Şamil | Kategoriler | Konular

Velayet

VELÂYET

Dost edinmek, yardım etmek, sulta, yetki, işi
alıp yürütmek.

İslâm hukukunda velâyet, reşid bir
kişinin şahsî ve malî işlerini gözetip yürütme
konusunda çocuk, akıl hastası gibi ehliyet yetersizliği içindeki
kişilerin yerini tutmasıdır. "... üzerine hak bulunan
kimse sefih, zayıf akıllı olur veya bizzat yazmaya muktedir
olamazsa velisi adalet üzere yazsın" (el-Bakara, 2/282)
âyetinde veli kelimesi bu anlamda kullanılmıştır.

Ehliyet yetersizliği içindeki kişilere
kasır denir. Kasırların iş ve ihtiyaçları ikiye
ayrılır. Birincisi evlendirmek, okutmak, tedavi ettirmek,
işe verip sanat öğretmek gibi kasırın bizzat
şahsı ile ilgili olanlardır. İkincisi de akitler,
tasarruflar, muhafaza ve harcama gibi malı nitelikli işlerdir.
Birinci türden işlerde kasırı temsile velâyet, temsilciye
veli; ikinci tür işlerde temsile vesayet, temsilciye vasi denir.

Kasırın babası ve babadan dedesi
bulunuyorsa, her iki temsil hakkı da bunlara aittir. Eğer bunlar
yoksa, velâyet ile vesayet birbirinden ayrılır. velâyet hakkı,
kasırın binefsihi asabeden olan akrabasına aittir,
bunlardan kasıra en yakın olanı velâyet hakkına
sahiptir. Asabeden kimse yoksa, velâyet hakkı ana tarafına
intikal eder. Evlilikte velâyet hakkı önce hasımlara, sonra
ammeye aittir. Küçüklerin evliliğinin geçerli olabilmesi velinin
iznine bağlıdır. Bu yetki baba ve dedeye aittir. Ergenlik
çağındaki kızların velisiz evlenip
evlenemeyeceği hakkında görüş
ayrılığı vardır. Ebu Hanife ve İmam Yusuf'a
göre ergin kızlar velilerinin izni olmadan evlenebilirler.

İslâm hukukçularının büyük çoğunluğuna
göre velâyet için dört şart vardır. Bunlar hür olmak, akıllı
olmak, büluğ çağında bulunmak ve Müslüman olmaktır.

Tasavvufta velâyet, mutasavvıfın
Allah'ı, Allah'ın mutasavvıfı dost edinmesi.
Allah'ı dost edinmesi, yalnız O'na kulluk etmesi ve boyun
eğmesi; Allah'ın mutasavvıfı dost edinmesi ise, tüm işlerini
yönetmesidir. Velâyet kavramı, egemenlik ve yöneticilik anlamındaki
velâyet kelimesi ile de ifade edilir. Tüm mutasavvıflar, velâyetin
tasavvufun özünü oluşturduğunu sözbirliği içindedirler.
Ancak kavram tasavvuf tarihi boyunca farklı biçimlerde anlaşılmış,
yorumlanmıştır.

Kur'ân'a göre velâyet, Allah'a inanmak, emir ve
yasaklarına titiz biçimde uymak demektir. Bir âyette Allah
velilerine korku olmadığı, onların üzülmeyecekleri
bildirilir (Yunus, 10/62). İzleyen âyette de bu velâyetin tanımı
yapılır: İnanmak ve muttaki olmak (Yunus, 63). Başka
bir âyette de muttaki insanın nitelikleri açıklanır. Buna
göre muttaki insan Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara,
peygambere inanan, sevdiği malını yakınlara, yetimlere,
yoksullara, yolda kalmışlara, kölelere harcayan, namaz kılan,
zekat veren, yaptığı anlaşmanın gereklerini
yerine getiren, sıkıntı, hastalık ve savaş
zamanlarında sabreden müminlerdir (Bakara, 2/177). Bu tanıma göre
velâyet gerçek anlamdaki tüm mü'minlerin niteliğidir.

Mutasavvıflar, ilk zamanlarda Kur'ân-ı
Kerım'de tanımladığı velâyete yakın bir
anlayış içinde bulundukları halde, zamanla yeni yorumlara
ulaştılar. Buna göre velâyet genel (velâyet-i amme) ve özel
(velâyet-i hassa) olmak üzere ikiye ayrılır. Genel velâyet
Kur'ân'ın tanımladığı velâyettir. Bu anlamda
her Müslüman Allah'ın velisidir. Özel velâyet ise, özel
yöntemlerle kendisini arındırarak keşif, ilham ve keramet
sahibi olan mutasavvıflara özgüdür. Bu anlamdaki velâyet,
mutassavvafın beşeri niteliklerini yok ederek kendisini
Allah'ın irade ve idaresine bırakmasını dile getirir.
Ne var ki, tasavvufa felsefi düşünceyi sokan Muhammed bin Ali Hakim
Tirmizî (ö. 898) ile birlikte yeni ve bütünüyle farklı bir velâyet
anlayışı geliştirilmiş ve bu anlayış tüm
mutasavvıflarca benimsenmiştir.

Hakim Tirmizî tarafından geliştirilen velâyet
anlayışı, egemenlik ve yöneticilik anlamına gelen vilâyet
kavramına dayanır. Bu anlayışta velâyet, Allah'ın
kainat üzerindeki yönetim hakkının velilere devri
anlamına gelir. Tüm kainat, ilahi iradenin kendilerinde zuhur ettiği
veliler tarafından idare edilir. Bu anlayış ricalü'l-gayb
adı verilen bir veliler düzeninin kabul edilmesiyle sonuçlanmıştır.
Kutubun yönetimindeki bu düzen evtad, nüceba, nükeba, abdal, büdela
gibi adlarla anılan veliler hiyerarşisinden oluşur.

Hakim Tirmizî'nin getirdiği velâyet anlayışı
İbn Arabî ve izleyicilerince geliştirilerek
sistemleştirildi. Buna göre velâyet Allah'ın mutlak velâyeti
(velâyet-i mutlaka-i ilahiye) ve özel Muhammedî velâyet olmak üzere
ikiye ayrılır. Allah'ın mutlak velâyeti, tüm peygamber ve
velilerdeki velâyeti toplayan, tüm nesnelerin niteliklerini ve tüm varlıkların
sabit gerçekliklerini (ayan-ı sabite) kuşatan bir velâyettir.
Allah'a özgü bu velâyet nedeniyle Allah'ın esmaü'l-hüsnasından
(güzel adlar) biri de Veli'dir. Özel Muhammedî velâyet ise, tüm
ilahî isim ve sıfat(arı toplayan, tüm zorunlu ve mümkün
hakikatlerin kaynağı olan mertebeyi oluşturur. Bu mertebeye
mişkat-ı hatem-i velâyet (velâyet mührünün kandili) denir.
Son Peygamber'in batını olan bu mertebe, tüm peygamber ve
velilerin bilgi kaynağıdır.

Özel Muhammedî velâyet ruhi ve suri (biçimsel)
yönetimi birleştiren ve birleştirmeyen velâyet olarak ikiye
ayrılır. Ruhi ve suri tasarrufu (yönetim) birleştiren velâyet,
kainatın manevi yöneticisi kutub ile dünyevi yönetici olan
hükümdarın yönetimini içine alır. Bu da halifelikte
birleşen ve halifelikten ayrılan velâyet şeklinde ikiye
ayrılır. Muhammedî velâyetin dört hatemi (mührü) vardır.
Ruhi ve suri tasarrufu birleştiren velâyetin mührü Ali bin Ebu
Talib'tir. Buna hatem-i kebir denir. Ruhi ve suri tasarrufu birleştiren
velâyetin ikinci mührü de kıyamet öncesinde ortaya çıkacak
olan Mehdi'dir. Velilikle sultanlığı birleştirecek son
veli olacak Mehdi'ye hatem-i sağir de denir. Ruhi ve suri tasarrufu
birleştirmekle birlikte yalnız ruhi tasarruf yetkisine sahip
olan velâyetin hatemi Muhyiddin İbn Arabî'dir. Buna hatem-i asgar
da denir. Genel velâyetin kendisiyle sona ereceği son hatem ise yine
kıyametten önce gökten inecek olan Hz. İsa'dır. Hz. Isa
ile birlikte zaman sona erecek ve kıyamet kopacaktır.

İbn Arabî çizgisi dışında bir
tasavvuf anlayışını sistemleştiren İmam
Rabbanî'ye göre velâyet-i suğra, velâyet-i kübra ve velâyet-i
ulya adlarını taşıyan üç tür velâyet vardır.
Velâyet-i evliya da denilen velâyet-i suğra, ermişlerin
veliliği demektir. Bu velâyette ilahî fiillerin tecellilerinden,
isim ve sıfatların gölgelerinde seyir sözkonusudur. Velâyet-i
enbiya da denilen velâyet-i kübra, ilahî isimler, sıfatlar ve zatî
şuun dairesindeki seyirdir. Velâyet-i ulya, meleklerin taayyün
ilkeleridir.

Ahmet ÖZALP


Konular