Şamil | Kategoriler | Konular

Asr suresı

ASR SÛRESİ

Kur'an-ı Kerîm'in yüzüçüncü suresi. Üç
ayet, ondört kelime ve altmışsekiz harften ibarettir. İbn
Abbas, İbn Zübeyr ve Cumhûr'a göre Mekkî; Mücahid, Katâde ve
Mükâtil'e göre Medenî'dir.

Kur'an-ı Kerîm'in kısa bir suresi
olmasına karşılık en anlamlı ve özlü
sûrelerinden biridir. Bu surede, İslâm'ın insanlık için
getirdiği sistemle, İslâm ümmetinin bütün özellikleri ve
vazifeleri anlatılmaktadır. Üç kısa ayetten ibaret olan
sure, içinde insanlığın kurtuluşunu müjdeleyen
fevkalâde üstün prensipler ihtiva etmektedir.

Allah, Asr'a yemin ederek insanların ziyanda
olduğunu bildirmektedir. İnsan, ömrünün her anında ya
sevap veya bir günah işlemektedir. Eğer günah işliyorsa
bu açık bir ziyandır. Eğer sevap işliyorsa, belki kaçırdığı
sevap daha büyük olabileceğinden bu da bir çeşit ziyândır.
Sonra insanın mutluluğu ahireti aramasında ve ahireti sevip
dünyaya fazla rağbet etmemesindedir. Halbuki ahiret sevgisine götürecek
sebepler gizli, dünya sevgisine götürecek sebepler açık
olduğu için, insanların çoğu dünya zevkine dalmış,
böylece de ahireti kaybetmişlerdir.

Surede "Asr"a yemin edilmesi, insanın hüsranda
olduğuna ve bu hüsrandan dört özellik taşıyan kimselerin
kurtulacağına dikkat çekmek içindir. 1-İman, 2-Salih amel,
3-Birbirine hakkı tavsiye etmek, 4-Birbirine sabrı telkin etmek.

Asr yani "zaman", kelime olarak, geçmiş
zaman ve pek uzun olmayıp her an geçmişe dahil olan
şimdiki zaman için de kullanılır. Çünkü her an, gelecek
zaman şimdiki zamana, şimdiki zaman da geçmiş zamana dahil
olmaktadır. Burada mutlak olarak zamana yemin edilmiştir. O hâlde
burada iki tip zaman kastedilmiş olabilir. Yani geçmiş zamana
yemin edilmesinin anlamı, insanlık tarihinin yukarıda
adı geçen dört özellikten uzak olan kişilerin hüsrana uğradıklarına
şahit olmasıdır. Geçmekte olan zamana edilen yemini
anlamak için, geçmekte olan zamanın her bir insana, her bir millete
bu dünyada çalışmak için fırsat verildiği zaman
olduğunu bilmek gerekir.

İmam Fahrüddin er-Râzi, şöyle der:

"Buz satan birisi pazarda şöyle bağırıyordu;
sermayesi eriyen bu şahsa merhamet edin!... Onun bu sözünü işitince,
bu söz Asr suresinin anlamıdır' dedim. İnsana verilen
ömür bir buz gibi hızla erimektedir. Eğer bunu ziyan eder veya
yanlış yere harcarsa insanın hüsranına neden olur."
Onun için geçen zamana yemin edilmesinin anlamı, hızla geçen
zamanın, söz konusu dört özellikten yoksun insanın dünyada
ne işle meşgul olursa olsun hayatını
harcadığına ve hüsranda olduğuna şehadet
etmesidir. Kârlı çıkanlar ancak bu dört özelliği
taşıyanlar ve bu dünyada hayatlarını ona göre
düzenleyenler olacaktır.

Surede "insan" kelimesi tekil olarak
kullanılmıştır. Ama sonraki cümlede, insanlar arasında
bu dört özelliği taşıyanlar istisna edilmiştir. Onun
için burada "insan" kelimesi cins isim olarak kullanılmıştır.
Bu durumda "insan" kelimesinin kapsamına,
şahıslar, güruhlar, milletler ve bütün insanoğlu girer.
Yani zikredilen dört sıfattan yoksun olanlar kimler olursa olsunlar
hüsrandadırlar. Örneğin zehirin öldürücü özelliği
vardır. Fert, toplum veya bütün insanlık zehir içmeye kalkışırsa
sonuç değişmez. Zehir her ne olursa olsun öldürücüdür. Tıpkı
bunun gibi, insanlar bu dört özellikten yoksunlarsa, küfür üzere ve
kötü işler içinde bulunuyorlarsa, birbirlerini batıla
teşvik ediyorlar ve nefislerine tapmayı telkin etme üzerinde
birleşiyorlarsa hüsran içindedirler.

"Hüsrân" kelimesine gelince, "kâr"ın
zıddıdır. Ticarette bu kelime genel olarak bir işte
zarara uğramayı veya iş hayatında sürekli zarar
etmeyi ifade etmek için kullanılmıştır. Kur'an-ı
Kerîm "hüsran" kelimesini özel bir ıstılah olarak,
"felah", yani kurtuluş kelimesinin zıddı olarak
da kullanmıştır.

Kur'an-ı Kerîm gerçek imanın ne
olduğunu aşağıdaki ayetlerde açıklamıştır:
"Müminler onlardır ki Allah'a ve Resulüne inandılar;
sonra şüphe etmediler. " (el-Hucurât, 49/15), "Rabbimiz
Allah'tır deyip sonra doğru yolda sebat edenler. " (Fussilet,
41/30), "Müminler o kimselerdir ki Allah anıldığı
zaman yürekleri ürperir... " (el-Enfâl, 8/2), "İnananlar
en çok Allah'ı severler. " (el-Bakara, 2/165), "Hayır,
Rabb'in hakkı için, onlar aralarında çıkan çekişmeli
işlerde seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin hükme karşı
içlerinde bir burukluk duymadan tam anlamıyla teslim olmadıkça
inanmış olmazlar. " (en-Nisâ, 4/65)

İman etmekten maksat, Allah'a iman etmektir. Ancak,
sadece varlığına değil, aynı zamanda tek ilâh
olduğuna, ortağı bulunmadığına,
insanların ibadet ve itaat edeceği yegane varlık
olduğuna, insanların kısmetini düzenleyip bozanın
ancak Allah olduğuna, dua ve tevekkül edilecek varlığın
yalnız O olduğuna, ancak O'nun emirlerine uyulup, ancak O'nun
yasaklarından kaçınılacağına, O'nun
farzlarının yerine getirilip O'nun yasaklarından uzak
durulacağına, herşeyi işiten ve görenin ancak O olduğuna,
insanın sadece fiillerini değil, fiillerini harekete geçiren
gizli niyetlerini de bildiğine inanmaktır. İmanın
ikinci bölümü ise, Resulullah (s.a.s.)'a inanmaktır. O'nun Allah
tarafından tayin edilmiş en büyük rehber ve lider olduğuna,
getirdiği hükümlerin Allah tarafından ve Hakk olduğuna,
O'na itaat etmenin zorunlu olduğuna inanmaktır. Risâlete iman
etmek aynı zamanda meleklere, kitaplara, peygamberlere ve Kur'ân'a
iman etmeyi kapsamaktadır. Çünkü bunlar, Allah Resulü'nün
getirdiği talimatın unsurlarıdır. Üçüncüsü
ahirete inanmaktır. İnsanın bu dünya hayatı ilk ve
son değildir. İnsan ölümden sonra tekrar diriltilecektir. Bu
dünyada yaptıklarının hesabını Allah'a verecek
ve bunun sonunda salih amel işleyenler mükâfatlandırılacak;
kötü olanlar ise cezaya çarptırılacaklardır.

İnsanın hüsrandan kurtulması için
gerekli olan; imandan sonra salih ameldir. "Salih" kelimesinin
anlamı bütün iyiliği kapsar. Küçük ve büyük iyilik de
buna dahildir. Ama Kur'an'a göre kökü imana dayanmayan hiçbir amel
salih amel sayılmaz. Herhangi bir amel Allah ve Resulü'nün bildirdiği
hidâyete uygun işlense de, iman olmaksızın salih amel
sayılmaz. Onun için Kur'an-ı Kerîm'de nerede amelden söz
edilmişse, orada iman da zikredilmiş ve salih amel imandan sonra
anılmıştır.

Çünkü insan, iman iddiasına rağmen Allah
ve Resulü'nün gösterdiği yoldan başka yol takip
edebilmektedir. Onun için Kur'an'da verilen müjdeler, iman etmenin yanında
salih amel işleyenler için geçerlidir. Bu surede de, insanın hüsrandan
kurtulması için, imandan sonra, salih amel işlemesi
gerektiği bildirilmiştir. Diğer bir ifadeyle, salih amel
olmadan sadece iman ile bir insan hüsrandan kurtulamaz. Bu surede daha
sonra, hüsrandan kurtulmak için gerekli iki sıfat daha açıklanmıştır.
Bunlar, iman ettikten ve salih amel işledikten sonra, birbirine
Hakk'ı telkin ve sabrı tavsiye etmektir. Bunun anlamı,
birincisi; iman edenler ve salih amel işleyenler bunu ferdî olarak
yapmakla kalmamalı, aynı zamanda mümin ve salih bir toplum
meydana getirmelidirler. İkincisi; bu toplumu bozulmaktan
koruyabilmek için her fert kendi sorumluluğunu idrak etmelidir. Onun
için toplumun bütün üyelerinin, birbirlerine hakkı ve sabrı
telkin etmeleri farzdır.

İslâm'ı ve bütün hükümlerini kabul edip,
yeryüzünde yaşanıp uygulanmasını tavsiye etmenin
yanısıra; ehl-i iman ve onların toplumunun hüsrandan
kurtulabilmesi için toplum üyelerinin birbirine sabrı telkin etmesi
de şart koşulmuştur. Yani İslâm'ı, hakim
kılmanın uğrunda karşılaştıkları bütün
zorluk, musibet, meşakkat, zarar ve mahrumiyetler
karşısında birbirlerine, sebat göstermeyi telkin
etmelidirler. Her fert, bu şartlara karşı sebat göstermesi
için diğerine cesaret vermelidir.

Abdulvehhab ÖZTÜRK


Konular