Şamil | Kategoriler | Konular

Zekat

ZEKÂT

Temizlik, artma, bereket. Bir malın belli bir
miktarını, Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'de
saydığı sekiz sınıftan birisine veya bir kaçına
Allah rızası için vermek. Terim olarak zekât; İslâm'ın
beş şartından birisi olan malî ibadetin adıdır.

Fakirin hakkı çıkarılarak malı,
cimrilik kirinden arındırarak da şahsı
temizlediği ve malda berekete sebep olduğu için bu malî
ibadete zekât denilmiştir (Subkî, el-Menhel, Beyrut, 1394, XI,113).
Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de Ey Muhammed! Mallarının bir
kısmını kendilerini temizleyip arıtacak sadaka olarak
al" (el-Tevbe, 9/193) ve "...Sarfettiğiniz her hangi bir
şeyin yerine O daha iyisini koyar." (Sebe, 34/39) buyurulur.

Zekâta sadaka da denilir. Bu ismin verilmesinin sebebi
zekâtın malı temizleyip sıhhat ve kemaline sebep
olması, zekât verenin de imânındaki sadakat ve
olgunluğuna delalet etmesidir. Ancak sadaka; hem farz hem de nafile
olan malî ibadetler için kullanıldığı halde zekât
sadece farz olanına mahsustur (M. Hamdi Yazır, Hak Dini, II,
933).

Zekât'ın Hükmü

Zekât'ın farz oluşu esah olan görüşe
göre fevrîdir. Yani kendisine zekât vermesi gerekli olan kişi hiç
geciktirmeden hemen zekâtını vermelidir. Aksi halde günahkâr
olur (el-Merginânî, el-Hidaye, I, 96; Mehmet Zihni, Nimetü'l-İslâm,
II, 5).

Bir kimseye zekâtın farz olması için bazı
şartların tahakkuk etmesi gerekir. Bu şartlar biraz ileride
ele alınacaktır.

Zekâtın Önemi ve Hikmeti

Bir şeyin önemi, insanlığın ona
olan ihtiyacı ve temin ettiği fayda ile ölçülür. Zekâtın;
zekât veren, zekât alan ve zekât alınıp verilen toplumda
sağladığı faydalar göz önüne alındığında,
onun ne derece büyük bir önem ifade ettiği ortaya çıkar.

Zekât, her şeyden önce kulun Allah'ın
emrine itaat edip, kulluğunu göstermesinin en güzel nişanesidir.
Çünkü, zekât vermeyi Allah emretmiştir. Kulun vazifesi;
öncelikle neden ve niçinini araştırmadan Rabbi tarafından
emrolunduğu şeyi yapmaktır. Müslüman; sevdiği,
inandığı Rabbinden aldığı emri,
canının yongası olan malın hiç bir maddî karşılık
beklemeden vererek, kulluk borcunu en güzel şekilde ödemiş
olur. Bunun yanı sıra zekât kişiyi, günah ve cimrilik
kirlerinden temizler. İnsandaki, mal sevgisini kırıp, Allah
sevgisinin ön plana geçmesine sebep olur. "Ey mü'minler! Sizi
mallarınız ve çocuklarınız Allah'ı anmaktan
alıkoymasın, böyle olanlar hüsrana uğrayanlardır"
(Münafıkun, 63/9) âyet-i kerîmesinin işaret ettiği
manayı gerçekleştirir.

Zekât fakirler açısından da son derece
önemlidir ve onlar için en büyük garantidir. Çünkü, o sadece
fakirin hakkıdır ve mutlaka fakire verilecektir.
İnsanların koyduk(arı vergilerin toplanma ve sarfedilme
yerleri devirlere ve devletlere göre değişebilir. Devlet
gelirlerinin sarfında fakirlerden çok zenginlerin gözetildiği
de olabilir. Kaynak ve sarf yerini Allah ve Rasûlünün tesbit ettiği
zekât ise böyle değildir. Bunun kimden alınıp kime
verileceği Kur'ân'ı-a belirtilmiştir. Bunu hiç bir
kimsenin değiştirmesi mümkün değildir. Yani bu fon sadece
fakirler için kullanılır.

Zekâtın, toplum açısından önemi de;
zekâtı veren ve alan açısından öneminden daha aşağı
değildir. Allah insanların tümünü aynı kabiliyet ve güçte
yaratmamıştır. İnsanların fizikî yapılarında
olduğu gibi malî güçlerinde de farklılıklar vardır.
İnsanlar; ya zengin, ya fakir ya da orta hallidirler.

Dünyanın çeşitli yörelerinde zenginlerin
alabildiğine lüks ve israfa dalmaları, sayelerinde kazanç sağladıkları
fakirleri düşünmemeleri, onlara yardım ellerini
uzatmamaları, fakirlerin kendilerine kıskançlık ve kin
duymalarına sebep olmuştur. Bunun neticesi olarak da toplumlarda
sosyal patlamalar, huzursuzluklar ve isyanlar görülmüştür.
İşte zekât, bütün bu olumsuz hadislerin önünde en güzel
seddir. Toplum içerisindeki fertlerin düşecekleri dar durumlarda
onları koruyan sosyal bir düzendir. İnsanlar arasındaki
dayanışmanın sağlanmasına yardımcı
olur. Zenginlere fakirler arasındaki mesafeyi daraltır.
Fakirlerin gönüllerinde zenginlere karşı doğabilecek
kıskançlık ve kinleri söndürür. İnsanlar arasında
sevgi ve kardeşliği yayar. Böylece; hem fakirin aç, susuz ve
çıplak kalmasını önler hem de cemiyetin düzen ve
huzurunun bozulmasına engel olur.

Zekâtın Rüknü ve Sebebi

Zekâtın rüknü, temliktir. Yani, bir malın
menfaatına her yönden kendisinden kesip, zekât verilebilecek kişilerden
birine veya bir kaçına vermektir. Temlik olmayan yollarla
yapılan bağışlar zekât sayılmaz. Buna göre; bir
zenginin fakirden olan alacağını zekâtına
sayması, Zekât niyetiyle okul, cami vs. gibi bir hayır kurumu
yaptırması Zekât sayılmaz.

Zekâtın sebebi; Zekât verecek olan kişinin
belirli bir miktarda mala sahip olmasıdır. Zekât verilecek malın
cinsine göre farklılık gösteren bu miktara, nisap denilir. Çeşitli
malların nisapları, Zekâta konu olan mallar başlığında
ele alınacaktır (Ayrıca bk. Nisap).

Zekâtın Farz Olmasının
Şartları

a- Mükellef açısından gerekli olan
şartlar:

Zekât verecek olan kişi akıllı, hür,
erginlik çağına ermiş, dinen zengin ve Müslüman olmalıdır.

Buna göre; Müslüman olmayanlara, delilere,
çocuklara ve hürriyetini kaybetmiş olan köle ve esirlere zengin de
olsalar zekat farz değildir.

Zekâtın farz olmasına engel olan akıl
hastalığında (delilik) iki hal düşünülebilir:

1- Çocukluktan itibaren deli olanlar: Bunların
hastalığı devam ettiği müddetçe mallarına zekât
gerekmez. Erginlik çağına geldikten sonra sıhhate
kavuşacak olurlarsa, o tarihten itibaren kendilerine zekât farz
olur.

2- Erginlik çağına geldikleri zaman
akıllı oldukları halde sonradan akıl
hastalığına tutulanlar. Bu durumda olanların
hastalıkları bir sene aralıksız devam ederse, o sene
kendilerine zekât gerekmez. Fakat, sene içerisinde bir iki gün gibi az
bir zaman için de olsa sıhhat bulana o senenin zekâtı farz
olur. Bu söylenilenler İmam Muhammed'in görüşüdür.
İmam Ebû Yusuf'a göre; senenin çoğunu sıhhatli geçirmeyen
akıl hastalarına o sene için zekât gerekmez. Bunaklık da;
delilik hükmündedir.

Zengin olan çocukların; erginlik çağına
geldikleri andan, küçükken akıl hastası olup da erginlik çağına
geldikten sonra sıhhat bulanların da sıhhat buldukları
andan itibaren bir sene geçince zekât vermeleri gerekir.

Toprak mahsullerinde, hem çocuklara hem de delilere
zekât gerekir. Buna; öşür denilir.

Şafiî, Malikî ve Hanbelî mezheplerine göre;
hiç bir ayırım yapılmadan çocukların ve akıl
hastalarının tüm mallarından zekât gerekir (Merginânî,
a.g.e., I, 96; Mevsılî, el-İhtiyar II, 130; el-Cezîrî,
Kitabu'l-Fıkıh ale'l-Mezahibi'l-Erbaa, I, 590, 591).

b- Mal açısından gerekli olan şartlar:

1- Mal, mal sahibinin aslî ihtiyaçlarından ve
borçlarından fazla olarak, nisab* miktarı veya daha fazla
olmalıdır.

Aslî ihtiyaç; kişinin ve ailesinin ihtiyaçları
olan mal, eşya ve aletlerdir (bk. "Havâic-i Asliyye" mad).

2- Mal, hakîkaten veya hükmen artıcı
olmalıdır.

Hakîkaten artıcı olmasından maksat;
malın, ticaret veya üreme yoluyla çoğalıcı
olmasıdır. Buna göre; her türlü ticaret malı, nesli, sütü
ve tüyü alınmak üzere kırlarda otlatılan erkek ve
dişi hayvanlar hakîkaten artıcıdır. Bu şekilde
hayvanlara; saime * denilir.

Malın hükmen artıcı olması;
sahibinin veya sahibinin vekili elinde bulunması suretiyle
artırılmaya elverişli olmasıdır. Altın, gümüş
ve paralar bu kabildendir.

3- Malın üzerinden bir yıl geçmiş
olmalıdır. Buna; Havelân-ı Havl veya Havl-i Havelân
denilir (bk. "Havelan-ı Havl" mad).

Nisâb miktarı mala sahip olan bir kimseye; o mala
sahip olduktan itibaren bir sene geçtikten sonra zekât vermesi farı
olur. Nisâbın, hem senenin başında hem de sonunda mevcut
olması gerekir. Arada azalıp çoğalmasına itibar
edilmez. Zekât verirken malın, sene başındaki veya sene
ortasındaki değil, sene sonundaki değerine itibar edilir.
Mesela; sene başında 500.000 lirası olan bir kimsenin sene
ortasında 300.000 liraya düşse fakat sene sonunda 600.000 olsa
bu şahıs zekâtını 600.000 lira üzerinden verecektir.

Şafiî mezhebine göre; nisâbda muteber olan
zaman senenin sonudur. Sene sonunda nisâb miktarı olan bir mal, sene
başında nisabtan az bile olsa o mala zekât gerekir.

Zekât verilmesi gereken bir mal; üzerinden bir sene
geçtikten sonra artacak olsa, artan miktar için üzerinden bir sene
geçmedikçe zekât icab etmez. Toprak mahsûllerinin zekâtında;
mahsûlün üzerinden bir sene geçmesi şart değildir.
Hasadı yapıldıktan sonra zekâtlarının verilmesi
gerekir.

4- Sahibi, mala tam olarak malik olmalıdır.
Bundan maksat; malın, sahibinin elinde olması ve onda bir
başkasının hakkının bulunmamasıdır.
Buna göre; kadının henüz eline geçmeyen mehrine ve insanın
elinde bulunmakla beraber, buna karşılık borcu olan
malına zekât gerekmez. Ancak, borcuna mukabil olanı çıktıktan
sonra geriye kalan miktar nisâba ulaşırsa o fazlalık için
zekât gerekir. Buradâki borçtan maksat; kul borcudur. Keffaret, nezir,
hacc, gibi dinî borçlar zekâtın gereğine manî değildir.
Eskiden kalma zekât borcu da nisâba manidir. Buna göre; elinde nisâb
miktarı malı olan bir kimsenin, eski senelerden kalma zekât
borcu olur ve bu borç düşüldüğünde geri kalan miktar
nisâbtan aşağı düşerse, o kimseye zekât icabetmez.

Satın alınıp henüz teslim alınmayan
mal, borçlu tarafından inkâr edilmeyen, edilse bile isbatı mümkün
olan alacaklar ve yolcuların memleketlerinde olan mallarına zekât
gerekir.

Bir kimsenin, sahibi olmakla beraber elinden çıkan
ve faydalanması ya da bir daha kendisine dönme umudu olmayan (denize
düşen, kaybolan mallar; borçlu tarafından inkâr edilip isbatı
mümkün olmayan alacaklar) mallardan dolayı zekât icabetmez.

Haram yolla kazanılan malın zekâtı
verilmez. Bu malın, varsa sahibine verilmesi, bilinmiyorsa fakirlere
dağıtılması gerekir.

Zekât Verilirken Bulunması Gereken Şart

Zekât verecek olan bir kimsenin, verdiği zekâtın
sahih olması için niyet etmesi gerekir.

Niyet, ya bizzat zekât veren tarafından fakire
verilirken veya zekâtını verilmesi için bir başkasına
teslim ederken ya da zekât olarak verilmek üzere ayırırken
olmalıdır.

Niyet edilmeden fakire verilen bir mal, henüz fakirin
elinde iken zekâta niyet edilecek olursa, zekât olarak sahih olur. Mal
fakirin elinden çıktıktan sonra niyet edilirse bu zekât yerine
geçmez.

Zekât verilirken, onun zekât olduğunun fakire
bildirilmesi şart değildir. Hattâ, içten zekâta niyet edildiği
halde, verirken hibe veya borç demek onun geçerliliğine engel
olmaz.

Zekâta Konu Olan Mallar ve Bunların
Nisapları

Mallar; açık (zâhire) ve gizli (bâtıne)
olmak üzere iki kısma ayrılır (bk. Emvâl-i Zâhira"
ve "Emvâl-i Bâtına mad.)

Yılın altı ayından fazlası
kırlarda otlayarak beslenen ve ticaret için değil de, eti, sütü,
yünü vs. için tutulan (Sâime) hayvanlar, bazı toprak mahsulleri,
madenleri, yer altından çıkartılan defineler ve gümrüklerden
geçen ticaret malları açık (zâhir) mallardır. Nakit
paralar, altın, gümüş ve depolarda ya da mağazalarda
bulunan ticaret malları da gizli (bâtın) mallardandırlar.
Bu mallardan her biri belirli ölçülerde zekâta tabîdirler.

Hayvanların Zekatı

Senenin yarıdan çoğunu kırlarda
otlayarak geçiren sâime hayvanlar; eti, sütü ve yünü için
beslendikleri takdirde özel nisaplarla zekâta tabi olurlar. Bu
hayvanlar; koyun, keçi, sığır ve develerdir. Koyun ve keçiler
aynı sınıf olarak mütalaa edilirler.

a- Koyunlar ve keçilerin zekatları:

Koyun ve keçilerin nisâbı kırktır.
Daha aşağısına zekât gerekmez. Bunlar biribirlerine
ilâve edilirler. Erkek ve dişileri arasında fark yoktur.

Sayıları kırktan fazla olan koyun ve keçilerin
zekâtları şöyledir:

Bundan sonraki her yüzde bir koyun veya keçi verilir.
Bu rakamların arası zekâttan muaftır. Yani 40 koyun için
bir koyun verileceği gibi,120 koyun için de bir tek koyun zekât
verilir.

b- Sığır ve mandaların zekâtı:

Sığır ve mandalarda zekât otuzdan başla.
Bundan sonrası için zekât şu şekilde verilir:

Altmış sığırdan itibaren
hesap; ilk nisâb olan otuz üzerine otuz veya kırk ilâvesiyle yapılır.
Otuzdan sonraki her kırk için üç yaşına giren bir dana,
her otuz için de iki yaşına giren bir buzağı verilir.
Meselâ; altmış sığır için iki tane iki yaşına
girmiş buzağı, yetmiş sığır için de
bir tane iki yaşına girmiş buzağı ve bir tane de
üç yaşına girmiş dana verilir. Seksen
sığırın zekâtı da; iki tane üç yaşında
danadır.

Zekât olarak verilecek hayvanın erkek veya
dişi olması arasında fark yoktur.

c- Develerin Zekâtı:

Develerin nisâbı beştir. Deve
sayısı beşten yirmi beşe varıncaya kadar her
beş için bir koyun zekât verilir. Yirmi beşten sonra zekât;
devenin kendi cinsinden verilir. Ancak, sayı arttıkça verilecek
devenin yaşı ve sayısı değişir.

Develerin erkekleri ve dişileri zekâta konu olma
yönünden aynıdırlar. Ancak, zekâtın dişi develerden
verilmesi icab eder.

Yukarıya aldığımız nisâplar;
sâime olan hayvanlara aittir. Senenin yarıdan çoğunu
kırlarda otlamayıp, ahırlarda veya paralı otlaklarda
beslenen hayvanlara; alûfe denilir. Alûfeler ticaret için tutulmadıkları
takdirde kendilerine zekât gerekmez. Ticaret için beslenen besi
hayvanları, ticaret malı olarak zekâta tabi olurlar.

Atlar, eşekler ve katırlar sâime de olsalar
bile, ticaret için bulundurulmadıkları takdirde
sayıları ne olursa olsun zekâta tabi değildirler.

Çalıştırılan ve yük taşımak
için bulundurulan sığır ve develer de zekâta tabi değildirler.
Ticaret için tutulup, altı aydan daha fazla kırlarda otlayarak
beslenen hayvanlar da ticaret malı olarak zekâta tabi olurlar. Dolayısıyla
bunların sayılarına değil kıymetlerine itibar
edilir.

Saime hayvanlar arasında bulunan kör, zayıf
ve yaşını doldurmamış hayvanlar da nisaba
dahildirler. Ancak bunların kendileri zekât olarak verilemezler.
Küçük hayvanlar, aralarında kendi cinslerinden bir tane de olsa büyük
hayvan bulunmazsa sayıları ne olursa olsun zekâta tabi değildirler.

Altın, Gümüş ve Nakit Paranın Zekâtı

Altın ve gümüş, ister külçe ister mamul
olsun, nisâb miktarında olup da üzerinden bir sene geçince %2.5
oranında zekâtlarının verilmesi gerekir.

Hanefîlere göre; ister zinet olarak, ister bir
ihtiyaca sarfedilmek üzere bulundurulsun, elde bulunan bütün altın
ve gümüşlere zekât gerekir. Şafiîlere göre ise; kadınların
ziynetlerine ve erkeklerin gümüş yüzüklerine zekât icabetmez.

Altının nisabı, 20 miskal, gümüşün
nisabı da, 200 dirhemdir. Dirhemin, örfî ve şer'î olmak
üzere iki ayrı ölçüsü vardır. Ancak, memleketimizde bu gün
için bu ölçüler kullanılmadığına göre, nisâbda
şer'î dirheme itibar edilmelidir. Buna göre, 20 miskal altının
karşılığı; 80.18 gr., 200 dirhem gümüşün
karşılığı da; 561.2 gr.dır.

Altın ve gümüşün zekâtlarında
kıymetlerine değil, ağırlıklarına itibar
edilir.

20 miskal (80.18 gr)'dan fazla olan altın 4 miskal
(16.03) gr.'a, 200 dirhem (561, 2 gr)'den fazla olan gümüş de; 40
dirhem (112.22 gr'a) varmadıkça bu fazlalıktan dolayı zekât
gerekmez. Ancak bu fazlalık, varsa paraya veya ticaret malına
eklenir.

Her birisi nisâba ulaşmayan altın ve gümüş,
İmam Azam'a göre kıymetleri, İmameyn'e göre ise miktarları
itibariyle biribirlerine eklenirler. Bunlar, paralara veya ticaret
mallarının kıymetlerine de eklenirler. Çünkü ticaret
malları ve paraların nisâbının aynı cinsten
olması şart değildir. Dolayısıyla, bir kimsenin
her biri nisâba ulaşmayan altın, gümüş, para ve ticaret
malı olsa bunların toplam kıymetleri nisâba ulaşırsa
hepsi birden zekâta tabi olurlar.

Elde bulunan nakit paralar veya her an paraya
çevrilebilen tahviller, aynen altın ve gümüş gibi zekâta
tabidir. Bunların ve ticaret mallarının nisâbı, hem
altına hem de gümüşe göre değerlendirilebilir. Bu konuda
fakir için daha faydalı olanı esas alınmalıdır.
Ancak, günümüzün ekonomik şartları gözönüne alındığında,
bu malların nisâbının tayininde altının esas
alınmasının daha uygun olduğunu görürüz (Yusuf
el-Kardavî, Fıkhu'z-Zekât, Beyrut 1981, I, 265).

Para elde değil de, başkasının
zimmetinde alacak olarak bulunursa alacağın çeşidine göre
zekât durumlarında farklılıklar olur.

a- Kuvvetli alacakla: Satılan ticaret
malının bedeli ve borç olarak verilen paranın
karşılığı olan alacaklardır. Bu alacaklar,
borçlular tarafından inkâr edilmedikçe, borçlunun zimmetinde kaldıkları
sürenin zekâtı alacaklar tahsil edilince ödenir.

b- Orta alacaklar: Ticaret için olmayan bir malın
satılması karşılığında olan alacak ve
kira bedelleridir. Bu tür alacaklar da zekâta tabi olma yönünden
birinci maddedekiler gibidir. Fakat tam nisâb miktarı kadarı
tahsil edilmedikçe zekâtlarının hemen verilmesi gerekmez.

c- Zayıf alacaklar: Kadının
kocasından alacağı, mehir *, vârisin * elinde kalan
vasiyet * bedeli gibi, bir mal karşılığı olmayan
alacaklardır. Bu türden olan alacaklarda geçmiş seneler için
zekât gerekmez. Tahsil edilip, üzerlerinden bir sene geçtikten sonra
zekâtlarının verilmesi gerekir.

Borçlu olan kişi önce borcunu inkâr eder, bir
kaç sene sonraki borcunu kabul edip alacaklıya öderse geçmiş
senelere ait olan zekâtın ödenmesi gerekmez.

Ticaret Mallarının Zekatı

Cinsi ne olursa olsun, ticaret maksadı ile
alınıp satılan tüm mallar nisâba ulaştıkları
takdirde % 2.5 oranında zekâta tabidirler. Bu malların nisâbı,
kıymetlerinin altın ve gümüş nisâbına
ulaşması ile sabit olur.

Ticaret mallarında zekât, elde edilen kâra göre
değil, sermaye ve kârın toplamına göredir. Bu durumda,
sene başında nisâb miktarına ulaşmış olan
ticaret mallarının sene sonundaki kıymetleri esas
alınarak zekâtları verilir.

Ticaret malları kendi aralarında birbirlerine
eklendikleri gibi, ticaret için olmayan altın, gümüş ve
paraya da ilave edilirler. Sene içerisinde bir başka mal ile
değiştirilmeleri, malın üzerinden bir sene geçmesi
şartını engellemez.

Bir malın, ticaret malı sayılması
satın alınırken veya satması için bir kimseye
verilirken ticaret maksadıyla olduğuna niyet edilmesine
bağlıdır.

Ticaret maksadıyla kırlarda veya
ahırlarda beslenen hayvanların zekâtı, kıymetlerine göre
% 2.5 nisbetinde verilir.

Toprak Mahsullerinin Zekâtı

Öşüre * tabi arazilerden elde edilen mahsul,
İmam Ebû Hanîfe'ye göre; miktar ve cinsine bakılmaksızın
belirli oranda zekâta tabidir. Bu oran, sulama masrafı gerektiren
arazilerde % 5, gerektirmeyenlerde % 10'dur. Ebû Yûsuf ile Muhammed'e
göre, toprak mahsûllerinde zekâtın gerekli olması için,
mahsûlün en az 5 vesk (875 kg) olması ve ürünün müdahalesiz bir
yıl kalabilecek cinsten bulunması gerekir.

Toprak mahsullerinden alınan bu zekâta; öşür
denilir.

Çocukların ve delilerin arazilerinden elde edilen
mahsûle de zekât gerekir.

Maden ve Definelerin Zekatı

Zekâta konu olmaları yönünden madenler üç çeşittir:

a- Ateşte eriyenler (demir, bakır vb): Bu
madenlerin % 20'si zekât olarak devlete aittir. Kalanı madenin
bulunduğu arazi sahibinindir. Devlet arazisinde bulunan madenler
tamamıyla devlete aittir.

b- Ateşte erimeyenler (mermer, alçı vb): Bu
madenlerin aynına zekât gerekmez. Maden, bulunduğu arazinin
sahibi varsa ona, yoksa bulana aittir.

c- Sıvı halinde olanlar (petrol vb): Bunlar
da, ikinci maddedeki madenler gibidirler.

Ancak, bu madenleri işletenler, madenden ellerine
geçen paranın zekâtını verirler.

Define: Önceden toprak altına gömülüp,
sonradan başkaları tarafından bulunan mal ve
paradır(bk. Define). Bunların zektları da definenin
durumuna göre farklılık gösterir.

Define islâmî ise yani bulunan malın üzerinde;
Allah, şehadet kelimesi gibi, onun müslümanlara ait olduğuna
delalet eden bir işaret bulunursa bu define yitik mal hükmündedir.
Biliniyorsa sahibine verilir, bilinmiyorsa, fakirlere dağıtılır
(bk. "Lukata" mad). Define cahilî ise yani bulunan malın
üzerinde put resmi gibi, kâfirlere ait olduğuna dair bir
işaret varsa bunun % 20'si devlete, kalanı içinde bulunduğu
arazi sahibine aittir. Arazi sahipsiz ise bulunan mal, bulanın olur.
Definenin İslâmî mi yoksa cahilî mi oldu bilinemiyorsa; bir görüşe
göre bu mal İslâmî sayılır, diğer bir görüşe
göre cahilî sayılır.

Fabrika, Kiralık Bina ve Ticarî Maksatla Kullanılan
Taşıt Araçlarının Zekâtı

Müctehid alimlerin yaşadıkları
devirlerde, büyük çapta atölye ve fabrikalar, kira elde etmek için
yaptırılıp kiraya verilen binalar ve büyük taşıt
araçları yoktu. Onun için bu tür malların zekâtları
konusunda büyük imamlardan fazla bir şey nakledilmiş
değildir. Sadece Ahmed b. Hanbel'den, evini kiraya veren bir
kimsenin, kirayı alınca onun zekâtım vermesi
gerektiğine dair bir görüş nakledilmiştir (İbn Kudâme,
el-Muğnî,III, 29, 47).

Asrımızda fıkıhla uğraşan
tanınmış âlimlerinden Muhammed Ebû Zehra, Abdü'l-Vehhab
Hallâf ve Abdurrahman Hasen'in 1952'in senesinde Şam'da
yaptıkları bir toplantı neticesinde vardıkları
sonuca göre: Bu tür malların zekâtları menkul ve gayri menkul
oluşlarına göre değişir. Kiraya verilen bina,
mağaza ve fabrika gibi gayri menkul (taşınmaz) olanlar
araziye benzerler. Yani bunların aynılarından zekât alınmaz.
Gelirlerinden toprak mahsûllerinde olduğu gibi % 5 veya % 10
oranında zekât alınır. Eğer masrafları çıkarılmak
suretiyle bu malların safi gelirleri tesbit edilebilirse zekât oranı
% 10, safi gelir tesbit edilemiyorsa zekât oranı brüt gelirin % 5'i
dır.

Otobüs, kamyon ve gemi gibi taşınır
nakliye vasıtalarının zekâtları ise; kendi
kıymetlerinin % 2.5 dır (Kardavî, a.g.e., I, 476-479). Ancak,
Yusuf el-Kardavî, bu tür malların taşınır ve
taşınmaz diye bir ayırma tabi tutulmadan birlikte mütalâa
edilmesi gerektiğini söyler (Kardavî, a.g.e., I, 480).

Zekâtın Ödenmesi

Esas itibariyle açık (zahir) malların zekâtını
almak devlete aittir. Gizli (batın) malların zekâtlarını
ise sahipleri kendileri istediklerine verirler. Ancak,
zamanımızda bu görevi yerine getirecek bir islâm devleti
bulunmadığı için bütün malların zekâtlarının
sahipleri tarafından hak sahiplerine verilmesi gerekir. Zekât; malın
üzerinden bir sene geçtikten sonra verilebileceği gibi, daha önce
de verilebilir. Zekât malın aynından da kıymetinden de
verilebilir. Kıymet takdir edilirken, zekâtın farz olduğu
günkü değeri esas alınır.

Zekâtın, fakire mülkü olması üzere
verilmesi gerekir. Dolayısıyla, zekât niyetiyle fakire yemek
yedirmek, cami, okul-gibi bir hayır kurumu yaptırmakla zekât
verilmiş sayılmaz.

Zekâtın verileceği yerler, Kur'ân-ı
Kerîm'in Tevbe sûresinde belirtilmiştir (bk. et-Tevbe, 9/60). Bu
âyette belirtilen sınıflar şunlardır:

a- Fakirler (bk. "Fakir" mad)

b- Miskinler (bk. "Miskin" mad).

c- Âmiller (bk. "Âmil" mad).

d- Müellefe-i Kulûb (bk. Müellefe-i Kulûb)

e- Mükâteb Köle (bk. "Mükatebe" mad).

f- Borçlular: Borçlu * olup, bunun karşılığından
fazla olarak nisap miktarı malı olmayanlardır.

g- Allah yolunda cihad edenler: Bunlar, Allah için
savaşa katılmak istediği halde maddî imkânsızlıktan
dolayı silah ve nafakasını temin edemeyenlerdir.

h- Yolcular: Memleketlerinde malları olsa bile,
gittikleri yerde parasız kalanlardır.

Zekât, bu sayılan gruplardan her hangi birisine
verilebilir. Her gruba verilmesi şart değildir. Şafiî
mezhebine göre zekâtın, en az her gruptan üç kişiye
verilmesi gerekir.

Aslî ihtiyaçlarından fazla olarak nisâb miktarı
mala sahip olan kişiye, bu malı artıcı olsa bile zekât
verilemez (bk. "Zenginlik" mad).

Bir kimse zekâtını, hanımına, usûl
ve fürû'na veremez (bk. "Usul-fürû" mad). Bunların
dışında zekâta ehil olan herkese verilebilir. Ancak, önce
kendi akrabalarından başlaması daha iyidir. Zekât verilen
kişinin müslüman olması şarttır. Müslüman olmakla
beraber, dinî Görevlerini yerine getirmeyen veya aldığı
zekâtı meşru olmayan yollarda harcayacağı bilinen
kişilere zekât verilebilirse de salih müslümanlara verilmesi daha
uygundur.

Zekâtın, malın bulunduğu yerdeki
fakirlere verilmesi daha efdaldir. Başka bir yere gönderilmesi de
caizdir.

Şamil İA


Konular