Şamil | Kategoriler | Konular

Duha suresı

DUHA SÛRESİ

Kur'ân-ı Kerim'in doksanüçüncü sûresi. Onbir
âyet, kırk kelime, yüzyetmiş iki harften müteşekkildir.
Fasılası, se', râ', elif harfleridir. Sûre, ismini ilk
âyetindeki "Duhâ" kelimesinden almıştır.

Sûrenin muhtevasından, Mekke dönemi başlarında
nazil olduğu açıkça anlaşılmaktadır.

Rivâyetler; Rasûlullah (s.a.s.)'e,gelen vahyin bir
müddet kesildiğini, Cibrîl (a.s.)'in bu süre zarfında görünmediğini,
bunun üzerine müşriklerden bazılarının, "Rabbi
Muhammed'e küstü, O'nu terk etti" iddiasında
bulunduklarını, bazılarının ise -vahyin
şeytandan geldiğine inandıklarından; "Şeytanı
onu terk etti" dediklerini naklederler (el-Vâhidî, "Esbâbü'n-Nüzûl
", Sûretu ve'd-Duhâ; Buharî, Kitâbü't-Tefsîr, Sûretu
ve'd-Duhâ)

Teblîğ görevine başladığından
beri müşriklerin sert tepkileriyle karşılaşan Rasûlullah,
bu defa onların alaylarına muhatap oluyordu. Haliyle bu durum
onu çok üzüyor, âdetâ dünyayı kendisine zindan ediyordu. Ancak,
O bir peygamberdi ve her ne pahasına olursa olsun görevini eksiksiz
yerine getirmesi gerekiyordu. Onun en büyük yardımcısı ve
koruyucusu da hiç şüphesiz Rabbi idi. Rabbinden kendisine gelen
vahiy, ona bir taraftan bu meşakkatli yolda nasıl hareket etmesi
gerektiğini bildiriyor, diğer yandan güç ve huzur veriyordu.
Vahiy onun için, âdetâ uzun bir yola çıkmış yolcunun
hem azığı hem de can yoldaşı durumundaydı.
Vahyin kesilmesi onu bu azıktan ve kendisiyle teselli olacak dosttan
mahrum bırakmıştı.

Peygamber (s.a.s.)'e huzur ve güven veren, içine düştüğü
sıkıntıyı gideren bu sûre, işte böyle bir
zamanda nazil oldu. Bu sebepledir ki, asıl konuyu, Rasûlullah'ı
teselli etmek ve bundan sonraki mücadelelerinde, karşılaşabileceği
her türlü engelin üstesinden gelebilmesi için ona manevî güç kazandırmak
teşkil eder.

Sûre şöyle başlıyor:

"Andolsun kuşluk vaktine! Sükuna vardığında
geceye (ki), Rabbın seni ne terk etti ne de darıldı."
(1-3)

Yüce Rabbimiz, kuşluk vaktine ve sükûna vardığı
zaman geceye yemin ederek başlıyor. Böylece bu iki ânın
önemine dikkatleri çekiyor. Kâinat hadiseleriyle rûhî duyguları
birbirine bağlıyor. Âdetâ Rasûlüne, sûrenin başından
itibaren çevresini dost varlıklarla doldurduğunu imâ ediyor,
yalnız başına ve kimsesiz olmadığını
hatırlatıyor. Peygamberi üzmek, onu ye'se düşürmek ve
savunduğu davadan vazgeçirmek için müşriklerin:

"Rabbi O'nu terketti." demelerine cevap
olarak; " Rabbin seni ne terketti ne de darıldı" (3)
buyurmaktadır.

Onların iddia ettikleri gibi Rabbin seni asla terk
etmez. Sen onun sevgili kulu ve Rasûlüsün, sen yüce bir dâvânın
tebliğcisisin, sen onun tarafından yetiştirilip
korunmaktasın, nasıl terk etsin seni? "Âhiret elbette
senin için dünyadan daha hayırlıdır. " (4)

Rabbin, sana bu dünyada da verecek. Ancak senin için
öbür dünyada, bu dünyadakilerden daha güzel, çok daha mükemmel
mükâfatlar hazırlamıştır:

"Şüphesiz Rabbin sana verecek ve sen hoşnut
olacaksın. " (5)

Rabbin, senin için, hoşlanacağın
herşeyi hazırlamıştır. Bu dünyada davanı
başarıya ulaştıracak, yolundaki engelleri
kaldıracak, savunduğun düzeni galip getirecek, seni ve davanı
üstün kılacaktır. Bundan hiç şüphen olmasın.
Nitekim:

"O, seni öksüzken barındırmadı
mı? Sen bilmezken doğru yola eriştirmedi mi? Fakirken
zenginleştirmedi mi?" (6-8)

Evet, Cenâb-ı Allah, sevgili Peygamberine, geçmişine
şöyle bir bakmasını tavsiye ediyor. Kimsesiz iken onu
korumuş, şaşkın bir durumdayken hidâyete erdirmiş
ve fakir iken sonsuz ihsanı ile onu herkesten zengin
kılmıştır. Henüz küçücük bir yavru iken de,
annesini kaybederek hem ana hem de babadan yetim ve öksüz kalan sevgili
Peygamberini korumuş, sapık bir cahiliyye ortamında
yetiştiği halde onu şirkten korumuştur. Ne şirk
pisliğine bulaştırmış, ne de muharref dinlerden
yahudilik ve Hıristiyanlığa meyletmesine müsaade etmiştir.

Peygamberlik görevini yaparken, kendisini engellemek
isteyen müşriklere karşı, amcası Ebu Tâlib'i
kendisine yardımcı kılmış, mal
bakımından fakir olmasına rağmen gönülce zenginlerin
en zengini yapmıştır.

Sûrenin buraya kadar olan kısmı, müşriklerin,
"Rabbi Muhammed'e küstü, O'nu terketti" gibi iftiralarına
bir cevap ve vahyin yalnızca Allah'tan olduğunu beyan eder
mahiyettedir. Ayrıca sevgili Rasûlü'ne ihsan ettiği nimetleri
de hatırlatmakta, buna bir şükran olarak kendisinden nasıl
davranması lazım geliyorsa öylece davranmasını
istemektedir:

"O halde yetime zulm etme. Dilenciyi de azarlama.
Sadece Rabbinin nimetini (hatırla ve) anlat. " (9-11)

Rabbi onu yetimken koruduğunu, kararsız iken
onu hidâyete erdirdiğini, fakir iken zenginleştirdiğini
belirtmişken, hem kendisini hem de peşinden giden ümmetini, her
yetimi korumaya, her muhtaca destek olmaya ve Allah'ın üzerlerindeki
nimetini hatırlamaya yöneltiyor.

Yetime zulmetmekten nehyettiği gibi, ikram
edilmesini de emrediyor. İkram ederken, ona verirken de gönlünü kırmadan,
horlamadan, haysiyetini zedelemeden vermeyi emrediyor.

Halit ERBOĞA


Konular