Şamil | Kategoriler | Konular

Vekalet

VEKÂLET

Korumak, kifayet, sorumluluğunu yüklenmek,
itimat, gözetmek, teslim, işi birisine vermek. Istılahta: Bir
kimsenin bizzat kendisinin de yapabileceği muamelattan olan bir
işi yapması için bir başkasını yetkili
kılması karşılığında kullanılan
bir tabirdir. Mesela bir kimsenin bizzat kendisinin satabileceği bir
malı satması için bir başkasını yetkili
kılması bir vekâlettir. Mecellede bu akit: "Bir kimse işini
başkasına tefviz etmek ve o işte onu kendi yerine ikame
eylemektir" şeklinde tarif edilmiştir (Mecelle, madde,
1449).

Kendisine başkası tarafından bir
işi yapması için yetki verilen kişiye vekil, bu yetkiyi
veren kişiye müvekkil, vekil edilen kişinin yapacağı
tasarrufa müvekkeltın bih, yetki verme olayına tevkil denilir
(Ali Haydar, Dureru'l Hükkâm Şerhu Mecelleti'l-Ahkâm,
Istanbul,1330 III, 790; Hacı Reşit Paşa,
Rulıu'l-Mecelle VII, 2; Ö. N. Bilmen, Hukuku İslâmiyye ve Istılahatı
Fıkhıyye Kamusu, VI, 309).

Vekâlet İslâmiyetin caiz gördüğü bir
akittir. Bu akdin meşrûiyeti kitap, sünnet ve icma ile sabittir.
Nisa sûresinin 35. ve Kehf sûresinin 19. âyetleri vekâletin meşruyetinin
Kur'ân'daki delilidir. Hz. Peygamber (s.a.s)'in kurban almak için Hakîm
b. Hizâm'ı ve zekat toplamaları için bir takım
memurları vekil tayin etmesi de Sünnetten delildir. Ayrıca vekâletin
caiz olduğunda İslâm uleması ittifak halindedir (İbn
Kudâme, V, 79). Ayrıca akıl da bu akdin meşru
olmasını gerektirir. Çünkü herkes her işini bizzat
kendisi yapamayabilir. Dolayısıyla o işi yâptırmak için
bir başkasına yetki vermek ihtiyacındadır.

İslam hukukunun meşru gördüğü diğer
ahitlerde olduğu gibi vekaletin rüknü de icap ve kabuldür.
İcap ve kabul müvekkilin, "Seni şu malı satman için
vekil tayin ettim"; vekilin de "kabul ettim" demesi gibi
sarahaten olabileği gibi, birisi tarafından açıkça
söylenerek sarahaten, diğerinin de susması ile delâlet yoluyla
olabilir.

Vekâlet akdinde kullanılan lafızlar
şunlardır: Tevkil, izin, tefvîz, emir, rıza, dilemek
(meşiyet), irade, vesayet ve teslîttır (bkz. Ali Haydar,
a.g.e., III, 794, 795).

Vekâletin Caiz Olup Olmadığı Konular

Vekâlet, bir kimsenin bizzat kendisinin yapabileceği
her türlü muamelede caizdir. Yani kişi kendi yapabileceği
meşru bir muamelede bir başkasını vekil tayin edebilir
(el-Merğınanî, el-Hidâye, III,136). Buna göre, alım
satım, havale, rehin, daman, kefalet, şirket, vedia, mudarabe, müzaraa,
müsakat, icare, ceâle, karz, sulh, vasiyet, hibe, vakıf, sadaka,
fesh, ibra, nikah, talak gibi konularda vekâlet caizdir. Ama herkes için
alabilmesi mübah olan, dağdan ot ve odun toplamak, denizden
balık tutmak, dağda av avlamak gibi konularda vekâlet caiz değildir.

Hakları istemede ve mahkemede savunmada vekâlet
caizdir. Fakat şahitlikte, yeminde, adakta caiz değildir. Zina
haddi gibi Allah hakkı olan hadlerin istifasında da vekâlet
caizdir (İbn Kudâme, a.g.e., V, 203 vd). Ancak bu konularda
vekâletin cevazı mutlak değildir. Bir takım kayıt ve
şartlara bağlıdır. Bu şartlar vekâletin sıhhat
şartları başlığı altında ele
alınacaktır.

İbadetlerin ifası konusunda vekâletin caiz
olup olmayacağı, ibadetin cinsine göre değişir.
Bilindiği gibi ibadetler, bedenî, malî ve hem bedenî hem malî
olmak üzere üç çeşittir. Namaz, oruç gibi sırf bedenî olan
ibadetlerde vekâlet caiz değildir. Zekât vermek, kurban kesmek gibi
sırf malî olan ibadetlerde vekâlet caizdir. Yani bir kimse malının
zekâtını bizzat kendisi verebileceği gibi bir
başkası eliyle de verebilir. Hac gibi hem bedenî hem de malî
olan ibadetlerde ise vekâletin cevazı, müvekkilin durumuna bağlıdır.
Müvekkil bu ibadeti bizzat kendisi yapamayacak derecede müzmin hasta
veya yaşlı ise yerine başkasını gönderebilir.
Aksi takdirde bizzat kendisinin hacca gitmesi gerekir. Bu kayıt farz
hac ile ilgilidir. Nafile olan hacda mutlak olarak vekâlet caizdir (İbn
Kudame, a.g.e., V, 202 vd).

Vekalet Çeşitleri

Vekâlet, vekâlete konu olan şeyler itibariyle
ikiye ayrılır:

a- Umumi vekâlet: Müvekkilin, vekili kendi adına
her türlü tasarrufta bulunabilmesi için yetkili kılmasıdır.
Bu tür vekâlet çeşidinde, vekil, müvekkili adına muavazah
olan tüm akitlerde bulunabilir, teberru cinsinden olan akitlerde
bulunamaz.

b- Hususi vekâlet: Belirli bir konuya inhisar
ettirilmiş olan vekâlettir. Bu tür vekâlette müvekkil, vekili
mesela sadece bir malı satıvermesi ve satması gibi belirli
bir konuda yetkili kılar. Dolayısıyla vekil, o malı
sattığında ya da aldığında vekâlet sona
erer.

Vekâlet, rükünler itibariyle de beş kısma
ayrılır. Bu açıdan olan vekâlet çeşitleri de
şunlardır:

1- Mutlak vekâlet: Bir şarta veya zamana
bağlı olmayan vekâlettir. Bu çeşit bir vekâlet, taraflar
vekâlet akdine son vermedikleri müddetçe devam eder.

2- Mukayyet vekâlet: Belirli bir şart veya
zamanla kayıtlı olan vekâlet.

3- Devrî vekâlet: Vekilin her azledilişinde
yenilenen vekâlet.

4- Muzaf vekâlet: Belirli bir zaman sonra başlaması
şart koşulan vekâlet. Mesela, falan ayın üçünden
itibaren bir işi yapmakla yetkili kılmak, bu çeşit bir vekâlettir
(Ali Haydar, a.g.e., 804, 813).

Bir başka açıdan da vekâlet, husumette
vekâlet ve diğer tasurruflardaki vekâlet olmak üzere taksime
tabidir.

Vekâletin Şartları

1- Müvekkilin vekil tayin ettiği bir işi
bizzat kendisinin yapabilme ehliyetine sahip olması gerekir.
Dolayısıyla, mümeyyiz olmayan çocuğun ve delinin birisini
vekil tayin etmesi caiz değildir.

2- Vekil akîl ve mümeyyiz olmalıdır.
Baliğ olması şart değildir. Ama baliğ olmayan mümeyyiz
çocuğun vekil olarak bulunduğu bir tasarruf sonucu olarak akde
ait olan haklar vekile değil, müvekkile döner.

3- Vekil belli olmalı ve vekil olduğu
şeyin ne olduğunu bilmelidir.

4- Vekâlete konu olan tasarruf, vekâleti kabul eden
bir tasarruf türü olmalıdır. Dolayısıyla,
yukarıda vekâletin caiz olduğu akit ve tasarruflarda vekâlet
caiz, diğerlerinde caiz değildir.

5- Vekâlete konu olan tasarruf, bizzat vekil tarafından
yapılması meşru bir tasarruf olmalıdır. Buna göre,
bir müslümanı içki, domuz gibi din nazarında mal olmayan bir
şeyi satın alması veya satması için vekil kılması
caiz olmaz.

Vekletin Hükmü

Vekâlet, her iki taraf açısından da
bağlayıcı olmayan (gayri lazım) bir akittir.
Dolayısıyla hem vekil, hem de müvekkil istedikleri zaman
vekâlet akdine son verebilirler. Vekil, vekil olduğu işi
yapmaya zorlanamaz. Bu konuda da malî bir tasarrufta bulunmak üzere
vekil olan ile, bir davada vekil olan arasında fark yoktur. Ama
eğer vekâlet, ücret mukabili ise vekil, vekil kılındığı
işi yapmaya zorlanır (Mecelle, madde, 1504, 1512). Vekâlet,
gayri lazım bir akit olması hasebiyle, bu akitte şart
muhayyerliği de yoktur. Çünkü buna ihtiyaç yoktur.

Vekil, vekil kılındığı konuda
tasarruf yetkisine haizdir. Şayet vekâlet akdi yapılırken
müvekkil, vekili bazı kayıtlarla sınırlarsa vekilin
bu kayıtlar dışında çıkması caiz
değildir. Mesela bir mal satın alması için birisini vekil
kılan kişi, satın alınmasını istediği
malın cinsini, özellikleri, fiyatını belirtmişse
vekil, kendisine emredildiği şekilde hareket etmek
zorundadır. Aksi halde satın aldığı malı müvekkili
adına değil, kendi adına almış olur. Fakat müvekkil,
vekili tasarrufunda sınırlanamaz, tamamen serbest
bırakırsa başka bir ifade ile, "dilediğin gibi
hareket edebilirsin" derse, vekil istediği gibi davranmakta
serbesttir. Vekil, malı alırken müvekkil adına satın
almış olması ve fahiş aldanmaya varacak (gabn-i
fahiş)* derecede pahalı olmaması şartıyla müvekkilin
bu satın ahşa itiraz etme ve malı kabullenme yetkisi
yoktur.

Vekilin, müvekkilin emrine uymaması durumunda bu
muhalefet, müvekkilin menfaatine ise, bu muhalefet caiz ve vekilin
tasarrufu müvekkil adına geçerlidir. Ama müvekkilin zararına
ise bu tasarruf, müvekkil adına değil kendi adına geçerlidir.
Şayet, müvekkil vekile muayyen bir malı satın alması
için vekâlet vermişse vekilin bu malı kendi adına
satın alması caiz değildir. Ancak, kendisine yetki verilen
semen * türünün dışındaki bir bedel mukabili satın
alırsa bu durumda kendi adına satın almış
sayılır.

Vekil, müvekkil adına satın almış
olduğu malın parasını kendi cebinden öderse müvekkil
parayı vermedikçe vekil malı teslim etmek zorunda
değildir.

Vekilin yapmış olduğu akdin hukuku
(mesela savaşta, malı ayıplardan salim bir şekilde
teslim etmek, parayı istemek ve kabzetmek, kefil veya rehin istemek
vs), alım satım, icafe gibi, kendisine izafe ettiği
akitlerde vekile döner. Dolayısıyla satışta müşterinin
muhatabı, esas mal sahibi değil, vekildir. Satın almada
alıcının muhatabı vekildir. Fakat nikah, hulu', kasten
öldürmeden dolayı yapılan sulh vs gibi, vekilin müvekkiline
nisbet ettiği akitlerin hukuku müvekkille racidir. Dolayısıyla
vekâlet yoluyla birisini bir kadınla evlendiren kişi mehir
vermekle yükümlü değildir. Bu yükümlülük müvekkile yani
evlenmiş olan şahsa aittir (el-Mevsır, el-İhtiyar li
Ta'lılıli'l Mulrtar, II, 157 vd).

Vekilin, vekil olduğu konuda bir üçüncü
şahsı vekil tayin etmesi, müvekkilin iznine veya kendisinin
dilediği gibi hareket edebilmesi için serbest bırakmış
olması haline bağlıdır (Mecelle, madde, 1466).

Vekâlet, ücrete mukabil olabileceği gibi teberru
kabilinden ücretsiz de olabilir. Şayet akit esnasında ücret
şart koşulmuşsa vekil vekâletin gereğini ifa ettikten
sonra ücreti hak etmiş olur. Şayet akit esnasında ücret
şart koşulmamışsa, bakılır; eğer vekil
avukat, komisyoncu gibi ücretle iş yapan birisi ise
yaptığı işin ecr-i mislini * alır. Ama ücretle iş
yapan birisi değilse yaptığı işi teberruen
yapmış sayılır.

Bu malı satma, satın alma veya bir borcu
ödeme ya da tahsil etme gibi, vekilin elinde müvekkilin malının
bulunmasını gerektiren bir konuda, vekilin elindeki mal
emanettir. Dolayısıyla bu mal; vekilin kusuru veya haksız
fiili olmadan telef olursa onu tazmin etmek zorunda değildir.

Fasit şartlar, vekâleti ifsad eder. Vekâletin
bir şarta bağlanması veya zamana izafe edilmesi caizdir. Bu
durumda vekâlet ahkâmı bağlandığı şart
veya izafe edildiği zamanla kayıtlıdır. Mesela birisi
birisine; "Falan adam şu zamana kadar gelirse, benim şu
malımı ona sat" diye bir vekâlet verse bu vekâlet o adamın
anılan zamana kadar gelmesine bağlıdır.

Husumette Vekâlet

Prensip olarak, husumette (hâkim huzurunda
müvekkilini savunmaya) vekâlet bütün müctehidlere göre caizdir.
Çünkü herkes kendi davasını bizzat takip etme ve savunma imkânı
bulamayabilir. Kişiler arasında hakkım maharetle savunanlar
olabileceği gibi, meramını ifadeden aciz, söylediği sözün
sonunun nereye varacağım kestiremeyecek durumda olanlar da
vardır. Hakim, kendisine anlatılana ve önünde ortaya konulan
delillere göre hüküm vereceğine göre, insanlar arasındaki bu
farklılık hakların zayıfına, adaletin gerçekleşmemesine
sebep olabilir. İşte husumette vekâlet, bu sakıncayı
telafi edecek bir yoldur. Husumette vekâletin cevazında, müvekkilin
davacı veya davalı olması arasında fark yoktur. Ancak
Ebu Hanife, bu tür bir vekâletin caiz olmasını -yolculuk,
hastalık, kadının erkekler arasına çıkmaması
gibi meşru bir mazeret yoksa- hasmın rızasına
bağlamıştır (Merğınanî, Hidâye, III,136.)
Ancak bu şart, bu vekâletin sıhhati için değil
bağlayıcılığı için gereklidir. Yani hasım,
karşı tarafın vekiline itiraz etmezse,
rızasını beyan etmemiş bile olsa bu vekâlet caizdir.
Ebu Hanife'nin bu görüşünün noktayı nazarı şudur:
Hasımlardan her biri diğerine hâkim huzurunda cevap vermek
zorundadır. Vekâlet, bu hakkın ifasına manidir.
Ayrıca vekil durumunda olan kişiler, konuşma kabiliyetleri,
mahkeme safahatına olan ittılaları ve tecrübeleri ile hakkı
batıl, batılı hak gösterebilirler. Bu durumda hasmın
da aynı şekilde vekil olarak bulması gerekebilir. Oysa bu
hasmın takatı dışında olabilir. Neticede de hak
tecelli etmez. Onun için, husumette vekâletin cevazı hasmın
rızasına bağlıdır.

Diğer üç mezhep imamı ile birlikte
Hanefilerden Ebu Yusuf ile Muhammed'e göre, hasımlardan birisi,
diğeri razı olmasa bile mahkemede kendi yerine vekil
bulundurabilir. Çünkü vekil tayin eden hasım, vekilin hem
karşı tarafın sorusunu cevaplandırması hem de
kendi hakkını savunması için vekil etmiştir. Müvekkil
bunları bizzat kendisi yapabileceği gibi vekili eliyle de
yapabilir. Mecelle bu görüşü benimsemiştir (Mecelle, madde;
1516)

Husumete vekâlet, özel bir dava ile ilgili olabileceği
gibi umumi de olabilir. Özel bir dava ile ilgili olması halinde,
dava konusunun ve hasmın belirtilmesi gerekir. Vekâletin umumi olması
durumunda ne dava konusunun ne de hasmın belli edilmesi gerekmez.
Husumete vekâlette, vekilin elinde yetkili mercilerce (mesela noterden)
verilmiş vekâlet belgesinin bulunması gerekir (Hacı
Reşit Paşa, a.g.e., VI, 66; Bilmen, a.g.e., VI, 346 vd).

Husumete vekalet Hanefî imamlarından Ebu Hanife,
Ebu Yusuf ve Muhammed'e göre aynı zamanda kabza vekâlettir. Yani,
husumete vekil olan avukat mahkemede davayı kazanınca müvekkili
için hak etmiş olduğu malı kabzetmekle yetkilidir.
Çünkü dava neticesinde sabit olan bir alacağı tahsil, o
davanın mütemmimidir (Merğınanî, a.g.e., III, 149).
İmam Züfer'e göre ise husumete vekil olan kişi kabza vekil
değildir. Dolayısıyla müvekkil için mahkemede sabit olan
hakkı kabza yetkili değildir. Çünkü vekilin mahkeme
neticesinde hak ettiği alacağı tahsil edip kendisi için
sarfetmesi mümkündür. Mecelle cemiyeti, İmam Züfer'in görüşü
istikametinde madde tazmin etmiştir (Madde,1519). Ebu Hanife'ye göre,
aynı şekilde, bir alacağı kabza vekâlet, husumete
vekâlet değildir. Mecelle bu konuda da, Sahibeyn'in görüşünü
esas almıştır.

Vekâletin Sona Ermesi

Vekâletin sona ermesi şu yollarla olur:

1- Müvekkilin azliyle: Vekâlet, bir gayri lazım
akit olması hasebiyle müvekkil, bir başkasının
hakkının taalluk etmiş olmaması kaydıyla vekilini
dilediği zaman vekâletten azledebilir. Bu tür azillere, azl-i
hakîkî denilir. Hakiki olan azillerde, vekilin azilden haberdar edilmesi
gerekir. Aksi halde, azli öğreninceye kadar ki tasarrufları müvekkil
namına olmuş olur.

2- Müvekkilin ölümü, sürekli bir şekilde
cinnet getirmesi, dinden çıkıp dârü'l-harbe* iltihakı
ile. Bu grup da bir çeşit azildir. Bu tür azillere azl-i hükmî
denilir. Azl-i hükmîde, vekilin haberdar olması şart
değildir. Yani, müvekkilin ölümü bilmese bile, o andan sonraki
tasarrufları kendi adınadır.

3- Vekilin ölmesi veya sürekli bir şekilde
cinnet getirmesiyle,

4- Vekilin, kendisini vekâletten azletmesi ile
vekâlet sona erer. Ancak, yukarıda işaret edildiği üzere
bu, vekâletin ücret mukabili olmaması durumundadır. Çünkü o
zaman akit lazım olur. Vekâlete konu olan tasarruf tamamlanmadıkça
vekilin kendisi azletmesi mümkün olmaz. Vekilin kendisini vekâletten
azletmesi durumunda da, vekilin azli müvekkile bildirmesi gerekir. Aksi
halde, müvekkil öğreninceye kadar vekâlet hükmü devam eder.

5- Müvekkelün bih (vekâlete konu olan şey)in
sona ermesi ile vekâlet de sona erer. Bir, müvekkelün bihi bizzat
müvekkilin yapmasıyla olabileceği gibi, vekilin yapması
ile de olabilir. Dolayısıyla; mesela biri malını
satması için birisini vekil eden kişi, o malı bizzat
kendisi veya vekil ettiği kişi satsa vekâlet akdi sona ermiştir.
Çünkü vekâlete mahal kalmamıştır:

Hüseyin KAYAPINAR


Konular