Şamil | Kategoriler | Konular

Tekasür suresi

TEKÂSÜR SÛRESİ

Kur'an-ı Kerîm'in yüzikinci suresi, sekiz ayet,
otuzaltı kelime ve yüzelliki harften ibarettir, fasılası
ra, mim ve nun harfleridir. Mekkî sûrelerden olup, Kevser suresinden
sonra nâzil olmuştur. Adını ilk ayetinde geçen ve "çoklukla
övünmek" anlamında kullanılan "Tekâsür"
kelimesinden almıştır.

Sure, insanların, nimet olarak verilen dünyaya
ait şeyleri kendilerine ilâhlar edinip, onlara tapınmalarını
şiddetli bir üslûpla tenkid ederek, böyle davrananların
ahirette uğrayacakları elim azabı haber vermektedir.

İnsanoğlu, haktan uzaklaşıp,
cehaletin karanlığında kaybolduğu zaman, dünyaya ait
olan maddî menfaatlere o derece değer verir ki, sanki ebediyen
kaybetmeyecekmiş gibi onlara hizmet etmeye, varlıklarıyla
öğünmeye başlar. Resulullah (s.a.s) insanın bu süflî
yönünü; "Eğer insanoğlunun elinde iki vadi dolusu mal
olsa, üçüncü vadiyi ister. İnsanoğlunun gözünü ancak
toprak doyurur" (Buharî, Rikak, 10) ifadesiyle veciz bir
şekilde ortaya koymaktadır. Allah Teâlâ, malları ve
çocukları birer imtihan aracı kılmış,
onların veriliş hikmetini kavrayanlara da büyük ecirler
vadetmiştir: "Bilin ki, sizin için mallarınız ve
evlatlarınız ancak bir imtihandır ve asıl büyük
mükâfat elbette Allah nezdindendir" (el-Enfal, 8/28).

İşin hakikati böyle olmakla birlikte cahilî
toplumlar arasında mal, evlat ve soy gibi unsurlar birer üstünlük
sebebi ittihaz edilmiş, üstünlük iddiasında yarışma
ve çekişmelere kaynak olmuşlardır. Bu konu da o kadar
ileri gidilmişti ki, hayatta olanların sayısı
yetmediği için, mezarlıklara giderek oradaki ölülerin sayısını
bile işin içine katıp çokluklarını iftihar vesilesi
yapıyorlardı (İbn Kesîr, Tefsiru'l-Kur'ani'l Azim,
İstanbul 1985, VIII, 493).

Sure, bu gibi mal, evlat ve değişik dünyevî
varlıklarla iştigal edip her şeyi unutarak, ibadet
edercesine onlara bağlanan ve bunu diğer insanlara üstünlük
aracı olarak kullanan toplulukların, yaptıkları bu
mantık dışı hareketin onları ilâhî
gerçeklerden ne kadar uzaklaştırdığını açıklamakta
ve onları gelecekte ilâhî azapla uyarmaktadır: "Çoklukla
övünmek, sizi kabirlere varıncaya kadar meşgul etti.
Hayır! İleride bileceksiniz" (1-4).

Allah Teâlâ, eğer insanlar iddia ettikleri gibi
gerçekten bilgi sahibi olsalardı, cehennemin
varlığının hakikatını
anlayacaklarını ve bu gibi sapık işler işlemekten
kaçınacaklarını bildirmektedir: "Hayır, kesin
bilgi ile (gerçeği) bilseydiniz mutlaka cehennemi görür (onun varlığını
gözle görmüş gibi kabul ederdiniz)" (5-6).

Dünya hayatına dalıp, dünyada terkedip
gidecekleri şeyleri çoğaltmak için, yeryüzündeki varlık
gayesini unutan, gaflet içerisindeki insanlar, bu hayatı
bitirdikleri zaman, cehennem gözlerinin önüne getirilecek ve
yeryüzünde verilen nimetlerin hesabı kendilerinden
sorulacaktır: "Sonra cehennemi bizzat gözünüzle mutlaka
göreceksiniz. Sonra o gün, verilen her nimetten sorguya çekileceksiniz?
(7-8) .

Ömer TELLİOĞLU


Konular