Şamil | Kategoriler | Konular

Ebu yusuf

EBU YÛSUF

(113/731-183/798)

Hanefî mezhebinin imamı Ebû Hanife'den sonra
gelen büyük Hanefi fâkihi .

Adı Ya'kub b. İbrahim el-Ensârî'dir. Irak
bölgesinin fâkihi kabul edilen Ya'kub 113/731 yılında Kûfe'de
doğdu. Yûsuf adlı bir oğlu bulunduğu için Ebû
Yûsuf (Yûsuf'un babası) lakabıyla meşhur oldu. Ailesi
fakirdi ve Ebû Hanife'nin yardımıyla ilim tahsiline
başladı.

Atâ b. es-Sâib, Muhammed b. İshâk b. Yesâr ve
Leys b. Sa'd gibi büyük hadisçilerden hadis okudu ve "hadis hafızı''
oldu. Ebû İshâk eş-Şeybânî, Süleyman et-Temimî, Yahya
b. Said el-A'meş gibi fâkihlerden ders dinledi. İbn Ebî
Levlâ'nın önemli fıkhı problemlerde İmâm-ı
Azam'ın ictihadlarına başvurduğunu görünce, ondan
ayrılarak Ebû Hanife'nin derslerine devam etmeye başladı.
Onun usûlünü benimseyerek "mutlak müçtehid" pâyesine ulaştı.
Ebû Hanife onun için şöyle demiştir: "Hem baş
kadılığa hem fetvâ makâmına lâyık iki talebem
vardır. Bunlar Ebû Yûsuf ile Züfer'dir" (ibn Bezzâzı,
Menâkıbu'l-imâmi'l-Âzam, II, 125). Ebû Hanife'nin derslerine
onaltı yıl devam eden Ebû Yûsuf, bu arada Kûfe'ye gelen
ünlü tarihçi Muhammed b. İshâk'tan İslâm Tarihi (Meğazî)
okudu. Ebû Hanife'nin 150/767 yılında vefâtı üzerine Bağdad'a
geldi. Halife Mehdî tarafından kadı tâyin edildi. Hâdi ve
Harun er-Reşid devirlerinde de kadılık yaparak ilk defa
"Kâdi Kudât (Kadılar kadısı-Baş kadı)"
ünvânını aldı. Onaltı yıl kadılıktan
sonra, 183/798 yılında vefâtı üzerine yerine oğlu Yûsuf
kadı tâyin edildi (ez-Zehebî, Tezkiretü'l-Huffâz, Haydarabâd
1957, 1/292; İbn el-İmâd, Şezerâtü'z-Zeheb, 1/298, 300,
321; İbnü'n-Nedîm, el-Fihrist, s.295).

Ebû Yûsuf güçlü hukuk mantığı ve
ince zekâsıyla kendisine gelen fıkıh problemlerini
rahatlıkla çözüyordu. Bir gün Harun er-Reşîd, "Bu gece
ülkemde yatarsam benden üç talak ile boş ol" diyerek
hanımı Zübeyde'yi boşadı. Fakat sonradan pişman
olarak âlimlerden fetvâ istedi. Ebû Yûsuf Kur'ân'daki bir âyete
dayanarak "Câmilerde yat, çünkü câmiler senin değil
Allah'ındır" dedi (el-Cin, 72/18).

Taberî, Ebû Yûsuf'un re'ye fazla başvurması,
Sultan'a yakınlığı, kadılık yaparken yöneticileri
memnun etmek için çalıştığından dolayı
bazı ulemânın ona karşı hadis rivâyetinde çekingen
davrandığını söylemektedir (İbn Abdilberr,
el-İntikâ, s.173). Ebû Yûsuf ikinci fukahâ tabakasından
sayılmıştır. İmam, örf âdet ve toplumsal
şartların değişmesi sebebiyle, nassların hayâttâki
bütün ayrıntıları kapsamadığını,
dolayısıyla zaman, zemin örf ve âdet ortamının
değişmesiyle hüküm ve ictihadların da
değişebileceğini savunmuştur. Bu bakımdan
nassların teşrî hikmetini âdet ve toplumsal
şartların, sosyal değişmenin yönünü iyi değerlendirerek,
yeni olaylar karşısında nassların ruhunâ uygun
fetvâlar vermiştir. Böylelikle o, nassların hükmünü
hâdiselere uygulamış ve yeni olaylar karşısında
dinî teşrîden ayrılmadan meselelere ictihadla çare bulmuştur.
Bazı fakîhler Rasûlullah'ın hadisinin lâfzına
bağlanarak, buğday, arpa, hurma ve tuzun birbiriyle her zaman
ölçülerek satılacağını, aralarındaki
eşitliğin tartı ile değil, ölçü ile tesbit edileceğini
ileri sürmüşlerdir (İbn Âbidin, Neşru'l-Âf fî binâi
Ba'zi'l-Ahkâm ala'l-Urf, Mecmûatü'r-Resâil içinde, II, 125). Halbuki
İmam Ebû Yusuf alış-verişte artık teâmül
haline gelen altınlar arasındaki eşitliğin ölçü ile,
buğdaylar arasında da tartı ile tesbit edileceğine
dair hüküm vermiştir (İbn Âbidin, a.g.e., 118). O bu ictihadı
ile nassa muhâlefet etmemiş, zikredilen hadisin vürûdu zamanında
bahis konusu ölçü ve tartı meselesinin o günkü
şartların ürünü olduğunu bu yüzden de hükmün o
şartlara göre konulduğunu söylemiştir. Sonraki
yıllarda tartı ile satılan şeyler eğer o zamanki
ticârî ortamda da cârî olsaydı, hüküm de ona göre olacaktı.
İbn Âbidin (v. 1252/ 1836) altın ve gümüş paranın
ondokuzuncu yüzyılda artık tartı ve ölçü ile değil,
sayılarak mübâdele edildiğini belirtmiş ve Ebû Yûsuf'un
büyük bir ribâ kapısını kapatmış olduğunu
söylemiştir (İbn Abidin, a.g.e., 1 18). Fıkhı hükümlerin
çoğu nassların açık dalâletinden değil, kapalı
delâletinden istinbat veya kıyas yoluyla elde edilmiştir.
İctihad işte burada sözkonusu olmakta ve müctehidler, yaşadıkları
ülke ve zamanın icaplarını gözönünde bulundurarak katı
ve donuk nasslaştırma yoluna gitmemişler, böylelikle
kolaylığı güçleştirmemek suretiyle de din ile
hayatın arasının kopmasına mani olmuşlardır.
Ebû Yûsuf bu alanda üstadı Ebû Hanife'yi de geçmiş, hattâ
çoğu meselede ona muhâlefet etmiştir ve kendi zamanında
ortaya çıkan örf ve âdet hukukuna uygun olarak kendisi ictihad
yoluna gitmiştir. Meselâ Ebû Hanife zamanında toplumda ahlâk
bozukluğu yoktu ve İmam bu nedenle açık adaleti öngörmüştü.
Halbuki Ebû Yûsuf zamanında ahlâk bozulduğundan o da Ebû
Hanife'nin fetvasıyla değil, kendi ictihadıyla amel
etmiştir. Yine, Hz. Ömer'in Hayber'den hissesine düşen
arazisini vakfetmesiyle ilgili rivâyetini öğrenen Ebû Yûsuf, vakıfların
satılmasının câiz olduğu görüşünü savunan
üstâdı Ebû Hanife'nin görüşüne karşı şöyle
demiştir: "Bu, (Hz. Ömer'in icraatı) muhâlefet edilmesi
mümkün olmayan bir husustur. Eğer Ebû Hanife bunu duymuş
olsaydı onu kabul eder ve ona muhalif bir görüşü ileri
sürmezdi." İşte bu büyük imamlar, böylesine geniş
bir istinbat özgürlüğünü geliştirmişler, üstelik katı
bir mezhep taassubunu da savunmadan ve aynı mezhep içerisinde veya
farklı mezheplerde de olsalar daima birbirleriyle görüş ve rey
alışverişinde bulunarak ümmetin sorunlarını
gidermeye çalışmışlardır. Hanefi mezhebinde
yakın zamanlara kadar, hattâ günümüzde de fetvâların çoğu,
Ebû Hanife'den ziyade Ebû Yûsuf ile İmam Muhammed'in görüşünce
verilmektedir. Çünkü büyük imamın mezhebini tedvin eden bu iki
talebesidir ve birçok görüş ve ictihadını
geliştiren de yine onlardır.

"Müslüman nerede bulunursa bulunsun İslâm
hükümlerine bağlıdır." diyerek hocasına muhâlif
kalan Ebû Yûsuf'tur. O bu görüşüyle hükümlerin
şahsiliği ilkesini kabul etmiştir. Yani bir hüküm yalnız
İslâm ülkesinde değil, her yerde yaşayan müslümanlara
tatbik olunacaktır. Bir İslâm ülkesinin harp ülkesi haline
gelmesi için orada küfür ahkâmının uygulanması
yeterlidir diyerek hocasına muhâlif kalan yine Ebû Yûsuf'tur... Bu
genişlik ve kolaylık, bu ihtilâfın rahmeti sünnettir,
izlenen usul de sünnetten alınmıştır.

İmam Ebû Yûsuf ictihadlarında hadîse önem
vermekle birlikte, daha çok re'ye bağlı idi. Hakkında nass
bulunmayan meselelerde sahâbe'nin sonra da Ebû Hanife'nin içtihadlarına
başvurur, eğer bunlarda bir çözüm bulamazsa, kendi re'yi ve kıyası
ile hareket ederdi. Hanefi fıkhı, Ebû Yûsuf sayesinde yaygınlaşmıştır.
Çünkü o, kadılık görevini üstlenmekle Hanefi mezhebinin
bizzat uygulanmasını sağlamıştır.
Kadılığı sırasında halkın çözülmesi
gereken problemleri ile karşı karşıya gelmiş,
bunları çözme yollarını
araştırmıştır. Bu yüzden onun istihsanları
ve kıyasları bizzat hayattan alınmıştır.
A'meş ve İmam Mâlik'ten hadis öğrendi. Yahya b. Mâin
ondan hadis rivâyet etti. Hanefi fıkıh usûlüne ait ilk eseri
o yazdı (Osman Keskioğlu, Fıkıh Târihi, Ankara 1980,
82-86).

Ebû Yûsuf'un bilinen eserleri şunlardır:
İhtilâfü'l-Emsâr, Edebü'l-Kâdı alâ Mezhebi Ebî Hanife,
E'mâlı Fi'l Fıkh, Kitâbü'l-Büyû', Kitâbü'l-Cevâmî,
Kitâbü'l-Hudûd, Kitâbü'l-Harâc, Kitâbü'r-Red alâ Mâlik b. Enes,
Kitâbü'z-Zekât, Kitâbü's-Salât, Kitâbü's-Sıyâm,
Kitâbü's-Sayd ve'z-Zebâih, Kitâbü'l-Gasb, Kitâbü'l-Fevâiz,
Kitâbü'l- Vesâyâ, Kitâbü'l-Vekâle, el-Asl, Kitâbü'r-Red alâ
Siyeri'l-Evzâî, İmlâ.

İmam Ebû Yûsuf'un hocaları arasında,
Ebî Leylâ, Ebû Hanife, Mâlik b. Enes, Süfyân b. Uyeyne, İsmail
b. Uleyye, İbn-Cureyc, Hasan b. Dinar, Hanzala b. Ebû Süfyân, Hişâm
b. Urve, Ebû İshâk eş-Şeybânı, Süleyman et-Temîmi
en meşhurlarıdır (ö.Nasuhi Bilmen, Istılâhât-ı
Fıkhıyye Kâmusu, I, 392). Ebû Yûsuf'un Kitâbu'l Harac'ı,
Muidzâde (H. 982) ve Rodosluzâde Muhammed (1113/1701) tarafından Türkçe'ye
tercüme edilmiş, Ali Özek tarafından da yeni Türkçe'ye
çevrilmiştir (1970). Eserin Fransızca tercümesi 1921'de,
İngilizce tercümesi de 1958'de basılmıştır.
Kitabın 1896'da basılan bir edisyon-kritiği de vardır.
Ebû Yûsuf'un yazdığı ve İmam Muhammed'in
tertiplediği "el-Mebsut", Hanefi fıkhının
başta gelen kaynaklarındandır. Kitabın çeşitli bölümleri
ayrı ayrı yazıldıktan sonra biraraya
getirilmiştir. El-Câmiu's-Sağir (hâşiye) de bin beşyüz
küsûr fetvayı kapsar. Eskiden kadıların bu kitabı
ezbere bilmeden tâyin edilmedikleri söylenmiştir. el-Cüzcânî'nin
düzelttiği el-Mebsut bugün için de en iyi başvuru
kaynağı sayılmaktadır. İslâmî toprak hukukunda
Ebû Yûsuf'un tesiri görülmektedir. Metruk arazinin ikta olarak
verilmesi sisteminin asr-ı saâdette uygulandığını
belirten, Hz. Peygamber'in toprakları çeşitli kimselere
verdiğini, halifelerin de gayrimüslimlere İslâm'ı
sevdirmek ve boş kalan toprakları ektirmek için aynı
siyaseti devam ettirdiklerini söyleyen Ebû Yûsuf, Hz. Peygamber'den
şu hadisle sonuca varmıştır: "Metruk arazı,
Allah'a ve Peygambere sonra da size aittir. Bir kimse sonradan
bunları ihyâ ederse bu onun malı olur, fakat onu ekmeden üç yıl
bırakan kimse bu hakkını kaybeder" (Ebû Yûsuf,
Kitâbu'l-Haraç, 66 vd.).

Halife Harun er-Reşid için yazdığı
bu kitabında Ebû Yûsuf devletin maliyesi ve gelir kaynaklarını
tafsilatıyla yâzmıştır.

Fıkıh bâblarına göre tertiplediği
Kitâbu'l-Asâr'ı ise, Ebû Hanife'nin müsnedidir. Ebû Hanife'nin
rivâyet ettiği hadislerle, hükümlerinde dayandığı
hadisler, hadis şartlarını, Tâbiînin Kûfe ve Irak
fukahâsından seçilmiş fetvâları bu kitapta bulmak mümkündür.

"İhtilâfu Ebu Hanife ve İbn Leylâ"
adlı kitabında da, bu iki imamın ihtilâf ettikleri
meseleleri ele almıştır. Kitabı İmam Muhammed rivâyet
etmiştir. Bu kitap İmam Muhammed'in eseri
sayılmıştır. Kitap o çağdaki imamların
ihtilâfını nakletmesi bakımından değerlidir .

Harb ahkâmı, emân verme, mütâreke, ganimet
ahkâmı konularında Ebû Hanife'ye muhâlefet eden Evzaî'ye karşı
yazdığı "Kitâbu'l-Red alâ Siyer-i Evzâî" adlı
kitabında Evzâî'nin görüşlerini reddetmektedir. Kitap
aynı zamanda hadis ehli ile rey ehli arasındaki ihtilâfları
da ihtiva etmektedir.

Şâmil İA


Konular