Şamil | Kategoriler | Konular

Tahafüt

TAHAFÜT

Tahafüt; kelime olarak, genel anlamda tutarsızlık
ve çelişiklik anlamlarına gelmektedir. İslâm ilimleri
literatürunde ise, tahafüt denilince ilk anlamda aklımıza,
İmam-ı Gazzali ile başlayan Kelam-Felsefe ilişkisi ve
bu süreç çerçevesinde kaleme alınan Onun "Tahafütü'l-Felasife"
isimli eseri ile bu silsiledeki diğer eserler aklımıza
gelmektedir. Zira, bu silsile biraz sonra geniş olarak ele
alınacağı üzere, özellikle Kelam-Felsefe literatüründe
önemli bir yere sahiptir. Zira, Gazzali'nin Tahafütü Kelam ve Felsefe
meselelerinin bir arada tartışılıp ele
alındığı bir eser olup, bu konuda bir nevi odak olarak
tanınmaktadır. Burada meseleye biraz daha geniş bir
bakış açısı ile, kelam ilminin tarihi gelişimi
ve Kelam-Felsefe açısından bakmak suretiyle, Tahafüt sürecine
bir bu silsiledeki diğer Tahafutlere bir göz atalım;

Kelam ilmi tarihi gelişimi itibariyle ele
alınacak olursa, onun konularının benzerliği sebebiyle
bilhassa metafizik konularda açıkça görüşler beyan eden
Felsefe ile yakın bir temasa girmiş olduğu, inkarı
kolay olmayan bir gerçektir. Bu cümleden olarak Kelam-Felsefe
münasebeti söz konusu edildiğinde ilk akla gelen eserler
arasında Tahafütü'l-Felasife'nin ön plana çıktığı
görülmektedir. Zira, Tahafütü'l-Felasife, İslâm kültür hayatında,
sistemli bir tenkit metodu özelliğini taşıyan eserler
arasında yer almakta olup, ilk sırayı teşkil
etmektedir.

Bu sıranın başında yer alan
Gazzali'nin (505/1111) bu önemli eseri, hem kendi devrinde sonra oldukça
ilgi uyandırmış ve asırlar boyu
canlılığını korumuştur. Öyle ki, bir nevi
Tahafüt geleneği oluşmuş, aynı dönemde ve aynı
yıllarda bilebildiğimiz kadarıyla dört ayrı tahafüt
kaleme alınmıştır. Hatta bunların bir
kısmı doğrudan devlet teşkili ile
yazılmış, böylece idari kademede bile aynı
etkinliğini sürdürmüştür.

Gazzali'nin yaşamış olduğu Hicrî
V. yüzyıl siyasi, ilmi ve dini yönden önemli olayların
meydana geldiği bir dönemdir.

Siyasi bakımdan önemli olaylar arasında; Selçuklular'ın
başarıları, Fatimîler'ce desteklenen Batınler'in
faaliyetleri ve İslâm ülkelerine yöneltilen Haçlı seferleri
sayılabilir: (Prof Dr. Agâh Çubukçu, İslâm Düşüncesi
Hakkında Araştırmalar, Ankara 1983, 64).

İlmî ve dinî yönden meseleye bakacak olursak,
siyasi gelişmelerin paralelinde bir takım gelişmeler ve
faaliyetler müşahade edilmektedir. O dönemin, mezhep kavgaları
yönünden oldukça hareketli olduğu bilinen bir husustur. Bir yandan
Şiîler, öte yandan Batınler bir diğer yandan ise Kerramîler
bu mezhep kavgalarının başını çekiyorlardı.
Bağdat'ta Nizâmü'lMülk tarafından kurulan Nizamiye
Medreseleri, bu hususta devlet tarafından himaye edilen en büyük
ilim merkezi olarak, Ehl-i Sünnet'in görüşlerini koruma ve müdafaa
etme görevini yapıyorlardı. Fırkaların çoğalıp,
Batınîler'in etkin oldukları bir dönemde, bu medreseler
kültürel ve siyasal bakımdan oldukça önemli bir konudaydı.
Nizâmü'l-Mülk'ün 484/1091 yılında Gazzalî'yi bu
medreselerin başına getirmesiyle, zaten bu meselelerin içinde
bulunan Gazzalî, böylece söz konusu tartışmaların içinde
aktif bir görevde yerini almış olur. O, tabiatı
gereği din ve insanlık namına, bu ihtilafların
kalkması için elinden gelini yapar. Bu başka ifadeyle Selçuklu
sultanları, Batınler'e ve diğer Sünnî akîdeye muhalif
gruplara ordularıyla karşı koyarken, Gazzalî de onları
kalemiyle yenmeye çalışma gayretini sürdürüyordu. Bir başka
ifadeyle yapılan iş bölümünde Gazzalî'ye bu akımlara
karşı kalemle karşı durma görevi düşmüştü
denilebilir. Bunun bir diğer yönden faydası da Gazzalî'nin
daha rahat hareket etme imkanını bulmuş
olmasıydı.

Gazzalî burada sözü edilen ilmi ve siyasi tavrıyla
İslâm kültür hayatında, belli bir dönemin ve farklı bir
anlayışın başlatıcısı olarak
tanınmakta ve öyle bilinmektedir. O'nun önderliğini
yaptığı anlayışın ve ilmî tutumun en
önemli yanlarından birisi, mantık ilmine karşı
takındığı tavır olmaktadır. O, ilk defa
Aristo mantığını ele alır ve onu İslâm
anlayışa aykırı olmayan esaslarla yeniden düzenleyerek,
İslâm ilimlerle mezceder (Doç. Dr. S. Hayri Bolay, Aristo Metafiziği
ile Gazzali Metafiziğinin
Karşılaştırılması, İst-1986, 20). Bu
konuda Mihakku'n-Nazar ve Mi'yaru'l-İlim adlarında iki ayrı
eser yazar. O'na göre Mantık'ta dine taalluk eden menfi veya müsbet
bir husus yoktur. Esasları genellikle doğrudur, nadir olarak
hata bulunur (Gazzalî, Makasıdu'lFelasife, Kahire-1331, 32). Gazzalî'nin
ilk defa Mantık ilminin dine ve akidelere aykırı
olmadığını ileri sürmesi üzerine, eski kanaatların
aksine, Mantık ilmi lüzumlu sayılmış ve bu ilmi
bilmeden sağlam bilgiler elde edilemeyeceği kanaati, Gazzalî'ye
dayalı olarak hakim olmuştur (Prof. Dr. Nihat Keklik, İslâm
Mantık Tarihi ve Farabi Mantığı, İst-1970, s.
13,16,19).

Burada şunu söylemek mümkün olabilir: İslâm
kültür hayatına, Mantık ve Felsefe'nin ilk defa girmesi, her
ne kadar M.9 ve 10. asırlarda tercüme faaliyetleri sonucu olmuş
olsa da, özellikle Mantığın sadece girmiş olmakla
kalmayıp, kendi bünyesini değiştirip, İslâmi
ilimlerle mezcedilerek ve terminolojisine varana kadar bir değişiklikle
Kelam ilmi içinde yer alması, ilk defa Gazzalî ile mümkün
olabilmiştir. Nitekim ünlü tarihçi, İbn-i Haldun'a göre, bu
metod üzerine yani Mantık ilmi metodlarına göre, ilk önce
Kelam ilmine dair eser yazan Gazzalî'dir. Fahreddin Râzî ise, O'nu
takip etmiş ve aynı usulü kullanmıştır (İbn
Haldun, Mukaddime, I/537)

Dini ilimlere Mantığın girmesiyle ne
olmuştur? Mantığın kullanılır hale
gelmesiyle, bu ilimlere belli bir sistem gelmiş, terminoloji
oturmuş, neyin hangi metodun, nerede kullanılacağı gündeme
gelmiştir. Sadece ikna etme ve kendi fikrini hakim kılma
gayreti, yerini müdellel konuşmaya, aklî istidlallere daha fazla
yer vermeye, tedrici tenkide ve iknaya terketmiş, metodlu tenkit
kullanılır hale gelmiştir. Zira, o zamanki gelişmelere
ve felsefi ilimlerle olan diyalog karşısında böyle bir
tutum zaruri idi. Bunun için Gazzalî öncelikle bu konuya yani Mantık
ilminin din ilimlere dahil edilmesine önem vermiştir.

şte, asırlar boyu etkisi ve
canlılığı devam eden Tahafütü'l-Felasife, böyle bir
dönemde ve bu dönemin başlatıcısı tarafından
yazılmış olup, böylece de aynı etkinlikle devam
edegelmiştir.

Bir başka ifadeyle, Tahafütlerin ilki, Mantığın
ve felsefi usûllerin Kelama girmesi döneminde Gazzalî tarafından
yazılmış, diğerleri ise bu usûllerin yaygınlaştığı,
kelam eserlerin, felsefi özellik taşıdığı dönemlerde
kaleme alınmıştır. Zira, Gazzalî sonrası kelam
alimlerinin eserlerine baktığımızda bu eserlerde,
felsefi konulara ayrılan yerin diğer konulardan bir hayli fazla
olduğu gözlenecektir. Şerhu'l-Mevâkıf ve Şerhu'l
Makasıd'ı bu hususun en canlı örneği olarak ele almak
mümkündür. Zira, gerek Şerhu'l-Mevakıf ve gerekse
Şerhu'lMakasıd'da, eserlerin yaklaşık yarıdan
fazlası felsefi konulara ayrılmış olup, altı ana
bölümden sadece ikisini kelam konular oluşturmaktadır.
İbn-i Haldun da aynı konuya değinerek Gazzalî ve Razî
sonrası alimlerin eserlerinde Kelam ve Felsefe konularının
birbirinden ayrıdedilemeyecek bir hale geldiğini ifade eder
(İbn Haldun, Mukaddime, 538).

Şimdi biraz da Gazzalî'nin getirdiği ve onun
zamanına kadar görülmeyen tedrici tenkit metodundan kısaca söz
ederek, onun eserlerinde bu metodun kullanılışına,
dolayısıyla Tahafütlerdeki genel metodolojiye bir göz atmak
istiyoruz.

Gazzalî, Tahafütü'l-Felasife'yi belli bir alt yapıdan
sonra kaleme almıştır. Bilindiği üzere, iki yıl
felsefi ilimlerle uğraşır, bu süre sonunda bir yıl da
bu ilimler üzerinde düşünür ve mukaddemede bulunur. Bu ön hazırlık
safhasından sonra eser kaleme alma safhası başlar. İlk
olarak, filozofların maksatlarını ve görüşlerini,
herhangi bir tenkide ve tahlile tabi tutmadan, olduğu gibi, objektif
olarak ortaya koymak amacıyla "Makasıdu'l-Felasife"yi
kaleme alır. Böylece, Tahafütün, bir başka ifadeyle
filozofları tenkidinin ilk adımını
atmıştır. Ona göre onların görüşlerini tam
bilmeden, herhangi bir tenkitte bulunmak doğru değildir, hatta böyle
bir hareket karanlığa atış yapmak ve körü körüne
gidiştir (Gazzalî, Makasıd, 31). O, bu eserinde ne
yapacağını şöyle açıklar: "Bu kitapta
hakkın bâtıldan iyinin kötüden ayırdedilmesiyle
meşgul olmadan, onların ilimlerinden bahsetmeyi, onları
anlatmayı istedim. Bundan sonra Tahafütü'l-Felâsife'de batılları
iyice anlaşılıncaya kadar açacağız" (Gazzalî,
Makasıd, 18).

Gazzalî daha sonra ikinci adımını atar
ve kendisinin biraz önceki sözünde belirttiği üzere
Tahafütül-Felasifeyi kaleme alır. O böyle bir eser kaleme alacağını
Makasıdu'l-Felâsife'nin bir başka yerinde de şöyle ifade
eder: "Onların hangisinin batıl olduğunu Tahafüt'te
izah edeceğiz. Yani batıl olarak kabul edilmesi gerekenler Tahafüt'te
açığa çıkacaktır. Öyleyse şimdi doğru ve
yanlıştan bahsetmeksizin kısa ve öz olarak açıkladıklarımızı
anlayalım. Bunu bitirince filozofların
tutarsızlığına ciddî olarak eğilir ve o konuya
tekrar başlı başına bir kitap ayırırız
ve ona Tahafütü'l-Felasife adını veririz" (Gazzalî,
Makasıd, 12) Kısacası Makasıd arz, Tahafüt ise tenkit
kitabı olarak düşünülmüştür.

Gazzalî için, Tahafüt'u yazmakla mesele henüz
sonuçlanmış değildir. Zira Tahafüt'u mantık
meselelerine pek fazla girmez. Bu konuda "Mi'yaru'l-İlim"
adında bir eser daha yazılacağı ifade eder ve bunu da
gerçekleştirir (Gazzalî, Tahafüt, 45, 4, Mukaddime). Bu eser, daha
önce de geçtiği gibi bir Mantık kitabıdır. Burada,
Tahafüt'teki ıstılahların izah ve açıklamalarını
yapar. O'na göre "Mi'yaru'l-ilim", Tahafüt'ün maksadını
anlatmak için bir vasıtadır. Bu husustaki kendi fikirlerini ise
"Kavaidu'l-Akaid" isimli eserinde açıklayacağını
haber verir ve bu eseri de yazar. Gazzal'nin bu eseri müstakil olarak tanındığı
gibi onun "İhya'u Ulumi'd-Din" isimli eserinin bir bölümü
olarak da bilinmektedir.

Burada şunları söylemek mümkündür.
Gazzalî, kendisine kadar pek fazla görülmeyen tenkit metodunu getirmiş,
doğrudan tenkit yerine, belli bir alt yapı ve
hazırlayıcı safhadan sonra tenkide geçmeyi tercih etmiştir.
Bunu da özelikle yaptığını, zira tenkitte ancak böyle
bir yola başarılı olunabileceğini zaman zaman çeşitli
vesilelerle ifade etmiştir.

Kısacası; Gazzalî, önce problemleri ortaya
koymuş, daha sonra, onları sırasıyla çözmeye çalışmıştır.
Hangi kitabında, hangi meseleyi, ne ölçüde ele alacağını,
ele aldığı meselelerin başka meselelerle olan
ilgisini, bunların başka hangi kitapta ele alınması
gerektiğini gayet iyi bilmekte ve bunu da eserinde
uygulamaktadır. Hatta felsefe tarihinde bu kadar sistemli bir
şekilde düşünüp yazan ve düşüncelerini gerçekleştiren
hemen hemen hiçbir filozofun olmadığı söylenebilir.
Aristo'nun bile hangi kitabını, hangisinden önce veya sonra
yazdığı meselesi, tam olarak halledilmiş değildir
(Doç. Dr. Süleyman Hayri Bolay, a.g.e, 13).

Şimdi biraz da Tahafütlerde gözlenen muhteva yapısına
ve konuların genel sistematiğine bir göz atmak istiyoruz.

Bilindiği üzere Gazzalî'nin Tahafüt'ü yirmi
meseleden oluşmaktadır. Her ne kadar Hocazade bunu yirmi ikiye
çıkarmış bile olsa, esasta konular, Gazzalî'nin işlediği
yirmi mesele üzerinde dönüp dolaşmaktadır. Onun yirmi iki
meseleye çıkarması ve bir kısım meselelerin
temelindeki hususları ayrı bir konu olarak ele almasıyla,
bir kısım meseleleri de iki ayrı başlıkta ele
almasından kaynaklanmaktadır.

Tahafütlerin iskeletini teşkil eden meselelere
muhteva açısından dikkatle bakıldığında,
Gazzalî'nin bu eserinde Kelama ait diğer eserlerden farklı bir
yol izlendiği fark edilecektir.

Dikkat edilirse, Tahafüt'ün ilk konusu "alemin kıdemi"
meselesidir. Onu "alemin ebediyeti" meselesi takip etmekte, daha
sonra ise, alemin bir yapıcısının (sâni') bulunduğu
konusu ele alınmaktadır. Bunları takiben de, Allah'ın
birliği, sıfatları ve özelliklerine dair meseleler işlenip,
sonlara da salt felsefi meselelere, tabiatla ilgili konulara geçilmektedir.
En son olarak ise, her şeyin bir son bulacağı ifade edilmek
istenircesine "Haşr" meselesi üzerinde durulmaktadır
.

Konuların böyle sıralanışı,
bu eserin kelam olmaktan çok felsefi bir eser olarak ele alındığı
izlenimini uyandırmaktadır. Zira, klasik kelam kitaplarına
baktığımızda onların, önce Allah'ın
varlığı, birliği ve O'nun ispatını
işleyen konularla başladığı görülecektir. Daha
sonra diğer meselelere geçilmektedir. Yani, o tip eserlerde, Kelam'ın
ana prensibine bağlı kalınarak "Tanrı'dan
aleme" gidiş söz konusudur. Gazzalî'nin Tahafütünde ise
bunun aksi müşahede edilmektedir. Önce alemle ilgili konular ele alınıp,
daha sonra, Tanrı ile ilgili konulara geçilmiştir. Yani, bu
eserde filozofların prensiplerine bağlı kalınarak,
"alemden tanrı'ya gidiş" esas
alınmıştır.

Buradan şunu çıkarmak mümkün olabilir. O,
Tahafüt'ü kelâm bir eser değil, felsefi bir eser olarak düşünmüş
ve öyle kaleme almıştır. Bunun öyle olması onun bu
hususlarda takip ettiği prensiplerine göre kaçınılmaz
olarak görülebilir. Zira, madem ki tedrici tenkidi esas almış,
bunu dört merhalede gerçekleştirmiş ve hiç bir tenkitte
bulunmadan, tam bir felsefe tarihi mahiyetindeki Makasıdu'lFelasife"yi
yazmıştır. Öyleyse, ikinci merhalede ele aldığı
Tahafütü'de, bu felsefi usul ve metotlara göre yazmış
olmalıdır. Şayet böyle yapmasa idi, şekli açıdan
bir uygunsuzluk söz konusu olabilirdi. Bir başka ifadeyle
filozofları kendi sistemleri içinde, kendilerini tenkit etme yolunu
özellikle tercih etmiştir, diye düşünmek mümkündür.

Tahafüt'lerde işlenen konuları genel bir
gruplamaya tabi tuttuğumuzda, üç ana konunun işlendiğini
görmek mümkün olacaktır. Bunlar;

a- Tanrı-alem ilişkisi,

b- Tanrı ile ilgili meseleler veya onunla ilgili zâti
hususlar,

c- Tabiat (salt alem) meseleleridir,

Tahafütlerdeki bu konuların ayrımına
bağlı olarak, Tahafütler arasında bir takım bölüm
farklılıkları görülmektedir.

Nitekim İbn-i Kemal ve Karabâği, bu bölümlemenin
ışığında, eserlerinde söz konusu yirmi meselenin
hepsini değil, bir kısmını ele
almışlardır. İbn-i Kemal, Tanrı ile ilgili
meselelerle, Tanrı-alem ilişkisini bitirdikten sonra eserine son
vermiştir, tabiat meselerine pek fazla değinmemiştir. Karabâği
ise, genel anlamda sadece, Tanrı-alem ilişkisini ele alıp,
diğer konulara değinmek istememiştir.

Diğer Tahafütlerdeki farklılıklar da
şöyle toparlanabilir:

İbn-i Rüşd, eserinin bir reddiye olması
itibariyle, konular arasında herhangi bir farklılık göstermeyerek
eserini Gazzalî'nin sistematiğinde meydana getirmiştir.

Ali Tûsî de bölüm sayılarında herhangi
bir farklılığa rastlanmaz. O da eserini yirmi bölümde
tamamlamıştır.

Hocazade ise, eserini yirmi iki bölümden oluşturmuştur.
Bu fazla bölümlerden birisi, kendi eserine göre ilk mesele olan
"Mücibu'n-Bi'z-Zât" meselesi ki, kendi görüşüne göre,
bu mesele "alemin kıdemi" meselesine temel teşkil
edecektir. Nitekim onun bu tutumu İbn-i Kemal ve Karabâği
tarafından tasvip edilmektedir. Diğer ilavesi de, öteki konuların
bir kısmını parçalamak; bir kısmım da
birleştirmek suretiyle olmuştur. Bu tutumu ise pek tasvip görmemiştir.
Zira onlara göre gereksiz yere bölünmeye gidilmiştir.

Bugüne kadar üzerinde çalışılmış
olan altı Tahafüt arasında bölüm farklılıklarını,
ayrı ayrı ifade etmek yerine toplu bir halde tablo halinde göstermek
istedik. Böylelikle hangi müellifin, hangi konuyu, hangi bölümde ele
aldığı ve hangisinin hangisini takip ettiği ilk
bakışta görülebilecektir. Tablonun hazırlanışında,
bölüm isimlerinde uzun başlıkları kısaltarak, konuyu
en kısa şekilde gösterecek tarzda ifadeler kullandık. Söz
konusu tabloyu bu arada vermenin, konunun akışını
bozacağı düşüncesiyle bunu maddenin sonunda vermeyi uygun
bulduk.

A- Üzerinde Çalışılmış
Olanlar:

1- Ebû Hãmid Gazzal (505/1111); Tahafüü'l-Felasife

Gazzali'nin Tahafütü'nün Türkiye'de ve dünyanın
çeşitli kütüphanelerinde bir hayli el yazma nüshası
bulunmaktadır. Ayrıca çeşitli tahkiksiz
basımları ve tahkikli neşirleri yapılmış
olup çeşitli dillere de Türkçe'ye tercümeleri de yapılmıştır.

Tahkiksiz olarak basımı Gazzalî İbn-i
Ruşd ve Hocazade'nin eserleri üçlü bir arada 1302 (1884-85), 1319
(1901-902)ve 1321 (1903-904)yıllarında Mısır'da gerçekleştirilmiştir.

Eserlerin bilebildiğimiz kadarıyla üç ayrı
tahkikli neşri vardır:

a- Süleyman Dünya, Kahire, 1958

b- Maurice Bouyges, Beyrut, 1962

c- Macid Fahri, Beyrut, 1962

Gazzal'nin Tahafütü kısmen veya tamamen
İngilizce, Fransızca, Almanca, Latince ve İbranice'ye
çevrilmiştir. İngilizce'ye tam olarak iki ayrı tercümesi
vardır. Bunlar;

a- Sabûh Ahmed Kemâli, Tehâfut al-Falâsıfa,
Lahor, 1958

b- Simon Van den Berg, The Incoherence Philosophy, 1964

Eserin tam olarak Osmanlıca şeklinde ilk tercümesi
II. Sultan Abdülhamit Han'ın isteği üzerine SerKuttâb
Süleyman Hasbi Efendi tarafından yapılmıştır.
Halen el yazması halinde İstanbul Üniversitesi Kitaplığı,
Yıldız yazmaları, 4213 numarada kayıtlıdır.
Toplam 147 varaktır (Dr. Bekir Karlığa, Tahafütü'l-Felâsife
Tercümesi, İstanbul, 1981, XXIV).

Günümüz Türkçesine tercümesi ise, Dr. Bekir Karlığa
tarafından 1981 yılında yapılmış ve
aynı yıl Çağrı Yayınları tarafından
basılmıştır.

2- Ebu'l- Veld Muhammed b. Rüsd (595/1198-99);
Tahafütü't Tahafüt

Gazzal'nin Tahafütü'ne reddiye mahiyetinde yazılmış
olan eserinde İbn-i Rüşd, yer yer Gazzal'yi meseleleri
yanlış ve farklı anlamakla ve eleştirilerinde
haksız olmakla tenkit etmektedir.

bn Rüşd'ün eserinin de bir hayli el yazma
nüshaları olup, tahkiksiz baskıları, tahkikli
neşirleriyle çeşitli dillere ve Türkçe'ye tercümeleri vardır.

Tahkiksiz olarak, biraz önce sözü edilen
Gazzalî'nin eseri ile birlikte yapılan baskıları
vardır.

Tahkikli olarak ise, iki ayrı tahkikli neşri
vardır;

a- Maurice Bouyges, Beyrut, 1930.

b- Süleyman Dünya, Kahire, 1980

İbn Rüşd'ün eseri, Calonymus ben David ben
Todros tarafından 1328 yılında İbranice'ye çevrilmiştir.
Calo Calonymus tarafından da, bu İbranice çevirisinden
Latinceye çevrilmiştir. XIV. Yüzyıl başlarında ise,
"Destructio Destructionum" adıyla Latince'ye çevrilmiş,
bunun on dört meselesi Augustinus Nifus (1473-1546) tarafından
yayınlanmıştır.

Günümüz Türçesine "Tutarsızlığın
Tutarsızlığı" adıyla Prof. Dr. Kemal
Işık ve Prof. Dr. Mehmet Dağ tarafından çevrilmiş
ve 1986 yılında Ondokuz Mayız Universitesi
Yayınları arasında yayınlanmıştır.

3- Muslihu'd-Din Mustafa Hocazade (893/1487-88); Tahafütü'l-Felasife

Gazzalî ve İbn-i Rüşd'den
yaklaşık üç asır kadar sonra Fatih döneminde Tahafütler
tekrar canlılık kazanmış, ilme ve ilmî çalışmalara
merakı ve teşviki ile tanınan Fatih Sultan Mehmed, Gazzalî
ile İbn-i Rüşd arasındaki tartışmanın açıklığa
kavuşturulmasını istemiştir. Bunun için Hocazade ve
Ali Tûsi'den bu konuda birer eser yazmaları istenir. Bir nevî
aralarında müsabaka açılmış olur. Hocazade eserini dört
ayda, Ali Tûsi ise altı ayda tamamlar. O günün uleması
tarafından Hocazade'nin eseri daha üstün kabul edilir. Fatih, her
iki müellife onar bin dirhem mükafat verir. Ayrıca Hocazade'ye bu
paraya ilave olarak, eserin üstün kabul edilmesinden dolayı bir de
katır hediye eder ki, o gün için oldukça büyük bir hediyedir.
Katip Çelebi'nin bu rivâyeti kaydederken belirttiğine göre, Ali
Tûsi'nin Acem diyarına gitmesine bu fazla hediye verilmesi sebep
olmuştur (Bkz. Katip Çelebi, Keşfu'z-Zunûn, I/513; Ayrıca
Bkz. Taskoprülüzade, Mevzuâtu'l-Ulum, 1/632-33; Şakyık, 153).

Hocazade'nin Tahafütü esas itibariyle şerh
olmasına rağmen muhakame ve mukayese amacıyla
yazılmış olması ve kısmen de olsa bunu gerçekleştirmesi
itibariyle sadece Tahafütü'l Felasife ismiyle tanınmaktadır.

Eserin bir hayli el yazmaları mevcuttur. Biraz
önce bahsettiğimiz, Gazzalî ve İbn-i Rüşd'ün
eserleriyle beraber basılmış olan tahkiksiz neşrinin
dışında müstakil bir neşri, bilebildiğimiz
kadarıyla mevcut değildir. Türkçeye de tercümesi henüz yapılmamıştır.
Ancak, gerek İbn-i Kemal'in ve gerekse Karabâği'nin eserleri
Hocazade üzerine yapılan birer çalışma olmaları
itibariyle her iki eserin tercümesi yapılırken, Hocazade'nin
eserinin büyük bir kısmı onlarla birlikte tercüme edilmiştir.

4- Alaaddin Ali Tûsi (887/1482-83); Kitabü 'z-Zãhıra

Alaaddin Ali Tûsi'nin de, Hocazade'nin Tahafütu ile
ilgili bilgi verirken sözünü ettiğimiz hadise vesilesiyle bir
Tahafüt yazdığı bilinmektedir. Kısaca
"ez-Zahira" ismiyle bilinen bu eserin esas ismi "ez-Zahira
fi'l-Muhakeme beyne'l-Gazzalî ve'l-Hukema" dır. Ayrıca
sadece Tahafütü'l-Felasife ismiyle de tanınmaktadır.

Ali Tûsi'nin eserinin bilebildiğimiz
kadarıyla (1318/1900-901) yılında Haydarâbad'a basılmış
tahkiksiz baskısıyla, Dr. Rıza Saade tarafından
yapılan ve 1981 yılında Beyrut'ta basılan tahkikli
baskısı vardır (Alaaddin Ali Tûsi, Kitabu'z-Zahira, Tah.;
Dr. Rıza Saade, Beyrut-1981, 436 s.)

Yukarıda da belirildiği gibi Hocazade ve Ali
Tûsi'nin eserleri devrin idarecisinin isteği üzerine kelamcılar
ve filozoflar arasındaki meseleleri muhakeme ve mukayese
amacıyla kaleme alınmıştır. Ancak, o günün ilim
adamlarının ve idarenin temayülü Hocazade'nin Tahafütü
üzerinde yoğunlaşmış ve onun üzerinde müsbet olarak
sonuçlanmıştır. (Bu iki eserin
yazılışları ve her ikisi üzerindeki mütelaalar hakkında
geniş bilgi için bkz.; Mubahat Türker (Küyel), Üç Tahafüt bakımından
Felsefe-din Münasebeti, Ankara-1956,53-61).

Bilindiği üzere Hocazade'nin Tahafütü ana
hatlarıyla ve genel temayülü açısından Gazzalî'nin yanında
olduğu kanaatını uyandırmaktadır. Bunun için de
onun eseri Gazzal'nin yanında olduğu kanaatını
uyandırmaktadır. Bunun için onun eseri Gazzalî'nin bir
şerhi mahiyetinde tanınmaktadır. Ali Tûsi'nin eseri ise, eğer
bir sınır çizmek veya bir noktaya koymak gerekiyorsa, daha çok
İbn-i Rüşd'ü haklı çıkarır tutumu gözlenmektedir.
Yapılan musabaka sonucunda Hocazade'nin daha üstün görülmesinde
de bu durumun etki etmiş olabileceği göz ardı edilmeyecek
bir ihtimal olarak göz önünde bulundurulmalıdır.

Ali Tûsi'nin bu eserinin tercümesi de Dr. Recep Duran
tarafından yapılmış olup, Kültür Bakanlığı
Yayınları arasında yayınlanmıştır
(Alaaddin Ali Tûsi, Tahafatü'l-Felasife (Kitabu'zZuhr), Çev. Recep
Duran, Ankara, 1990-XXIII-291 s).

5- Kemal Paşa-zâde (940/1533-34); Hâşiye'alâ
Tahafütü'l-Felâsife

İbn-i Kemal adıyla da tanınan Mevlânâ
Şemseddin Ahmed b. Süleyman b. Kemal Paşa'nın da Tahafüt
silsilesi içinde bir eseri mevcuttur ki, Hocazade üzerine yapılan
bir haşiyedir.

İbn-i Kemal'in eserinin bir çok el yazma nüshası
bulunmasına rağmen, bu güne kadar üzerinde tahkikli bir neşir
çalışması yapılmamıştır.
Bilebildiğimiz kadarıyla her hangi bir baskısı da
mevcut değildir.

İzmir Ege Üniversitesi Öğretim Üyelerinden
Doç. Dr. Ahmet Arslan, İbn-i Kemal'in bu önemli eserini hem
tercüme etmiş hem de tahlilini yaparak Türk okuyucusunun hizmetine
sunmuştur. Yapılan bu çalışma, Tahafüt silsilesinde
önemli bir boşluğu doldurmuş, bir Tahafüt daha bu
silsilede üzerinde çalışılmış eserler
arasına girmiştir.

6- Muhyiddin Muhammed Karabâği (942/1535-36);
Ta'lîka alâ Tahafütü'l-Felâsife li Hocazâde

Hocazâde'nin eseri üzerine yapılan çalışmalardan
birisi de, Tahafüt silsilesinde bir çok eserin kaleme alındığı
dönemde, Azerbaycan'ın Karabağ Bölgesinden olan Muhyiddin
Muhammed Karabaği tarafından kaleme alınan talik çalışmasıdır.
Aslen Karabağ bölgesinden olup, önce İstanbul'da eğitim
öğretimini tamamlayarak daha sonra Bursa-İznik'te uzun süre
bulunan ve orada vefat eden Muhyiddin Muhammed Karabaği, Kelam ve
Felsefe sahasında önemli eserler veren bir müellifimizdir. Karabaği,
bu silsilede önemli sayılabilecek bir eser meydana getirmiştir.
O, genel çerçeve olarak her ne kadar Gazzalî yanlısı bir
tavır sergilememiş olsa da sık sık yeri
geldiğinde ve konunun akışına göre, hem Gazzalî'yi
hem de Hocazade'yi hem de Rüşd'ü tenkit ettiğine şahit
olmaktayız. Bu da bizde onun objektif ve tarafsız bir ilim
anlayışı ortaya koyduğu izlenimini
oluşturmaktadır.

Karabaği'nin eseri, esas itibariyle Hocazade'nin
Tahafütü'ne bir talik tarzında yazılmış bir eser
olup, yapılan tesbitlere göre, sadece İstanbul Süleymaniye
Kütüphanesinde tek bir el yazma nüshası bulunmaktadır. Eserin
son aylarda hem tahkikli neşri, hem tercümesi hem de diğer
Tahafütlerle genel bir tahlili yapılmış, tercüme ve
tahlili Kültür Bakanlığı Yayınları
arasında yayınlanmıştır (Bkz. Abdurrahim Güzel,
Karabaği ve Tahafütü, İstanbul-1991, XIV-272 s).

Karabaği, eserinde, Hocazâde tarafından ele
alınan 22 meseleden sadece ilk 12'sine değinmiş ve eserine
son vermiştir. Bir başka ifadeyle tekfir konusu olan üç
meseleden sadece ilk mesele olan kıdem meselesini ele
almış, diğer iki meseleye gerek görmemiştir. Zaten
buna benzer durum, İbn Kemal de de görülmüş olup, da sadece
ilk 15 mesele üzerinde durmuştur. Bu duruma kısmen
yazımızın başında değinmiş ve bunun
Tahafütlerdeki konu bütünlüğünü ve bölümlemeyi aksettirdiğini
belirtmiştik. İşte burada da bu bölümleme ve bütünlüğün
tabi bir sonucu olarak böyle bir durumla karşılaşıyoruz.

B. Üzerinde Çalışılmamış
Olanlar

Ş1imdi de varlıklarını kaynaklardan
öğrendiğimiz halde, eserin kendisini göremediğimiz ve
mevcut olup olmadığı hakkında da fazla bir bilgimiz
olmayan diğer Tahafütlere bir göz atmak istiyoruz. Bunları da
tarih sırasına göre şöyle sıralamak mümkündür.

1- Saîd b. Abdullah b. Hüseyin b. Hibetullah b. Hasan
er-Râvendî

Ölüm tarihini kesin olarak bilememekle beraber,
562/1166-67 yıllarında hayatta olduğundan söz edilen
Ravendî'ye ait bir Tahafütün varlığından söz
edilmektedir (Bağdatlı İsmail Paşa,
İzahu'l-Meknun (Keşfu'z-Zunun Zeyli), 1/340; Mu'cemu'l-Müellifin,
4/225).

Ancak, eserin mevcudiyeti hakkında her hangi bir
bilgiye sahip değiliz. Müellifin yaşadığı döneme
bakılırsa, Gazzali'ye yakın bir dönemde yaşadığı
görülmektedir. Bu itibarla Ravendî'nin eserinin bir hayli önemli olduğu
ortaya çıkacaktır. Bu bakımdan da bu sahada çalışacak
olan araştırmacıların dikkatine bu eseri önemli
sunmak gerekecektir. Zira, meraklı ve gayretli
araştırıcıları beklemektedir.

2- Necmeddin Ali b. Ömer el-Kazvîn (908/1502-503)

Kaynaklardan edindiğimiz bilgiye göre Hakimşâh
Kazvîni'nin de bir Tahafütü mevcuttur (Brockelmann, CAL, G.I. 466; Keşfu'z-zunun,
I/513;Mu'cemu'l-Müellifin, 13/21). Katip Çelebi bu eserden
"Tahafütü Hâkim Şah" diye bahsedip, müellifin vefatını
vermeyerek sadece eserin isminden sözetmektedir.

3- Yahya b. Ali b. Nasûh el-Kostantin Nev' Efendi (940
- 1007/1533 - 1599).

XVI. asrın önemli Türk şairlerinden olan
Yahya Nev' Efendi'nin Hocazâde'nin Tahafütü'ne bir haşiye
yaptığı bilinmektedir (Bağdatlı İsmail
Paşa, Hediyyetü'l-Arifin ve Esmau'l-Müellifin, 2/531;
Mucemu'lMüellifin, 13/21). Ancak eser hakkında fazla bir bilgiye
sahip değiliz.

4- Abdu'l-Vahhâb b. Abdurrahman b. Ali el-Amasyav
Müevyedzâde (970/1562-63)

Kemal Paşazade'nin öğrencilerinden olan ve
Abdullah Çelebi diye de tanınan Müeyyezdâde'nin bir Tahafüt
kaleme aldığı bilinmektedir. Şakâik zeyllerinden
Atâî'de O'ndan bahsedilirken Tahafüt ile ilgili olarak şu ifadeler
geçmektedir. "... Şeyhu 'l-İslâm Kemal Paşazâde
Efendi hazretlerine ittisal etmişti. Medrese-i ifâdalarında
mutasarrıf-ı iâde iken Tahafütü Hocazade'yi kıraat eyleyüp,
Molla, ol kitâb-ı müstetâb üzere bir şerhi bînazîr imlâ
eyledi..." (Atâi, 32)

Ayrıca diğer bazı kaynaklarda da O'na
ait bir Tahafüt bulunduğu zikredilmektedir (Hediyyetü'l-Arifn,
1/642; Mu'cemu'l-Müellifin, 6/223; Brockemann, CALL, G.II/227 ve
s.11/319)

5- Mestcizâde Abdullah Efendi ( 1148/1735-36)

Metcizâde ismiyle meşhur olan Abdullah b. Osman
b. Musa'nın da bu sahada bir eseri olduğu için çeşitli
kaynaklarda zikredilmektedir (Mu'cemu'l-Müellif n, 6/95; Bursalı
Mehmet Tahir Efendi, Osmanlı Müellifleri, 1/399 (Burada eserin ismi
"Ma Sebete Kıdemuhu İmtenea Ademuhu" şeklinde geçmektedir);
Hediyyetü'l-Arifin, 1/483; İzahu'l-Meknun, 2/483; Şeyhi, 1/84;
İ. Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, 2/65)
Keşfu'z-Zunûn zeylinde eserin ismi "el-Mesalik fi'l-Hılafiyyat
Beyne'l-Mütekellimin ve'l-Hukema" şeklinde geçmektedir.

Abdurrahim GÜZEL


Konular