Şamil | Kategoriler | Konular

Davet

DAVET

İslâm dininin esaslarını anlatarak

insanların onu benimsemelerini ve dinin
koyduğu esaslara göre yaşamalarını sağlama
cabası.

Lügatte davet kelimesi, De'ave fiilinden masdar olup
çağırmak, nidâ etmek, sevketmek, dua veya bedduada bulunmak;
birisini yemek ve ziyafete çağırmak manalarına gelmektedir.
Bir isim olarak da kullanılan davet lâfzı, lügat itibariyle
herhangi bir çağrıya işaret eder. İslâm
ıstılahında ise davet tabiri ile, sadece İslâm'a yapılan
çağrı kasdedilmektedir.

İslâm'a davet, İslâm'ın ele
aldığı bütün konularda geçerlidir. Dünya işlerinde
de, âhiret işlerinde de İslâm'ın getirdiği
esasların tüm beşeriyete intikal ettirilmesi, davetin
kapsamına girmektedir. Bu bakımdan İslâm davetinin geniş
bir tatbikat alanı ve geniş bir muhatap kitlesi vardır.
Davetin yapılacağı bu kitle, sadece müslüman olmayan
kimselerden ibaret değildir. Kâfirlerin yanısıra, münâfıklar
ve müslümanlar da kendilerine İslâm davetinin sunulacağı
muhatap zümreyi oluştururlar; yani kısa ifadesiyle tüm bir beşeriyet,
davet faaliyeti ile karşı karşıyadır. Her ne
kadar bazı araştırıcılar davet kelimesinden,
sadece müslüman olmayanları müslüman olmaya çağırma
işini anlamakta ve o şahsın zâhiren müslüman olması
veya "müslüman oldum" demesi ile davet faaliyetinin tamam olduğunu
zannetmekte; müslüman olan kişiye İslâm'ın
anlatılması işini, tebliğ, vaz, irşâd gibi
kelimelerle karşılamakta iseler de, bu ayrım doğru
değildir. Çünkü Kur'ân-ı Kerim'de davet, tebliğ, inzâr,
vaz, nasihat, emr bi'l ma'rûf (iyiliği emretmek), nehy ani'l-münker
(kötülükten sakındırmak) gibi tabirler birbiri yerine
kullanılmıştır. Meselâ: "Ey Peygamber! Rabbinden
sana indirileni tebliğ et. " (el-Mâide, 5/67) âyetinde Hz.
Peygamber'den yapması. istenen tebliğ, hem müslümanlara, hem
de gayr-i müslimlere Kur'ân hakikatlarının
anlatılmasıdır, yâni davettir. "Rabbinin yoluna davet
et. " (en-Nahl, 16/125) âyetinde davetin kimlere yönelik olarak yapılacağı
açıkça zikredilmemiştir. Bilindiği gibi Kur'ân-ı
Kerîm, tek bir zümreyi hidayete çağırmak için değil, bütün
insanları saâdete erdirmek üzere gönderilmiş bir
kitaptır. Bu sebeple bu âyette geçen davet faaliyetinin kapsamına
bütün bir beşeriyet girecektir.

Kur'ân'da olduğu gibi hadîs-i şeriflerde de
davet lâfzı ile sadece gayr-i müslimlerin İslâm'a çağrılması,
tebliğ lâfzı ile de müslümanlara İslâm'ın
anlatılması kasdedilmemiş, aksine davet ve tebliğ
kelimeleri, hem müslümanlara, hem de müslüman olmayanlara İslâm'ın
aksettirilmesi manasında geçmiştir. Meselâ: "Kim, bir
hidayete davette bulunursa, o hidayete uyanların nail olduğu
ecrin tamamına, çağıran da erişir. " (Müslim,
İlm 16; Tirmizî, İlm, 15) hadisini ele alalım. Hidayet,
gerek müslümanların, gerek gayr-i müslimlerin muhtaç oldukları
bir unsurdur. Öyle olunca hidayete müslümanlar da, gayr-i müslimlerde
çağrılabilir ve çağrılmalıdır da. Hadiste
bu iki sınıftan sadece birisinin zikredilmemesi, her iki
sınıfın da davet kapsamına girdiğine işaret
etmektedir.

Davet faaliyeti, müslümanların kaçınılmaz
görev ve sorumluluklarından birini oluşturmaktadır. Gücü,
bilgisi ve bulunduğu konum nispetinde ayrı ayrı her müslüman,
üzerine düşeni kadarıyla davet vazifesini yerine getirmekten
mesûldür. Kur'ân âyetlerinde tebliğ, müslümanların temel
vasıflarından birisi olarak yer alır. Meselâ Cenâb-ı
Hak şöyle buyurmaktadır:

"Siz, insanlar için çıkarılmış
en hayırlı bir ümmetsiniz: iyiliği emreder, kötülükten
sakındırırsınız. " (Âli İmrân; 3/110)
Bu görevin mutlak gerekliliği, şu âyette kullanılan emir
kipinden, açık bir şekilde anlaşılmaktadır:
"Sizden öyle bir cemâat bulunsun ki (onlar herkesi) hayra davet
etsin, iyiliği emredip kötülükten sakındırsın.
" (Ali İmrân, 3/104). Hz. Peygamber (s.a.s.) Efendimiz de:
"Sizden her kim bir kötülük görürse onu eliyle düzeltsin;
gücü yetmezse diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin
ki bu, imanın en zayıfıdır. " (Müslim, İman,
78) buyurarak davet görevinin imanla ilişkili bir husus
olduğunu belirtmiştir. İslâm'a davetin önem ve gerekliliğini
açıkça ortaya koyan bir başka husus da, âyetler ve hadislerde
bu görevi terkedenlerin acı âkıbet ve cezalarının
belirtilmiş olmasıdır. Allah'ın âyetlerini ve doğruyu
tebliğ etmeyenler, Allah'ın ve lânet etme şanına
erenlerin lânetine uğrarlar:

"İndirdiğimiz o açık açık
âyetlerimizi ve doğruyu -Biz, kitapta insanlara onu pek açık
bir sûrette bildirdikten sonra- gizleyenler (yok mu?) İşte
onlar (ın hâli) onlara hem Allah lânet eder ve hem lânet etmek
şânından olanlar lânet eder." (el-Bakara, 2/159).
Peygamber Efendimiz de şöyle buyurur: "İsrâiloğulları
arasında zulüm yaygınlaştığı zaman onlardan
biri, diğerini bir günah işlerken görür ve önce o işten
sakındırırdı. Fakat ertesi günü, o adamla oturup
kalkabilmek, yiyip içebilmek (menfaat sağlamak) için gördüğü
kötülükten sakındırmazdı. Bunun üzerine Cenâb-ı
Hak onları birbirine düşürdü ve haklarında: İsrâiloğulları'ndan
olup da küfredenlere Dâvûd'un da, Meryem oğlu İsa'nın da
diliyle lânet olunmuştur. Bunun sebebi, isyan etmeleri ve ifrata
sapmaları idi. Onlar, işledikleri herhangi bir fenalıktan
birbirlerini vazgeçirmeye çalışmazlardı. Yapmakta devam
ettikleri (o hâl) ne kötü idi! (el-Mâide, 5/78-79) âyetlerini indirdi.
Evet, siz de, ya zalime engel olursunuz ve onu hakka çekersiniz; ya da bu
durum sizin başınıza da gelir. " (İbn Mâce,
Fiten, 20; Tirmizî, Tefsîru Sûrati'l-Mâide, 7)

Davet faaliyetinin müspet netice vermesi için, bu işin
plânlı, programlı, metodlu ve muntazam bir şekilde
yapılmasının gerekli olduğu, gayet açıktır.
Davetçi, gayesine ulaşabilmek için sıhhatli ve doğru olan
usûl ve metodlara başvurmak zorundadır. Şayet metod,
hatalı ve uzaklaştırıcı ise sadece dâvânın
yüceliği yetmez. Bu bakımdan davette metod, davetin bir parçası
sayılmalıdır. Esasen bizzat Cenâb-ı Hak da davet
faaliyetinin metodik yürütülmesini emretmiştir. Şu âyet-i
kerimelerde davette metodun yerini açıkça görmekteyiz: "(İnsanları)
Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et. Onlarla
mücadeleni en güzel (yol) hangisi ise onunla yap. " (en-Nahl,
16/125); "Ehl-i kitap ile ancak en güzel (metod) hangisi ise onunla
mücadele ediniz. " (el-Ankebût, 29/46); "De ki (Habîbim:)
İşte bu, benim yolumdur. Ben (insanları) Allah'a (körü
körüne değil) bir basîret üzere davet ediyorum. Ben de, bana
tâbî olanlar da (böyleyiz). " (Yusuf, 12/108).

İslâm davetinin ilk tatbikçisi ve rehberi olan
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de yaşayışı,
davranışı ve sözleriyle davet faaliyetinde metodun
önemini vurgulamış, bu konuda en güzel ve en geçerli
örnekleri vermiştir. Çevreye davet için görevli olarak gönderdiği
ashâbına: "Kolaylaştırınız, güçleştirmeyiniz;
müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz. " (Buhârî, Cihâd, 164);

"Halkın seviyesine ininiz." (Ebû
Dâvûd, Edeb, 20) gibi tavsiyelerde bulunarak uygulanacak bazı
metodları onlara göstermiştir.

Elbette günümüzde İslâm davetini üstlenen
müslümanlar da davet faaliyetlerini usûlüne uygun bir şekilde yürütmek
ve bu konuda Hz. Peygamber'in tatbik ve tavsiye ettiği metodları
örnek ve rehber edinmek mecbûriyetindedirler. Çünkü Cenâb-ı Hak
şöyle buyurmaktadır: "Andolsun ki Rasûlullah'ta sizin
için, Allah'ı ve âhiret gününü umar olanlar ve Allah'ı çok
zikredenler için güzel bir imtisal numûnesi vardır. " (el-Ahzâb,
33/21). Peygamber Efendimiz de buyururlar: "Size iki şey
bırakıyorum; onlara sarılırsanız asla dalâlete
düşmezsiniz: Allah'ın Kitabı ve Rasûlünün Sünneti."
(Muvatta', Kader, 3), "Şayet Nebînizin Sünnetini terkederseniz
sapıtırsınız." (İbn Mâce, Mesâcid, 14);

"Benim Sünnetimle amel etmeyen, benden değildir."
(Buhârî, Nikâh, I ; Müslim, Nikâh, 5) Hz. Peygamberin icra ettiği
davet faaliyetinin üzerinden asırlar geçmesinin tabiî bir sonucu
olarak, günün değişen şartları ve gelişen imkânlarına
göre farklı bir takım metodlara başvurulabileceği
aşikârdır. Aslında zamana ve zemine uygun bir şekilde
çeşitli metodların tatbiki, Hz. Peygamber'in, davetinde
başvurduğu usullerden birisidir. Peygamber Efendimiz, hiçbir
esnekliği olmayan, katı, donuk, bıktırıcı ve
usandırıcı tek bir metoda sürekli olarak bağlı
kalmış değildir. Zâten akl-ı selîm sahibi bir
davetçiden böyle, netice vermesi mümkün olmayan bir metoda bağlı
kalması beklenemez.

Bu sebeple günümüzde davet faaliyeti
yürütülürken Hz. Peygamberin uyguladığı tüm davet
metodlarının teferruatı ile bilinmesi, titizlikle tatbik
edilmesi gerekli olduğu gibi; İslâm'ın temel
esaslarına ve ruhuna ters düşmemek kaydıyla içerisinde
bulunulan şartların ve sahip olunan imkânların da mutlaka
göz önünde bulundurulması icap etmektedir. (Daha geniş bilgi
için bk. Ahmet Önkal, Rasûlullah'ın İslâm'a Davet Metodu,
Konya 1987; Abdülkerim Zeydân, Usûlü'd-Da've, Bağdat 1976;
Muhammed el-Gazzâlî, Ma'âllâh Dirâsât fî'd-Da'veti ve'd-Du'ât,
Kahire 1976)

Ahmed ÖNKAL


Konular