Şamil | Kategoriler | Konular

Ehl-ı bıd'at

EHL-İ BİD'AT

Bid'at ehli, hevâ ehli, dalâlet ehli, şüpheler
(şubûhât) ehli, tefrika ehli. İlim ehline göre bunlar aynı
şeyin değişik isimleridir. Bunlar Kitap ve Sünnet'e ve
Ümmetin, ashabın yolunu ve metodunu izleyen selefinin
anlayışına aykırı görüşler ortaya koyan
kimselerdir.

İslâm dininde bid'at, Allah'ın ve Rasûlünün
teşri' buyurmadığı, farz veya müstehap türünden
olmayan, bunlarla ilgili olarak hiçbir şekilde emretmediği
şeylerdir. Ancak şer'î deliller ile bilinen hususlar ise,
Allah'ın göndermiş olduğu dinin kapsamı içerisindedir.
Bu konudaki bir kısım emirlere dair ilim adamlarının
farklı görüşleri durumu değiştirmez.

Bid'at ehline "hevâ ehli" adı
verilmesinin izahı ile ilgili olarak İmam Ebu İshak
İbrahim b. Musa eş-Şâtıbî (v. 791/1388)
şunları söylemektedir: "Ehl-i Bid'at şer'î delilleri
onlara ihtiyaç duyulan bir eda ve bu delilleri esas alan bir üslup ve
yaklaşım ile ele almadılar. Aksine hevalarım şer'î
delillerin önüne geçirdiler, kendi görüşlerine itimad edip güvendiler.
Hatta şer'î delilleri ise bu esaslara göre ele alınıp
değerlendirilecek bir mertebede gördüler" (el-İ'tisâm,
II, 176).

Hevâ ise insanın sevmek veya nefret etmekten
kaynaklanan eğilimleridir.

"Sünnet ve hadis ehli dışında bütün
fırkalar hadis imamlarından sahih olan bir görüş ile
ayrılmış değillerdir. Bununla birlikte bunların
İslâm dininden hak olan bazı şeylere de sahip
olmaları kaçınılmazdır. İşte bundan
dolayı şüphe sözkonusu olmuştur. Yoksa katıksız
bir bâtıl hakkında kimsenin şüphesi olmaz. Bundan dolayı
bid'at ehline "şüphe ehli" denilmiştir. Ayrıca
Onlar hakkında: "Onlar, hakkı batıla
karıştıranlardır" denilmektedir" (Minhacü's
Sünne, V, 167).

Dinde tefrikaya düşmek "bir tek
fırkayı" fırkalara dönüştürür. Onların
bu noktaya düşmelerinin sebebi ise hevâlarına
uymalarıdır. Dinden uzaklaşmalarıyla, hevaları da
bölük bölük olmuş ve sonunda
dağılmışlardır. Bu bakımdan yüce Allah
şöyle buyurmaktadır: "Dinlerini fırka fırka edip
gruplara ayrılan kimselerle senin hiçbir ilişkin yoktur" (el-En'âm,
6/ 1 59). Burada yüce Allah, Rasûlünü böyle kimselerden uzak tutmuştur.
Bunlar da bid'at ve dalâletlere gömülen Allah'ın ve Rasûlünün
izin vermediği hususlara dair söz söyleyen kimselerdir.

Kişiyi hevâ ehli arasına sokan bid'at ise sünneti
bilen ilim adamlarınca meşhur olan görüşe göre
Haricilerin, Rafızilerin, Kaderiyenin ve Mürcie'nin bidatleri gibi,
kitap ve sünnete aykırı düşen bid'attir. Allah Rasulü'nün
sünnetini bilen âlimlerce dinden oldukları zaruri olarak bilinen
hususlarda tartışmaya girişen bir kimse başkaları
bu konuda şüphe etse yahut nefyetse dahi- aslı konularda
muhalefet eden kimselerin bid'at sahibi olduğu hüküm üzerinde
İslâm'ın ileri gelen âlimleri arasında ittifak
vardır. Meselâ; sünnet âlimlerince mütevatir olarak kabul edilen
Rasûlullah (s.a.s)'ın şefâatine, havzına, kebâir ehlinin
ateşten çıkartılacağına dair hadisler ile yine
onlarca mütevâtir kabul edilen sıfat ve kadere dair hadisler Cenâb-ı
Allah'ın celâl ve azametine yakışır şekilde
arşı üzerinde olduğuna dair hadisler ve buna benzer, Rasûlullah'ın
sünnetlerini bilen ilim ehlinin ittifak ettikleri esaslar bu türdendir.
Hz. Peygamber (s.a.s)'den gelen ilmi bilen ilim adamlarının mütevâtir
kabul edilen şuf'aya dair hüküm, davalıya yemin ettirmek,
muhsan zâninin recm edilmesi, hırsızlıkta nisabın
muteber kabul edilmesi gibi hususlar bu türdendir. İşte bundan
dolayı İslâm'ın önde gelen âlimleri bu gibi aslı
meselelerde sünnet âlimlerine muhalefet edenlerin bid'atçi olacakları
üzerinde ittifak etmişlerdir.

Kişi, bid'at sahibi olan bir kimsenin bid'atini
bizzat görür veya işitirse yahut da o kişinin bu bid'ate sahip
olduğu yaygınlık kazanacak olursa bid'at ehlinden olmakla
nitelendirilir ve cerh edilir. Bu konuda görüş
ayrılığı yoktur. Bütün müslümanlar günümüzde de
geçmiş asırlardan bu yana da Ömer b. Abdülaziz, Hasan-ı
Basri vb. ilim ve din ehli ancak yaygınlık kazanması ile
bilinebilecek hususlar ile bid'at sahibini cerhetmişlerdir. Aynı
şekilde Haccac b. Yusuf ve Gaylan el-Kaderi ile benzeri zulüm ve
bid'at sahipleri hakkında haberlerin yaygınlık
kazanmasından başka bir şekilde bilinemeyecek durumlarda da
bid'at sahibi olduklarına şehâdet edilir. Bu konudaki delil ise
Enes b. Mâlik (r.a.)'ın yaptığı şu rivayettir:

"Bir seferinde Rasûlullah (s.a.s)'ın
yanından bir cenaze götürüldü. Yanında bulunanlar ondan
hayırla söz etti. Peygamber: 'Vacib oldu' dedi. Daha sonra bir başka
cenaze geçirildi. Ondan kötülükle söz edildi. Peygamber: 'Vacip oldu'
dedi yine. Bu sefer Ömer b. Hattab: 'Vacib olan nedir?' diye sorunca Hz.
Peygamber: "Siz daha önce geçen hakkında güzel konuştunuz,
iyilikle söz ettiniz o bakımdan cennet onun için vacip oldu.
Ötekinden kötülükle söz ettiniz, ona da cehennem vacip oldu. Sizler
Allah'ın yeryüzündeki şâhitlerisiniz. " (Buhârî,
Cenâiz, 86; Müslim, Cenâiz, 60).

Onun şahitliğinin veya velâyetinin
reddedilmesi için fâsık olduğunu ortaya koymak böyledir.
Şayet maksat onun kötülüğünden sakınmak için uyarmak
ise bundan daha da aşağı deliller ile yetinilir.

Bid'atin mahzurlarına ve hoşa gitmeyen
yanlarına dair söylenmiş sözlerin bir kısmını
İmam Şâtibî şöylece dile getirmektedir:

"Bid'at ile birlikte namaz, oruç, sadaka vb.
Allah'a yaklaştırıcı hiçbir ibadet kabul edilmez.
Bid'at sahibi ile birlikte oturup kalkan kimseden Allah'ın
koruması kalkar ve o kişi kendi haline bırakılır.
Bid'at sahibinin yanına giden ona saygı gösteren, İslâm'ın
yıkılmasına yardımcı olur. İslâm'ın
aslını bozacak davranış ve anlayışta olan
bid'at sahibi kimse lânetlik kabul edilir. Bid'at sahibinin ibadeti
kendisini Allah'tan uzaklaştırmaktan başka bir işe
yaramaz. Düşmanlığın ve
karşılıklı kinin kaynağı bid'at sahibidir.
Bid'at, Muhammed (s.a.s)'in şefâatine engeldir. Her bir bid'at bir
sünneti ortadan kaldırır, o bid'at gereğince amel
edenlerin günahı kadar da bid'atleri ortaya koyana da
yazılı!. Bid'at sahibine Allah gazab eder, onu zelil kılar.
Rasûlullah (s.a.s)'in havzından uzaklaştırılır.
Dinden çıkan kâfirler arasında sayılacağından
ve dünya hayatından ayrılırken, âkıbetinin kötü
olacağından, âhirette yüzünün kararacağından ve
cehennem ateşiyle azab göreceğinden korkulur. Allah Rasûlü,
bid'atçiden beri ve uzaktır. Müslümanlar da ondan uzaklaşmıştır.
Dünya hayatındaki fitneden başka ahiret azabının da
artacağından korkulur" (Şâtibî el-İ'tisâm, I,
106-107).

Bid'at sahibi kimselere uygulanacak ceza herhangi bir
şekilde artırılması veya eksiltilmesi sözkonusu
olmayacak şekilde tesbit edilmiş değildir. Bu konuda müctehidler
nass ile belirtilen bir takım bid'atler hakkındaki rivayetlerden
hareketle görüşlerine göre bazı hükümler ortaya koymuştur.
Meselâ Haricilerin, öldürüleceğine dair haberler ile Ömer b.
el-Hattâb (r.a)'ın Sâbi el-Irâkî hakkında söylediği
rivayet edilen sözler bunlardandır. Müctehidlerin bu konuda bazı
görüşleri vardır

Bid'at sahibi irşâd edilir, öğretilir ve görüşlerine
karşı deliller ortaya konulur. Onunla konuşulmaz, selâm
verilmez. Beldesinden sürgün edilir. Hallâc'ın öldürülmeden
önce senelerce hapse atıldığı gibi hapse
atılır. Sakınmalarını sağlamak
maksadıyla bid'atleri ilân edilir, yayılır. Onlarla
savaşılır. Tevbe etmeyecek olurlarsa öldürülür. Genel
olarak cerhedilir ve şehâdetleri rivayetleri herhangi bir
şekilde kabul edilmez bu konuda etraflı görüşler
vardır. Hastalandıkları takdirde ziyaretlerine gidilmez.
Cenazelerinde bulunulmaz. Ömer b. el-Hattâb'ın Sabiğ'i
vurduğu gibi vurulurlar.

Delil ile kâfir oldukları ortada olanların
tekfir edilmesi. Meselâ eğer bid'at, İbâhiyye gibi açık
bir küfrü gerektiriyorsa tekfir edilirler. Vahdeti vücûd, hulûl ve
ittihadı savunanlar da aynı gruba dahildir.

Buna göre bizzat bid'atin durumunun farklılığınâ
göre verilecek cezalar dâ farklılık arzeder. Bu konuda
bid'atin dinde fesat çıkartacak kadar büyük olması ile
olmamasına dikkat edilir. Bid'at sahibinin bunun açıkça ortaya
koyup o bid'at ile tanınacak durumda olmasıyla olmaması,
bid'atçinin propagandasını yapmasıyla yapmaması, açıktan
açığa onu kabul edip uyması ile uymaması bu konuda
insanlara karşı ayaklanmasıyla ayaklanmaması, bid'ât
ile bilmediğinden dolayı amel edip etmemesi durumları
nazarı itibara alınır.

Bid'at ehlinin kullandıkları deliller ile
bid'atlerin ortaya çıkış şekillerini şöyle
özetlemek mümkündür:

1. Senedi oldukça zayıf ve Rasûlullah'a yalandan
uydurulan hâdislere güvenmeleri ve bunları delil almaları: Hz.
Peygamber (s.a.s)'ın cübbesi omuzlarından düşünceye
kadar sema edip harekete gelmesini delil göstermeleri buna misaldir.

2. Maksat ve mezheplerin uygun olmayan şekilde vârid
olmuş olan hadisleri reddedip bunların akla uygun
olmadığını ileri sürmeleri, kabir azabını
inkâr edenler gibi.

3. Allah ve Rasûlünden gelen buyrukları anlamak
için gerekli olan Arap dili ilmine sahip olmamakla birlikte Arapça olan
Kur'ân ve Sünnet hakkında zan ve tahminlere dayanarak söz
söylemeleri ve böylelikle kendi anlayış ve kanaatlerini
şerîatın önüne geçerek geçmiş ve ilimde derinlik
sahibi olan "Râsihûn"a muhalefet etmeleri.

4. Açık nasları bir kenara bırakarak
muhkem nassların ışığında ele
alınması gereken müteşabih naslara tâbi olmaları ve
muhkem olanları da kalplerindeki eğrilik sebebiyle tevile
kalkışmaları. Meselâ taklid edici lâfızları
tetkik etmeden mutlak lâfızları delil almak. Tahsis edici lâfızları
var mı yok mu düşünmeksizin umûmî lâfızları kabul
etmek gibi. Sahih hadislerin Kur'ân-ı Kerîm ile çelişki
teşkil ettiğini veya bu hadislerde çelişki olduğunu,
akla aykırı olduğunu söylemeleri bid'atlere düşmelerinin
sebepleri arasındadır

5. Delilleri yerli yerince kullanmamak. Meselâ delilin
herhangi bir illet sebebiyle bir hüküm hakkında vârid olmasına
rağmen onların bu delili o hüküm hakkında
değilmiş gibi ele almaları ve bu hükmün illetinden uzaklaştırarak
her iki illetin de bir olduğu vehmini vermek suretiyle başka bir
hükme tahvil etmeleri.

6. Bid'at ehlinden bazı grupların şer'î
açık hükümleri aklın kabul edemeyeceği şekilde
tevil edip asıl maksat ve muradın bu olduğunu ileri sürmeleridir
ve Arap dilinden anlaşılan manânın kasdedilmediğini söylemeleridir.
Bu tür şeyleri ise ancak geneliyle, özeliyle şerîatı
iptal etmek isteyenler yaparlar. Bunlar ise Bâtınî fırkalarından
İsmailiye ve Nusayriye ile hulûl görüşlerini kabul edenlerdir.

7. İmam ve şeyhlerin ta'ziminde
aşırıya giderek onları hak etmedikleri makam ve
mevkilere çıkartmak. Meselâ filân kişinin Allah'ın en büyük
velisi olduğunu ileri sürmeleri, yahut bunların fazilet
itibariyle Peygamberle (s.a.s) eşit olduğu, ancak onlara vahiy
gelmediğini aradaki tek farkın bu olduğunu ileri sürmeleri,
hattâ bazı hurafecilerin şeyhin kimi zaman bizzat tanrı
olduğunu söylemeleri bu türdendir. Meselâ Hallâc'ın
mensupları onun hakkında bu tür iddialarda bulunmuşlardır.
Bazı Şiî grupların imamları masum kabul etmeleri, sûfilerin
şeyhleri hakkındaki görüşleri bu türdendir.

8. Âlim ve şeyhleri körü körüne taklit etmek
ve bu konuda yine kör bir taassub ile onlara bağlanmak.
Bunların ileri sürdükleri en büyük delil ise şudur:
"Biz, filan salih adamı gördük de, o da bize şunu
yapmayın bunu yapın dedi." Hattâ kimileri: "Ben
rüyamda peygamberi gördüm, bana şöyle dedi, şunu
emretti" diye söyleyip buna dayanarak amel etmesi ve bazı
şeyleri terketmesi. Bunu yaparken de şeriatla bulunan
sınırlardan yüz çevirir. Bu ise apaçık bir
sapıklıktır.

9. Bid'at sebeplerinin en büyüğü olan sünneti
iptal etmek: bid'atin başlangıcı zan ve hevâ ile sünneti
eleştirmeye kalkışmaktır. Zu'l-Huveysira'nın
birtakım ganimetleri dağıttığı esnada
Peygamber (s.a.s)'in sünnetini tenkid ve ta'n ederek: "Allah'a yemin
ederim bu paylaştırmada adalet gözetilmedi ve Allah'ın
rızası nerededir de bulunmak istenmedi." (Buhâri, Humûs
19; Müslim, Zekât 140) sözünü söylemesi de bu türdendir. Yine
İblîs kendi görüş ve havâsını esas alarak
Rabbi'nin emrine karşı çıkıp tenkid etmiştir.
Halbuki aslolan sünneti seniyeye tâbi ve teslim olmaktır. Allah'tan
gelmiş olan risâlete uymak ve ona teslim olmak işte budur.

10. Sünneti, yani şeriâtı ve
maksadlarını bilmemek. Şeriatın gösterdiği yolu
bilmeyen kimse onun yerine bid'atçilerin yolunu izler.

I I . Ashâb-ı kirâmı ve onlara tâbi olan
selef-i sâlihin'i izlemeyi terketmek. İmam Ahmed b. Hanbel der ki:
"Bize göre sünnetin esası Hz. Peygamber (s.a.s)'ın
ashabının izlediği yola sıkı sıkıya
yapışmak demektir."

12. Zındıklık ve ilhad. Büyük bid'atin
pek çoğunun menşei Râfizîlik bid'ati gibi ilahı
sıfatları reddetmek ve bâtıl tasavvufa meyletmek gibi
zındıklar olmuştur. Velev ki bu bid'atler imân ve İslâm'a
bağlı fakat şerîatı bilmediği için ve hevâsına
bir dereceye kadar tâbi olduğu için iman ve İslam'a tâbi
kimselere intikal etmiş olsun.

13. Can ve mallar üzerinde egemen olan yöneticilerin
şerîatı Muhammediye'den sapıp uzaklaşmaları.
Nitekim Ahmesli bir kadının: "Cahiliyyeden sonra yüce
Allah'ın bize göndermiş olduğu bu doğru yol üzerinde
biz ne kadar süre kalmaya devam edeceğiz?" şeklindeki
sorusuna Hz. Ebu Bekir: "Sizin yöneticileriniz şeriat üzerinde
dosdoğru oldukları sürece" diye cevap vermiştir (Buhâri,
Menâkibu'l Ensâr, 26). Ebûbekir es-Sıddık (r.a)'ın bu sözleri
söylemesinin sebebi şudur: Yöneticiler dosdoğru oldukları
sürece insanlar da dosdoğru olurlar. Hz. Ali (r.a)'ın
halifeliğinin son dönemlerinde bid'atler zuhur etmeye başlamıştır
ki, bu da Haricilik ve Rafızilik bid'atidir. Bu bid'atler ise imâmet,
hilâfet ve buna bağlı diğer İslâmî hükümlerle
ilgilidir.

Şunu söyleyebiliriz: İlim ehlinin doğru
kabul edilen görüşlerine göre bid'at ehli gruplarını
sayı olarak tam olarak tesbit etmek imkânsızdır. Ancak
bunların en ünlüleri şöyledir:

1. Hâricîler: Bunlar, İmam Ali (r.a)'a
karşı çıkan ve ayaklananlardır. Bunların
ayaklanmaları Irak'ta başlamıştır. Bid'atleri
ise, müslüman olup büyük günah işleyenlerin kâfir olduğunu
söylemek ve ashabı kiramı tân etmek şeklinde ortaya çıktılar.
Daha sonra pek çok bid'atleri ilave ettiler ve yirmiden fazla fırkaya
bölündüler. (Ayrıca bk. Hariciler, Hariciye mezhebi).

2. Râfîzîler: Bunların bid'atleri ise Hz.
Peygamber (s.a.s)'ın Hz. Ali'nin hilafetini nâss ile tayin ettiğini,
Hz. Ebu Bekir (r.a)'ın ve Hz. Ömer'in Allah'ın Rasulünün
emrine muhalefet ettiklerini ileri sürmeleridir. Daha sonraları
bunlardan Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman'ı ve başka
ashabı yoluyla rivâyet edilmiş hadisleri de reddederler, Kurân-ı
Kerim'in manâlarına aykırı görüşler serdederler,
yalan söylemeyi helâl kabul ederler.

3. Kaderiye: Bunlar da Allah'ın kadım ilmini
kabul etmezler. Bunlar, Kaderiyye'nin gulâtı (aşırı)
olanlarıdır. Avâmı ise Allah'ın kadim ilmini kabul
etmekle birlikte, kulların fiilleri Allah tarafından
yaratılmış değildir derler. Ashâb döneminin sonlarında
İbn Abbas ile Câbir b. Abdullah'ın hayatta olduğu
sırada Basra'da ortaya çıkmışlardır.

4. Cehmiyye: Cehm b. Safvân'a uyan kimselerdir. Bunlar
yüce Allah'ın sıfatlarını te'villere saparak
nefyederler. Şanı yüce Allah'ın arsının üzerine
yükseldiğini kabul etmezler. Onun konuşmasını, her
gece dünya semasına nüzulünü vb. diğer
sıfatlarını ederler. Bu görüşler kısmen veya
tamamen Kuran ve Sünnetin neye delalet ettiğini bilmemekten
dolayı, sünnet ehline mensup bazı kimselere de geçmiş
bulunmaktadır. Cehmiyye II. asrın başlarında
Horasan'da ortaya çıkmıştır, imamların pek çoğu
onların küfrüne hükmetmiştir.

5. Mutezile: Bunlar da Allah'ın
sıfatını kabul etmezler, büyük günah işleyenleri
ebediyyen cehennemde kabul ederler. Hz. Peygamber (s.a.s)'ın şefâatini
inkâr eder, Allah'ın mahlûkatı üzerinde yükselmesini kabul
etmezler. Bunlar da Hasan-ı Basrî'nin vefatından sonra Basra'da
ortaya çıkmışlardır.

6. Mutasavvıflar: Bid'at olarak ortaya çıkmış
ve ibadet şekline girmiş çeşitli
davranışları dinden ve dinin bir emri olarak kabul eden ve
şeyhler hakkında aşırılığa giden
kimselerdir. Bazıları yüce Allah'ın şeyhe hûlul ettiğini
söyleyecek kadar sapıklığa varırlar. Onların pek
çoğu da vahdet-i vücûda, hulul ve ittihada, yani hâlikin mahluk
ile birleşmesine inanırlar. Bu. icmâ ile küfürdür. Onlar ayrıca,
nassların te'vilinde Batınilerin yollarını izler.
Kanaatlerine göre bu gibi şeyler ise arifbillahın
bilebileceği şeylerdir. Bu taife yalan ve iftira olarak ehli sünnete
nisbet edilen taifelerin en kötü olanlarıdır. Hasan-ı
Basri'nin vefatından sonra Basra'da ortaya çıkmışlardır.

7. Mezhebî taassub bid'ati: Bu, zaman itibariyle yukarıdakilerden
daha sonra ortaya çıkmıştır. Böyle bir bid'at dört
imamın vefatından bir süre sonra görülmeye başlandı.
Bu gibi bid'atçiler dilleriyle imamların masum olduğunu kabul
etmemekle birlikte vakıada böyle bir masumiyeti kabul ederler.
Meselâ, bu bid'ate sahip bir kimse: İmam herhangi bir hadisi
bilmeyebilir veya imamların hata edebileceği doğrudur ancak
bizim imamımızın hata ettiği sabit
olmamıştır derler. Hatta müteahhirlerden birisi şöyle
der: Bizim mezhebimize aykırı olan her bir hadis ya te'vil yahut
mensuhtur. Ancak ilim ehli bilirler ki bu bir bid'at ve bir dalalettir.

Müslüman olan her kişinin görevi, Kur'ân ve
sahîh Nebevî sünnete tâbi olmak, Peygamber (s.a.s)'in ve ashabının
izlediği yolu izlemektir. Asıl Fırka-i Naciye onların
izlediği ve onların izinden gidenlerin gittiği yoldur.

Muhammed EYMEN


Konular