Şamil | Kategoriler | Konular

Emr-ı bı'l-ma'ruf nehy-ı anı'l-münker

EMR-İ Bİ'L-MA'RUF NEHY-İ ANİ'L-MÜNKER

İyiliği emretme, kötülükten alıkoyma.

Maruf, şerîatın emrettiği; münker,
şerîatın yasakladığı şey demektir.
Başka bir deyimle Kur'an ve sünnete uygun düşen şeye
maruf; Allah'ın râzı olmadığı, inkâr edilmiş,
haram ve günah olan şeye de münker denilir (Râğıb
el-İsfahânı, el-Müfredât, s.505; M. Hamdi Yazır, Hak
Dini Kur'an Dili, IV, 2357-2358; V, 3118).

Yani marufu emretmek iman ve itaata çağırmak;
münkerden nehyetmek de küfür ve Allah'a başkaldırmaya
karşı durmaktır (Kadı Beydâvî, Envârü't-Tenzil,
2/232).

Kur'an-ı Kerîm'de, ''Sizden hayra çağıran,
marufu emreden, münkerden vazgeçirmeye çalışan bir ümmet
bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir" (Alu
İmrân, 3/104) buyurulmaktadır. Bu ayetle marufun emredilmesi ve
münkerden menedilmesi işi bütün İslâm ümmetine farz kılınmıştır.
İslâm uleması bu görevi ümmet içinden bir grubun yapmasıyla
diğerlerinden sorumluluğun kalkacağını, ancak hiç
kimsenin yapmaması halinde bütün müslümanların sorumlu ve günahkâr
olacağını söylemiştir (Yazır, a.g.e., II, 1155).

Başka bir ayet-i kerimede yüce Allah Söyle
buyurmaktadır: "Siz insanlar için çıkarılmış
en hayırlı bir ümmetsiniz. Marufu emreder, kötülükten
vazgeçirmeye çalışırsınız; çünkü Allah'a
inanıyorsunuz...'' (Alu İmrân, 3/110).

Müminler, dünyadaki en hayırlı toplumdur ve
iyiliği emreden, kötülükten alıkoyan en güzel ahlâkla yetişmişbir
toplumdur. Bu toplumun korunması için bu ayetlerle dinin en önemli
ilkeleri olan iyiliğe, doğruluğa, güzelliğe, çağırmak
emredilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:
"Sizden kim bir kötülük görürse onu eliyle değiştirsin;
buna gücü yetmezse diliyle onun kötülüğünü söylesin; buna da
gücü yetmezse kalbiyle ona buğzetsin. Bu ise imanın en
zayıf derecesidir'' (Müslim, İman, 78; Tirmizî Fiten. 1I-
Nesaî iman 17 İbn Mâce, Fiten, 20).

Marufu emretmek, münkerden alıkoymak
sorumluluğunun ağır bir yük olduğunu Hz. Peygamber (s.a.s.)'in
şu buyruğu ortaya koymaktadır: "Bana hayat
bahşeden Allah'a andolsun ki, siz ya iyiliği emreder kötülükten
alıkoyarsınız ya da Allah kendi katından sizin
üzerinize bir azap gönderir. O zaman dua edersiniz fakat duanız
kabul edilmez" (Ebû Dâvûd, Melâhim, 16; Tirmizî, Fiten, 9;
İbn Hanbel, V, 388). şu âyet de ibretle düşünmeyi
gerektirmektedir:

"...onlar, (İsrailoğulları)
birbirlerine hiçbir münkeri yasaklamadılar. Yemin ederiz ki
yapmakta oldukları şey çok kötü idi..." (el-Mâide,
5/78-79). Yine başkâ âyetlerde müşriklerden başka, müminlerin
karşısında münkeri emreden, marufu yasaklayan, böylelikle
Allah'ın emir ve yasaklarına karşı çıkarak,
emredilenin tam tersini yapan münâfıklar da zikredilir (bk.
et-Tevbe, 81/67).

Hz. Peygamber'in çeşitli buyruklarında müslümanların
her birinin birer çoban olduğu, elleri altındakilerden sorumlu
bulunduğu, mü'minler arasında canlı ve sürekli bir
toplumsal birliktelik ve beraberliğin olması, dâima zayıfın
hakkının güçlüden alınmasından yana tavır
takınılması, cihadın en faziletlisinin zâlim bir
devlet başkanına karşı hak bir söz söylemek olduğu
belirtilmektedir.

Bir toplumda ma'rûfu emreden, kötülükten menedenler
olmazsa giderek münker olan işler bírer kural haline, bir yaşama
biçimi haline gelirler. Şeytanlar hak ile bâtılı
karıştırır, doğruyu bozarlar; insanlara
Allah'ı unuttururlar. Böyle bir toplumda müslümanın
tavrını yine âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Peygamber (s.a.s.)'in
şu buyruğunda bulmak mümkündür:

"Sizde iki sarhoşluk ortaya çıkmadıkça
Allah tarafından gelen hak din üzere devam edersiniz: Cehâlet sarhoşluğu
ve dünyaya aşın düşkünlük. Siz iyiliği emreder, kötülüğe
engel olur ve Allah yolunda cihad ederken içinizde dünya sevgisi oluşuverince
iyiliği emretmez, kötülüğe engel olmaz ve Allah yolunda
cihadı bırakırsınız. O gün Kitap ve sünnetin
emirlerini yaymaya çalışanlar Ensâr ve Muhâcirlerden İslâm'a
ilk giren kimseler gibidirler'' (Bezzâr, Mecmau'z Zevâid, VII, 271);
"İyileriniz zâlimlerinize yardakçılık eder;
Fıkıh kötülerinizin, saltanat da küçüklerinizin eline
geçer. İşte o zaman fitnenin hücumuna uğrar ve
birbirinize düşersiniz" (a.g.e., VII, 286); ''(Bu durumda ise)
açık günahlar herkese zarar verir, kötüler iyilere musallat olur,
iyilerin de kalbi mühürlenir, lânetlenirler. Fitne günlerinde ise sabırlı
olmak ateşi kor halinde elde tutmak gibidir" (Kenzü'l-Ummâl,
II, 68-78).

Marufun emredilmediği, münker den alıkonulmayan
toplumların nasıl helâk edildiği, nasıl Allah'ın
azâbının onları kuşattığı
Kur'an-ı Kerîm'de hemen her sûrede zikredilmektedir (A ' râf,
7/163 vd).

İslâm bilginleri, bir şeyden korkarak kötülüğe
engel olmamanın âdeta o kötülüğü kabul etmek ve ona katılmak
anlamına geldiğini; asıl korkunun Allah'tan korkmak
olduğunu; iyiliği emretmek ve kötülüğü engellemek
görevinin eceli yaklaştırmadığını ve
rızkı kesmediğini; ancak göz göre göre tâkat dışı
belâya direnmenin de câiz olmadığını söylemişlerdir
(Kenzü'l Ummâl, II, 141 vd).

İnsanlar için en hayırlı topluluk olan
İslâm ümmetinin bireyleri birbirlerinin bütün dertleriyle
ilgilenen kişilerden meydana gelir. Halbuki diğer bütün
dinlerde iyilik ve kötülük her ferdin kendi sorunudur. Meselâ
Tevrat'ta, "Rab, Kabil'e sordu: 'kardeşin nerede?' O da, 'Bilmem,
ben kardeşimin bekçisi miyim?" gibi bir ifade vardır (Tevrat,
Tekvin, 4/9).

Marufu emretmek, münkerden alıkoymak görevini
İslâm ümmeti içinden öncelikle âlim olanlar üstlenir; yoksa bu
iş câhillere bırakılmaz. Çünkü câhiller her şeyi
altüst ederler, kavram ve değer kargaşasına yolaçarlar.
Görevin yerine getirilmesinde ana ilke her müslümanın ahirette
hesap vereceğini bilmesi bilincidir. Toplumlar genelde ikiye
ayrılırlar: Maruf toplumlar, münker toplumlar. Münker
toplumlar oluşmuş veya oluşmaktâ iken, müslümanların
ma'siyete, münkere, tâğuta itaatten kaçınmaları
farzdır (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 144). Yani müslümanların
her münker toplumunu maruf toplum, İslam hükümlerinin yaşandığı
toplum haline getirmeleri fârz kılınmıştır. Çağdaş
demokrâtik-laik toplumlar dini sadece Allah'la kul arasında bir
mesele olarak görürler ve İslâm'ın maruf münker ilkesinin
sadece ahlâkı bir mesele olduğunu vâzederler. Halbuki hayatın
bütün yönlerini Allah ve Resulunün emir ve yasakları
doğrultusunda yaşamak ve münker toplumları İslâmî
toplum haline dönüştürmekle görevli olan müslümanların bu
durumuyla demokratik ilkeler birbirine hem karşıt, hem de çelişiktir.
Bu sebeple müslümanların her zaman marufu emretmeleri, münkerden
sakındırmaları mümkün olmaz; karşılarına münker
toplumun emir ve yasakları çıkarılır. İşte
bu noktada müslümanlar için şu buyruk geçerlidir: "Ey iman
edenler siz kendinize bakın; doğru yolda iseniz sapıtanlar
size zarar veremezler" (el-Mâide, 5/105). Çağdâş
toplumla müslümanın çelişkisi onun, ancak Allah'a ve Resulune
itaat edeceği gerçeğinden dolayı İslâmî bir devleti
gerçekleştirmesini zorunlu kılar. Bir yandan bu yolda çalışırken
öte yandan münkerlerle mücâdele kesintiye uğramaz, marufun
emredilmesinden geri kalınmaz. Bu nokta şunun için önemlidir:
Maruf, ne salt ahlakçılık demektir, ne de İslâm'ın
ana ilkelerinin yerine insan haklarının geçirilmesidir. Maruf,
tek kelimeyle İslâm'ın kendisidir. Münker de, aslı
itibariyle veya ahlâkı açıdan sadece kötü şeyler
değil, tam anlamıyla İslâm'ın
yasakladığı her şeydir. Yeryüzünün değişik
yerlerinde, değişik rejimlerde ve şartlarda yasayan müslümanlar
için değişmeyen ölçü budur. Bunun tek yöntemi de
Rasûlullah'ın sünnetidir. "Size peygamber neyi verdiyse onu
benimseyiniz..." (Haşr, 59/7).

Gerçek maruf-münker görevi, en başta
insanın kendisinden başlayarak yapılır (Bk. el-Bakara,
2/44). Bazı insanlar her devirde, Resule itaati söylerler, kendileri
itaat etmezler; sadakayı emrederler, kendileri vermezler.
İşte şu ayet-i kerimede onlar uyarılmaktadır:
"Kitabı okuyup durduğunuz halde kendinizi unutur da
başkalarına mı iyiliği emredersiniz? Düşünmez
misiniz?" (el-Bakara, 2/44). İyiliği emredip kendileri
yapmayanlar için hesap gününde dudaklarının ateşten
makaslarla kesileceği haberi verilmiştir (İbn Kesir, 1, 8).

İkincisi, Rabbin yoluna hikmetle, güzel öğütle
çağırmak, insanlarla en güzel şekilde tartışmak,
azgınlara bile yumuşak söz söylemektir (en-Nahl, 1 6/ 1 25;
Tâhâ, 20/43).

Sonuçta marufun emredilmesi, münkerin yasaklanması
meselesi, sadece bir fetvâ olayı değil; aile, hukuk, siyaset ve
ekonominin her zaman içiçe geçmiş bir şekilde şerîatın
gerekleri doğrultusunda savunulması ve yaşanması
demektir. Bu, sistemli bir davet çalışmasını
gerektirir. İslâm'ın ilk yayılışı da böyle
olmuştur. İslâm'ın hâkim olmadığı düzenlerde,
ehl-i kitab'a karşı veya müşriklere ve diğer gayri
İslâmî zümrelere karşı tek geçerli davet metodu
Resulullah'ın sünnetidir. Bunu ancak Resulullah'ın sünnetiyle
açıklayabiliriz. Yoksa basit bir ahlâkçı, bir vâiz, hattâ
bir muhtesib * gibi davranarak değil. "Dirilerin ölüsü"
olarak kalmak isteyen, yani eliyle, diliyle ve kalbiyle toplumdaki
münkeri kötülemeyen kimse ne kötüdür... Tevrat'ta: "Kişi
iyiliği emr, kötülüğü yasakladığı takdirde
kavminin nezdinde derecesi kötüleşir" denilerek İslâmî
hâreket ve ahlâk saptırılmış, dinin esası
tahrif edilmiştir. O sebeple Allah katında din olarak
yalnız İslâm geçerlidir.

Öte yandan, İslâm toplumlarında ise marufun
emredilmesi, münkerin yasaklanmasında ictihada giren konularda
uyarıcılık yapılmaz. Meselâ Hanefiler, unutularak
besmelesiz kesilen hayvanın etini yiyen bir Şâfiîye, "Bu
yediklerin haramdır" şeklinde bir uyarıda bulunamaz;
zira bunlar Şâfiî'ye göre helâldir. İşte emri bi'l-mâ'rûf
nehyi ani'l-münkeri herkesin yapamamasından kasıt budur. Ancak,
herkesin bildiği büyük-küçük günahlar, dinin kesin yasaklamaları
hakkında herkes bu görevi yerine getirir (İmam Gazâli,
İhyâ-u Ulûmi'd-Din, Emri Bi'l-Mâ'ruf ve Nehyi Ani'l-Münker
bölümü). Fakat Şâfiîler, besmelesiz kesilen hayvanların
etini yemek isteyen Hanefilere ikazda bulunabilir. Gerek Allah
hakları, gerekse kul hakları olsun bütün ma'rûf ve
münkerlerde önce sözlü, sonra fiilî uygulama esastır. Mutezile
ise kul hakkıyla ilgili olmayan meselelerde sözle veya fiille uyarıcılığı
kabul ederken; bunu da ancak imamın yapabileceğini, fertlerin
karışamayacağını savunmuştur.

Enes b. Mâlik'ten rivâyet edilen bir hadiste şöyle
bir hüküm bulunmaktadır: "Biz Allah'ın Resulune 'Ey
Allah'ın Rasûlü, biz iyiyi tamamen işlemedikçe emredemez
miyiz? Kötülükten tamamen sakınmadıkça menedemez miyiz?'
diye sorduk. Resulullah şöyle buyurdu:

"Siz iyiliğin tamamını
işlemezseniz dahi iyiliği emrediniz. Siz kötülüğün
tamamından sakınmasanız dahi kötülükten sakındırınız"
(Taberânî).

Hz. Lokman'ın oğluna öğüdü her zaman
ve mekanda uyarıcının hâlini beyan eder: "Yavrum,
namazı gereği üzere kıl; iyiliği emret ve fenâlıktan
alıkoy. Bu hususta sana isabet edecek eziyete katlan. Çünkü bunlar
kesin olarak farz kılınan işlerdir" (Lokman, 31/17).

Sait KIZILIRMAK


Konular