es-Sâffat,
37/117-118) âyeti buna misâldir.

ez-Zemahşerî Kessâf'ında şöyle der:
fâsıladaki güzelliğin korunması, cümledeki kelimelerin
yerli yerine konulup manasını aynen taşımasıyla mümkündür.
Şayet mana ihmal edilecek olur, sadece lâfız güzelliğine
önem verilecek olursa bu cümlede belâği (edebî) yön aranmaz. Bu
yüzden "Onlardır ahirete kesinlikle iman edenler..." (el-Bakara,
2/4) âyetinde âhiret kelimesinin takdimi sadece fâsıladan
dolayı 000değil, ihtisasa riâyetten dolayıdır da.

Fâsıla, aslında vakf (durak) üzerine binâ
edilir. Bu yüzden fâsıla, merfu kelime
karşılığında mecrur; mecrur mukabilinde merfu
olarak gelir. "Biz kendilerini yapışkan bir çamurdan
yarattık" (es-Saffât, 37/9-11) âyetleri buna misâldir.

Kur'an'daki fâsılaların sonu, çoğunlukla,
harf-ı med, harf-ı lin ve nun'un ilhâkı ile biter. Bunun
sebebi Sibeveyn'in dediği gibi, bir ses güzelliği meydana
getirmesidir. Araplar konuşurken sesi güzelleştirmek gayesiyle;
elif, ya ve nun harflerini bitiştirirler; şayet terennümde
bulunmazlarsa, bunları kullanmazlar. Bu harfler, Kur'an'da en kolay
ve tatlı bir durak işareti ile gelmiştir. Fâsıla
harfleri, ya birbirine benzer, ya da birbirine yakın olarak gelirler.
Fahrüddin er-Râzı ve diğer bazı müfessirler şöyle
der: Kur'an'ın fâsılaları, bu iki kısmın
dışında değil, bilakis bunlardan ibarettir. Bu yüzden
besmele ile beraber Fâtihâ sûresinin âyet sayısı
hakkında Şâfii mezhebinin görüşleri, Hanefi mezhebine
tercih edilir. Şâfiî âlimler, sûredeki 'suâtallezine ' ayetini
sonuna kadar bir ayet sayarlar. Altıncı âyetin sonunu, 'en
'amte aleyhim ' kabul edenlerin görüşü doğru değildir.
Çünkü bu fâsıla, sûrenin diğer ayetlerine benzemediği
gibi, mümâsele ve mukabele bakımından da benzememektedir.
Halbuki fâsıla benzerliğe riâyet edilmesi gerekir (Suyûtî,
el-İtkan Fi Ulumi'l Kur'an, II, 124-135).

Ahmet YAŞAR


Konular