Şamil | Kategoriler | Konular

Daru'l-bagı

DÂRU'L-BAĞİ

İslâm devleti bünyesinde bir grubun İslâmî
yönetime karşı çıkarak işgal altına
aldığı bölgeye verilen isim.

Müslümanlardan bir grup İslâmî yönetime karşı
ayaklanıp kendilerince geçerli bir tevil (yoruma bağlı
delil)'e dayanarak itaat dışına çıkar ve
bağımsız bir bölgede askeri bir güçle hâkimiyet
kurarlarsa, bunlara "buğat" (bağîler, âsîler) denir.
Bu isyancıların ele geçirdikleri ve hâkimiyetleri altına
aldıkları bölgeye islâm hukukunda "dâru'l-bağy"
denir. İslâmî idarenin yönetim ve hâkimiyeti altındaki bölge
veya ülkeye de "dâru'l-adl*" (adalet ülkesi) adı verilir
(Ahmed Özel, İslâm Hukukunda Ülke Kavramı, İstanbul
1988, 135-136).

Devlet başkanlığı meşru yolla
sabit olan halifeye İslâm'da itaat mutlaka gerekli ve ümmet için
bir farzdır. Ona karşı ayaklanmak ve savaşa
girişmek yasaklanmıştır (el-Maverdi, el-Ahkâmu's-Sultaniyye,
Kahire 1386/1966, 5; İbn Kudâme, el-Muğni, Beyrut 1392/1972, X,
48). Bu hususta Cenâb-ı Hakk şöyle buyurur:

"Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, peygamber'e
itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de (itaat edin). " (en-Nisa,
4/59).

Hanefilere göre, isyancıların bâğî*
sayılması için müslüman olmaları gerekir. Çünkü
hristiyan veya yahudilerden olan zımmîler ayaklanır ve müslümanlara
ait bir bölge veya beldeyi ele geçirirlerse bunlar "harbî"
olur. Zımmîler, müslüman isyancılarla işbirliği
yaparak meşru İslâm idaresine karşı
savaşırlarsa, statüleri değişmiş olmaz. Çünkü
bunlar müslüman olan isyancılar (buğât)'a tâbi sayılırlar
(İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr Trc., IX, 100, 101).

Bu duruma göre adalet ülkesi ile isyancıların
ülke veya beldesi iç içe veya yan yana bulunabilmektedir. Hz. Ali'ye
isyan eden, onun kanını müslümanların kan ve
mallarını ve kadınlarını esir almayı mübah
sayan, Ashab-ı Kiram'ı küfürle itham eden ve her günah işleyeni
kâfir sayan Hârici ve benzeri fırkalar da asîlerden kabul edilmiştir.
(İbnü'l-Hümâm, fethu'l-Kadir, IV, 408 vd.; İbn Âbidîn,
Reddü'l-Muhtâr, III, 338). Adalet ülkesi yönetimi, âsilerle teslim
olmalarına kadar savaşır. Âyette şöyle buyurulur:
"Eğer müminlerden iki zümre birbiriyle dövüşürlerse
aralarını bulup barıştırın. Eğer
onlardan biri diğerine karşı hâlâ tecavüz ediyorsa, siz
de o tecavüz edenle Allah'ın emrine dönünceye kadar savaşın.
Sonuçta Allah'ın emrine dönerse artık adaletle
aralarını bulup barıştırın. Her
işinizde adaletle hareket edin. Şüphesiz Allah, adaletli
olanları sever. " (el-Hucurât, 49/9)

İslâm hukukunda bu konu, Hz. Ali ile Muâviye ve
Hâriciler arasında vukû bulan savaşlara
dayandırılır. (M. Hamidullah, İslâm'da Devlet
İdaresi, Trc. Kemal Kuşçu, İstanbul 1963, 142). İki
tarafın harp sırasında karşı tarafa verdikleri
zarar dört büyük mezhebe göre tazmin edilmez. Ancak isyan ve savaştan
önce veya sonra mal veya cana verilecek zararlar ise tazmin edilir. (Mâlik,
el-Müdevvene, Mısır 1323, III, 48; Mâverdî,
el-Ahkâmu's-Sultaniyye, 61; Şirazî, el-Mühezzeb, Kahire 1379/1959,
II, 211; İbn Kudâme el-Muğnî, X, 61-62).

Âsîlerin hâkimiyeti altında bulunan dâru'l-bağy,
dâru'l-İslâm'dan sayılır. Bu yüzden dâru'l-bağy
ile dâru'l İslâm arasında temelde ülke ayrılığı
yoktur. Ancak idare ayrılığı, bazı hukukî
sonuçlar doğurur (Ahmet Özel, a.g.e., 137).

Muharib isyancıların umumî maslahata
yönelik tasarrufları geçerlidir. Velâyetleri olmadığı
halde topladıkları zekât, öşür, haraç ve cizye gibi
vergilerin geçerli sayılması amme maslahatını korumak
içindir. Çünkü bu belde yeniden İslâm devletinin (dâru'l adlin)
eline geçince, bu vergiler talep edilirse, halk çifte vergi ile karşı
karşıya kalır. Bu da onların gücünü aşan bir
konu olur (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', Kahire 1328/1910, VII,142;
İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Mısır 1319, V, 338; Bilmen,
Istilâhât-ı Fıkhıyye Kamusu, III, 420; İbn Kudâme,
a.g.e., X, 70).

Âsî yönetici kadı tayin edebilir. Kadı
ehl-i adl'den ise, bâğîlerden biri değilse İslâm'a göre
hüküm verir ve bu hükümler daha sonra burası adalet ülkesine bağlansa
da infaz edilir. Kadı, bâğîlerden ise, Hanefilere göre
şu görüşler söz konusudur: Onlar adalet ülkesinin fâsıkları
gibidir; en sağlam görüşe göre fâsık kimse kadı
olabilir. Bölge, adâlet ülkesine bağlanınca, bu kararlardan
haksız ve batıl olan varsa geçersiz sayılır.
Başka bir görüşe göre âsî kadı, hakem gibidir. Hükmü,
kadı'nın görüşüne uygunsa geçerli sayar, değilse
iptal eder. Bir üçüncü görüşe göre; âsî kadı'nın
verdiği her türlü hüküm geçersiz olup infaz edilemez. Ancak bu
son görüşler daha çok Hâricîler hakkında ortaya çıkmıştır.
Hanefîlerde asıl olan ilk görüştür (es-Serahsî, el-Mebsût,
Mısır 1331, X, 130, 135; el-Kâsânî, a.g.e., VII, 142;
İbn Nüceym el-Mısrî, el-Bahru'r-Raik, Kahire 1311, VI,
298-299; Fetâvâ'l-Hindiyye, III, 307).

Hanefilere göre dâru'l-bağy'de işlenen zina,
şarap içme kazf, öldürme, hırsızlık ve yol kesme
gibi cürümlere ceza uygulanmaz. Çünkü meşru idarenin onlar
üzerindeki velâyet hakkı kesintiye uğramıştır.
Bu durumda sanki suç dârul harb'de işlenmiş gibidir. Suçlu
veya mağdurun hangi taraftan olduğu önemli değildir. (es-Serahsî,
a.g.e., IX, 204, X, 100, 130; el-Kâsânî, a.g.e., VII, 34, 45, 71, 80,
141, 168; İbnü'l-Hümam, Fethu'l-Kadîr, V, 46). Ancak bunu, dâru'l
bağy (âsiler bölgesi)'nde işlenen suçlar cezasız
kalır, şeklinde anlamamak gerekir. Âsiler belde veya ülkesinin
kendi içinde yöneticisi ve kadı'ları olabilir. Hatta İmam
Şâfiî'ye göre, bir beldenin, bâğîler ülkesi sayılabilmesi
için aralarında kendisine itaat ettikleri bir kumandanın
bulunması şarttır. Bu yüzden suç işleyenlere kendi içlerinde
ceza uygulamaları mümkündür. Ancak adalet ülkesi (meşrû
idare), asîlere söz dinletemediği ve onlara hakim
olamadığı işin, orada had cezalarını
uygulamaya gücü yetmez.

Hamdi DÖNDÜREN


Konular