Şamil | Kategoriler | Konular

Tazminat

TAZMİNÂT

Arapça "da-me-ne" kökünden "tef'îl"
babında bir mastar olan "tazmîn" kelimesinin çoğuludur.
Sözlükte kefil olmak, borçlanmak, garanti vermek, tazmin yükümlülüğü
altına girmek ve korumak anlamlarına gelir. Zararın yükümlü
tarafından karşılanması anlamında "tazmîn"
veya bunun yerine "damân" sözcüğü kullanılır.
Damân terim olarak "tazminât" ve "keffâret"
anlamlarında olmak üzere iki ayrı anlamda kullanılır.
İlk anlamı Hanefîler tercih ederken, Şâfiî, Mâlikî ve
Hanbelîler kefâlet anlamını tercih etmişlerdir.

İslâm hukukunda tazminat şöyle tarif edilmiştir:

"Helâk olan şey mislî ise mislini, kıyemî
ise kıymetini vermekten ibarettir" (bk. Mecelle, Madde, 416).
el-Gazzâlî'nin (ö. 505/1111) tarifi şöyledir: "Bir şeyi
geri vermek veya telef olmuş ise mislini ya da değerini bedel
olarak vermektir" (el-Gazzâlî, el-Vecîz, Mısır,
1317/1899, l, 205). Kısaca tazminat, tazmini gereken şey mislî
ise mislini, kıyemî ise değerini zarar görene vermektir.

Hanefîler dışındaki fakihlere göre
damân ve kefâlet eş anlamlı kelimeler olup şöyle tanımlanır:
Damân bir kimsenin zimmetinin başkasına ait bir borçla meşgul
olmasıdır (ed-Düsûkî, Hâşiye, Dâru'l-Fıkr t.y.,
III, 330). Ancak bu hukukçulardan "damân" kelimesini "tazminat"
anlamında kullananlar da olmuştur. Bazı kaynaklarda "Damânü'l-Gâsıb
(Gasbedilenin tazmin yükümlülüğü)", "Damânü'l-Müşterî
(Alıcının tazmin yükümlülüğü)", gibi bakışlar
bunu gösterir (İbn Receb, el-Kavâid, Ezher 1392/1972, 6).

Tazminâtın Delilleri

Başkasına verilen zarar mala, cana veya
bedene yönelik olur. Bu şekillerden birisi ile ortaya çıkan
zararın tazmin edilmesi gerektiği Kitap, sünnet, icmâ ve akıl
delillerine dayanır.

1- Kitap: Kur'an-ı Kerim'de zarara zararla
karşılık verme veya zararı giderme genel prensip
olarak şöyle belirlenmiştir: "Kim size
saldırırsa, siz de tıpkı size
saldırdıkları gibi, ona saldırın" (el-Bakara,
2/194). "Eğer ceza vermek isterseniz, size yapılanın
aynı ile karşılık verin" (en-Nahl, 16/126).
"Kötülüğün karşılığı da ona denk
bir kötülüktür" (eş-Şuarâ, 42/40). Bu ayetlerden anlaşıldığına
göre, başkasına verilen zarar mislî ise misli, kıyemî
ise değeri bakımından ne eksik ne de fazla
olmaksızın, denk bir biçimde karşılanmalıdır.

2- Sünnet: İslâm hukukunda zararı tazmin
ettirmenin meşru olduğunu gösteren birçok hadis vardır.
Birkaçı şunlardır: "Zarar vermek ve zarara zararla
karşılık vermek yoktur" (İbn Mâce, Ahkâm, 17;
Ahmed b. Hanbel, V, 327; Mâlik, Muvatta, Akdıye, 31).
"Başkasına ait bir malı alan, onu sahibine geri
verinceye kadar ondan sorumludur" (Ebû Dâvud, Büyû', 90;
Tirmizî, Büyû', 39; İbn Mâce, Sadakât, 5). Buna göre, başkasına
ait malı haksız olarak elinde bulunduran kimse, mal mevcutsa,
bunu aynen, telef olmuşsa, mislî ise mislî ile, kıyemî ise değeri
bakımdan tazmin etmelidir.

Cana veya bedene verilen zararın tazmini bir
hadiste topluca şöyle belirlenir: "Bir canı öldürmenin
diyeti yüz devedir. Burun, dil, dudaklar, husyeler, erkeklik organı
ve sırt omurgasının diyeti yine tam diyettir. Me'mûme ve
câize yaranın tazminatı üçte bir diyettir. Muhakkıle
yaranın tazminatı 15 deve, el ve ayak parmaklarının
her bir parmağın tazminatı 10 deve, bir dişin
tazminatı ise 5 devedir" (en-Nesâî, Kasâme, 46; Mâlik,
Muvatta', Akdıye, 1).

Hayvanın vereceği zararın da tazmin
edilmesi gerektiği bir hadiste şöyle belirtilir: "Bahçe
sahipleri bahçelerini gündüz korurlar. Hayvanların gece
verecekleri zararı ise sahipleri tazmin eder" (Ebû Dâvud,
Büyû, 92; Muvatta', Akdıye, 18; Ahmed b. Hanbel, V, 426).

3- İcmâ: Başkasının malına,
canına veya bedenine haksız olarak verilecek zararın tazmin
edileceği bütün İslâm âlimlerince üzerinde görüş
birliği bulunan bir husustur.

Tazminât Sebepleri

Tazminât ödemeyi gerekli kılacak bir zarar
meydana getiren fiil veya olaya "Tazminât sebebi" denir. Başlıca
tazminât sebepleri akit, telef etme, el koyma, tasarrufu engelleme
(haylûlet) ve aldatma olmak üzere beş tanedir.

1- Akit: Mecelle akdi şöyle tarif eder:
"Tarafların bir hususu iltizam ve taahhüt etmeleridir ki icap
ve kabulün irtibatından ibarettir" (Mecelle, Mad. 103). Akde Türkçe'de,
"sözleşme" denilmektedir. Akdin tazminat sebebi
olduğu ayet ve hadislerle sabittir. Kur'an-ı Kerîm'de: "Ey
iman edenler, akitleri yerine getirin? (el-Mâide, 5/1). "Sözleştiğiniz
zaman Allah'a verdiğiniz sözü tutun. Allah'ı kefil göstererek
sağlamlaştırdığınız yeminlerinizi
bozmayın" (en-Nahl, 16/91). "Sözünüzü tutunuz. Çünkü
verilen sözde sorumluluk vardır" (el-İsrâ, 17/34)
buyurulur. Diğer yandan Müslümanlar kendi koydukları
şartlara da uygun hareket etmelidir. Hadiste şöyle buyrulur:
"Müslümanlar kendi aralarında belirledikleri şartlara
uyarlar. Ancak helali haram, haramı da helal kılan şart
bundan müstesnadır" (Buhârî, İcâre, 14; Ebû Dâvud,
İcâre, 12; Tirmizî, Ahkâm, 17).

2- Telef etme: İtlaf yok etme, bozma ve öldürme
gibi anlamlara gelir. Bir fıkıh terimi olarak ise; bir malı
veya eşyayı kullanılmaz ve işe yaramaz hale
getirmektir. (el-Kâsânî, Bedûyiu's-Sanâyî, VII, 164).
İnsanı yaralama, öldürme ve organlarına zarar verme de
telef etme kapsamına girer. "Size saldırana
karşı, tıpkı saldıran gibi siz de ona
saldırın" (el-Bakara, 2/194) ayetine göre, başkasına
ait bir malı telef eden kimse bu mal mislî ise mislî ile, kıyemî
ise değeri ile ödemek zorundadır (el-Cassâs,
Ahkâmü'l-Kur'an, thk. Muhammed es-Sâdık Kamhâvî, Beyrut,
1405/1985, l, 326; el-Kurtûbî, el-Câmi'li Ahkâmi'l-Kur'an, Mısır
1935/1950. II, 357).

Başkasının malını telef
etmenin tazmin sorumlulugunu gerektirdigi şu hadiste belirlenir:
"Zarar vermek, zarara zararla karşılık vermek
yoktur" (İbn Mâce, Ahkâm, 17; Ahmed b. Hanbel, V, 327).

Eşyanın telef edilmesinde, telef edenin
kasıtlı veya hatalı olması arasında bir fark
yoktur. İnsanın telef edilmesinde ise kasıtla hata
farklı sonuç doğurur. Şöyle ki, kasten bir insanı
öldürene veya yaralayana kısas uygulanırken, hata ile bir
insanı öldüren diyetle yükümlü olur (es-Serahsî, el-Mebsût,
XI, 87; el-Kâsânî, Bedâyiu's Sanayi: VII, 165; eş-Şerâzî,
el-Mühezzeb, I, 368).

3- El Koyma: Başkasına ait bir malı
hukukî bir sebebe dayanmaksızın elde bulundurmaktır. Bu
eyleme "vaz'u'l-yed" veya "gasb" denir. Böyle bir malı
elinde bulunduran onu sahibine vermekle, mal telef olmuşsa bedelini
tazmin etmekle yükümlü bulunur. Delili şu hadistir:
"Başkasına ait bir malı alan, sahibine ödeyinceye
kadar ondan sorumludur" (Ebû Dâvud, Büyû 88; Tirmizî, Büyû 39;
İbn Mâce, Sadakât, 5). Hanefîlere göre el konulan malın
menkul olması şarttır. Gayri menkuller gasba elverişli
değildir. Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelîlere göre ise gayri
menkulün gasbı da mümkündür (es-Serahsî, el-Mebsût, XI, 73;
İbn Receb, el-Kavâid, thk. Tâhâ Abdurraûf Sa'd, Kahire,
1391/1971, 221)

Başkasının malını elinde
bulundurma tazminata konu olup olmaması bakımından ikiye
ayrılır: "Yed-i emânet" ve "Yed-i damân".

Emanet eli (Yed-i emânet), bir malı sahibinin
veya nass (ayet-hadis)in izni ile elde bulundurmaktır. Bir emâneti
elinde bulunduran ise onun telefinden yalnız kasıt, kusur veya
ihmali bulunduğu takdirde sorumlu olur. Kendiliğinden veya semavî
bir âfet sonucu telef halinde tazmin yükümlülüğü bulunmaz (İbn
Receb, a.g.e, 60).

İslâm hukukuna göre emânet hükmüne tabi
bulunan mallar şunlardır:

1- Emânet bakımından eşya (vedîa*)

2- Kullanılmak üzere verilen mal (âriyet*)

3- Rehin olarak bırakılan mal.

4- Vekilin elinde, müvekkile ait mallar.

5- Şirket malları.

6- Kiracının elinde bulunan menkul ve gayri
menkuller.

7- Vasinin veya velinin elinde bulunan çocuğa
veya kısıtlıya ait mallar.

8- İşçinin elinde bulunan işverene ait
mallar.

9- Devlet memurlarının elinde bulunan,
topluma ait menkul ve gayri menkuller.

10- Serbest meslek sahiplerinin elinde bulunan
sipariş verene veya müşteriye ait mallar (bk. es-Serahsî,
a.g.e, XI, 114, 157, XV, 103; el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', VI, 208,
217, IV, 174, 210, V, 64; İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Beyrut
1315/1897, VI, 468; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid,
İstanbul 1985, II, 193, 214, 254, 260; ez-Zeylaî,
Tebyînü'l-Hakâik, Beyrut, 1315/1897, III, 320, IV, 256; eş-Şîrâzî,
el-Mühezzeb, Mısır, t.y., 4, 316, 337, 359, 408).

Tazminat eli (yed-i damân), bir malı malik olma
veya yararlanma amacıyla izinsiz olarak elde bulundurmaktır.
Gasbedilen veya çalınan mal bu niteliktedir. Böyle bir malın
telef olması halinde telefte kasıt, kusur veya ihmal bulunmasa
da tazmin yükümlülüğü doğar (ez-Zühaylî,
Nazariyyetü'd-Damân ve Ahkâmü'l-Mes'ûliyyeti'l-Medeniyye, Dımaşk
1402/1982, 175; eş-Şîrâzî, a.g.e, 1, 296).

Gasb veya hırsızlık yoluyla elde
bulundurulmadığı halde şu mallar da telefte kasıt
veya kusur olmasa da tazmine konu olur. Satılan mal veya bunun bedeli
(el-Kâsânı, a.g.e, V, 238), sulh bedeli (el-Kâsânî, a.g.e, V,
238), hisseli olup paylaşılan mal (el-Kâsânî, VII, 24;
İbnü'l-Hümâm, a.g.e, VIII, 350).

4. Tasarrufu engelleme: İslâm hukukunda mal ile
sahibinin arasına girerek, malikin maldan yararlanmasına engel
olmak da tazminat sebebidir. Bir kimsenin emânet olarak aldığı
malı inkâr etmesi veya gâsıbın gasbettiği malı
başka bir beldeye gõndermesi tasarrufu engellemeye örnek
verilebilir. Hanefîlere göre bu durumda tazminatın gerekmesi için
fiilin mala yönelik olması gerekir. Hanefîler mal ile sahibi arasına
girmeye "mânen telef etme" ifadesini kullanırlar
(es-Serahsî, a.g.e, XI, 74, 97; el-Kâsânî, a.g.e., VII, 165). Delil
"Zarar vermek ve zarara zararla karşılık vermek
yoktur" (İbn Mâce, Ahkâm, 17; Ahmed b. Hanbel, III, 348)
hadisidir.

5- Aldatma: "ga-re-re" kökünden
"gurûr" mastarı aldatmak ve gafil avlamak demektir. Bir
terim olarak yanlış bilgi vererek veya aldatıcı fiil
yaparak bir kimseyi zarar göreceği tasarrufta bulunmaya sevketmektir
(et-Tehânevî, Keşsâfü İstilâhati'l-Fünûn, İstanbul
1984,11, 1091). Aldatmanın tazmin sebebi oluşu "Zarar
vermek ve zarara zararla karşılık vermek yoktur?
(İbn Mâce, Ahkâm, 17; İbn Hanbel, III, 348) hadisi ile
"Musarrât hadisi" (Buhârî, Büyû, 64; Müslim, Büyû, 11)
hadisinden çıkarılmıştır.

Aldatmanın tazminata sebep olması için aldatılanın
bunda bir kusurunun bulunmaması şarttır. Bu yüzden aldatılan
kimsenin, aldatıldığını bilmemesi ve bilecek
durumda olmaması gerekir (es-Serahsî, a.g.e, XI, 81 vd.;
el-Kâsânî, a.g.e, V, 25; ez-Zeylaî, a.g.e, VI, 145).

Yukarıdaki beş madde dışında
da bir malın niteliklerini değiştirme (tağyir) ve bir
malı kusurlu hale getirme (ta'yîb) gibi tazminat sebepleri
bulunabilir. Ancak bu sebepleri akit, itlaf ve vaz'u'l-yed, hatta yalnız
akit ve itlaf kapsamı içinde toplamak mümkündür. Nitekim beşerî
hukukta "haksız fiil" ve "sözleşme hükümlerine
aykırı hareket etmek" olmak üzere iki tazminat sebebi
kabul edilmiştir. Başka bir deyimle pek çok olan tazminat
sebepleri bu iki madde kapsamında toplanmıştır (bk.
Mustafa Reşit Karahasan, Sorumluluk ve Tazminat Hukuku, İstanbul
1989, I, 58).

Tazminat Çeşitleri

İslâm hukukunda mal, can veya bedene verilen
zararların tazmini, zararın insana yönelik olması halinde
diyet, erş, hukûmetü'l-adl, hukûmetü'l-elem ve gurre gibi çeşitlere
ayrılır. Eşyaya verilen zararların tazmini ise
"ta'viz" veya "damân" terimi ile ifade edilmektedir
ki, bu iki terim genel olarak diğer tazminat çeşitlerini de
kapsar.

nsana yönelik zararlarda diyet, ölümle sonuçlanan
zararın tazminidir (bk. "Diyet" mad.). Erş ve hukûmetü'l-adl
ise organların telefi veya yaralanması halinde bas vurulan
tazminat şeklidir (bk. "Erş" mad.). Hükûmetü'l-elem
ise; çekilen acı ve ızdırapların
tazminatıdır. Bu sonuncusu beşerî hukuklarda yer alan
"mânevî tazminat" benzeridir. Ğurre de anne
karnındaki çocuğa zarar verip, onun ölü olarak erken doğmasına
sebep olanın, bu ceninin mirasçılarına ödemek zorunda
olduğu bir tazminat türüdür (bk. "Ğurre" mad.).

Mala yönelik zararların tazmini ise iki
şekilde olabilir:

1- Misli ile tazmin: Zarar verilen mal, standart
(misli) mallardan ise, bunun yerine misli verilir. Buğday, arpa,
altın, gümüş, para, zeytinyağ, inşaat demiri,
çimento gibi ölçü, tartı veya standart olduğu için sayı
ile alınıp satılan şeyler mislidir (el-Fetâvâ'l-Hindiyye,
Mısır 1310/1892, IV, 12,13; Hamdi Döndüren, İslâm
Hukukuna Göre Alım Satımda Kâr Hadleri, Balıkesir 1984,
s. 84, 85).

2- Değeri ile tazmin: Misli olmayan, yani çarşı
ve pazarda aynı nitelikte benzeri bulunmayan bir malın telef
edilmesi halinde değeri üzerinden tazmin edilmesi gerekir. Bunlara
"kıyemi mal" denir. Hayvanlar, bina, halı,
kullanılmış nakil araçları bu niteliktedir. Bir
hayvan telef edilse, bunun para olarak değerini veya değerde ona
denk olan bir hayvanı bedel olarak vermek "değer ile
tazmin" sayılır.

Emânet akitleri

İslâm hukukunda emanet hükümlerinin uygulandığı
akit çeşitleri şunlardır:

1- Vedîa akdi: Bir kimsenin malını korumak
üzere başkasına vermesidir. Bu akit ya açıkça olur.
"Bu malı sana veda olarak bırakıyorum" demek
gibi. Veya delâlet yoluyla olur. Yangın sırasında
kurtarılan bazı malları acele ile komşulara
bırakmak gibi. Vedia olarak bırakılan eşyanın emânetçi
elinde emânet sayıldığı ve tazmin edilmesi
gerekmediği konusunda görüş ayrılığı
yoktur. Çünkü tazmin sorumluluğu ancak kasıt, kusur veya
ihmal sonucu telef halinde söz konusu olur. Delili şu hadistir:
"Emânetçinin, hiyânet etmedikçe tazmin sorumluluğu
yoktur" (ed-Dârekutnî ve el-Beyhakî'den naklen, Vehbe ez-Zühayli,
Nazariyyetü'd-Dımân, Dımaşk 1402/1982, 155). Mal sahibi
istediği zaman, emânet malı ona geri vermek gerekir. Ayette:
Şüphesiz, Allah emânetleri sahiplerine vermenizi emreder"
(en-Nisâ', 4/58) buyurulur.

Ancak şu durumlarda emânet malın tazmin
edilmesi gerekir. Malın telef olmasında emânetçinin kasıt,
kusur veya ihmalinin bulunması da şart değildir.

a- Emânetçinin malı korumayı terketmesi,

b- Malı, âdetlere göre yanına
bırakamayacağı kişinin yanında
bırakması,

c- Emânet malı kendi şahsi ihtiyaçları
için kullanması,

d- Emânet malla riskli yolculuğa çikması,

e- Mal sahibi isteyince, emânet malı inkâr
etmesi,

f- Emânet malı, emânetçinin kendi malı ile
veya başka bir emânet malla, ayrılmayacak biçimde karıştırması,

g- Malı koruma konusunda, emânet bırakanın
belirlediği şartlara aykırı davranması (es-Serahsî,
el-Mebsût, XI,110, 122 vd.; el-Kâsânî, Bedayiu's-Sanâyi VI, 208 vd.;
İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, VII, 91 vd.; İbn Âbidîn,
Reddü'l-Muhtâr, IV, 516 vd.)

2- Âriyet akdi: Bu, bir malın menfaatini
başkasına bedelsiz olarak temlik etmektir. Bir süre yararlanmak
üzere bir malı başkasına vermek gibi. Âriyet olarak
verilen mal, âriyet alanın elinde onu kullanması
sırasında da, kullanmadığı zamanda da emânet sayılır.
Bu yüzden kasıt, kusur veya ihmali bulunmadıkça teleften
sorumlu olmaz (es-Serahsî a.g.e, XI, 135; el-Kasânî, a.g.e, VI, 217;
İbnü'l-Hümâm, a.g.e, VII, 103; ez-Zühaylî, Nazariyyetü'd-Dımân,
156). Bu görüş Hanefîlere aittir.

Malikilere göre âriyet alan kimse, mal, elbise ve
zinet gibi saklanması mümkün olan cinsten ise, telefin kendi kusuru
yüzünden olmadığım isbat etmedikçe tazminatla yükümlü
olur. Hayvan ve gayri menkullerin telefinden ise sorumlu bulunmaz
(ez-Zühaylî, a.g.e, s. 157).

Hanbelîlere göre, âriyetin, âriyet alan tarafından
mutlak olarak tazmini gerekir. Kasıt veya kusurun bulunup
bulunmaması sonucu etkilemez. Delil, Safvân b. Ümeyye ile ilgili
hadistir. Hz. Peygamber Huneyn günü Safvân (r.a)'ten âriyet olarak zırh
istedi. Safvân, "Gasp olarak mı ya Muhammed" diye sorunca
"Hayır, tazmin edile?k bir âriyet olarak" cevabını
verdi (Ebû Dâvud, Büyû', 88). Bu hadis, âriyetin niteliğini ve hükmünü
belirlemektedir. Başka bir hadiste de, "Başkasına ait
bir malı alan el, onu geri verin?ye kadar bu maldan sorumludur"
buyurulur (Ebû Dâvud, Büyû', 90; Tirmizî Büyû', 39; İbn Mâce,
Sadakat, 5)

Sonuç olarak, Hanefîlere göre ariyet verilen mal
emânet, Hanbelîlere göre tazmin edilmesi gereken bir maldır.

3- Şirket akdi: Mal şirketlerinde,
şirkete ait malın ortakların elinde vedîa gibi emânet sayıldığı
konusunda fakihler arasında görüş birliği vardır.
Çünkü her ortak, diğer ortağın malını, ticaret
yapması amacıya ve sahibinin izniyle kabzetmiştir. Bu,
elinde bulundurma satış bedelini vermek için olmamıştır.

Buna göre mal, ortağın elinde helâk olduğu
takdirde haddi aşma bulunmadıkça mislini veya kıymetini
tazmin etmesi gerekmez. Çünkü her ortak korumada ve tasarrufta diğer
ortağın naibi durumundadır.

Kâr veya zararın miktarı yahut şirket
malının bir bölümünün veya tamamının zayi
olması konusunda ortağın sözü yeminiyle birlikte kabul
edilir. Ancak o, diğer bütün emânetlerde olduğu gibi
kasıt veya kusur halinde tazminle yükümlü olur (es-Serahsî,
a.g.e, Xl, 157; İbnü'l Hümâm, a.g.e, V, 27; İbn Abidîn,
a.g.e, III, 379; ez-Zühaylî, a.g.e, 158, 159).

Emek-sermaye ortaklığı olan "Mudârebe*"
yönteminde de işletmecinin vedî'daki gibi elinde olan muderabe
sermayesi emânet sayılır. Çünkü bunu, sahibinin izni ile
kabzetmiştir.

Bu yüzden isletmeci kasıt, kusur veya ihmali
olmadıkça meydana gelecek zarara katlanmaz. Onun zararı
emeğinin boşa gitmesi şeklinde ortaya çıkar.

4. Vekâlet akdi: Vekâlet, sõzlükte korumak ve yetki
vermek demektir. Bir terim olarak, bir kimsenin belirli caiz bir tasarrufu
yapmak üzere kendi yerine başkasına temsil yetkisi vermesidir.
İslam hukukçuları, vekilin elinde kabzettiği malın
veda vb. gibi emânet sayıldığı konusunda görüş
birliği içindedir. Çünkü onun eli, vedîa alanın eli gibi,
vekâlet verenin nihâyet elidir. Bu yüzden diğer emânetlerde olduğu
gibi tazmin yükümlülüğü doğar. Berî olunan yerlerde de
beri olunur. Kısaca vekil de kasıt, kusur veya ihmali
bulunmadıkça teleften sorumlu olmaz (ez-Zeylai, Tebyînü'l-Hakaik,
IV, 256; ez-Zühaylî, a.g.e., 160).

5. Vesâyet: Malının yönetilmesini ölümden
sonrası için başkasına vermektir. Yahut malı veya
çocuklarının maslahatını ölümünden sonrası için
başkasına vermesidir. Bir kimsenin ölümünden sonra
vasiyetlerinin yerine getirilmesi veya küçük çocuklarının
haklarının gözetilmesi yetkisini başka birisine vermesi de
"vesâyet" niteliğindedir.

6. Hibe akdi: Bir kimsenin hayatta iken nafile ibadet
olarak bir malını bedelsiz
bağışlamasıdır. Bu akit ancak teslimle tamam
olur. Hibe, Hanefîlere göre bağlayıcı olmayan bir teberru
akdidir. İslâm hukukçuları hibe edilen şeyi kabzetmenin
tazmini gerekmeyen bir emanet kabzı olduğu konusunda görüş
birliği içindedir. Çünkü hibe, âriyet veya vedîa verme gibi bir
teberru akdidir.

Hibe edilen şeyin emanet sayılması,
hibeden dönme halinde etkisini gösterir. Çünkü Hanefîlere göre karşılıklı
rıza veya mahkeme kararı ile hibeden dönmek mümkün ve
caizdir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Hibe eden,
karşılığı verilmediği sürece, hibesine başkalarından
daha fazla hak sahibidir" (İbn Mâce, Hibât, 6).

Şâfiî ve Hanbelîere göre ise, sadece babanın
çocuğuna verdiği şeyde hibeden rücû caiz olur. Delilleri
şu hadistir: "Hiçbir kimse için önce atıyye verip, sonra
rücû etmesi yoktur. Ancak babanın oğluna verdiği şey
müstesnadır" (Buhârî, Hibe, 12).

Hibe edilen şey helâk olur veya istihlâk
edilirse artık rücû imkânı kalmaz. Hibenin kabzı, hibe
edilenin yanında bir emânettir. Ancak hakimin hibe edileni geri
verme kararından sonra, hibe edilen bu karara uymaz ve hibe mal helâk
olursa tazmin sorumluluğu doğar. Çünkü emânetlerde,
istedikten sonra vermemek tazmini gerektirir (el-Kâsânî, a.g.e., VI,
128; İbn Âbidin, a.g.e., IV, 542; ez-Zühaylî, a.g.e., 162).

Hamdi DÖNDÜREN


Konular