Şamil | Kategoriler | Konular

Ta'n-ı şühud

TA'N-I ŞÜHÛD

Şahitlerin ta'nı, yani şahitlik
şartlarını taşıyıp
taşımadıklarını, özellikle adalet sahibi olup
olmadıklarını soruşturmak anlamında bir
fıkıh terimi. Ta'n "taane" fiilinden mastar olup,
ayıplamak, kusur atmak, itiraz etmek, yalanlamak, tekzib etmek ve dürtmek
anlamlarına gelir. "Şühûd" ise, şahid sözcüğünün
çoğulu olup "şahitler" demektir.

İslâm hukukuna göre bazı akitlerde veya
mahkemede şahitlik yapacak olan kimsede bir takım
şartların bulunması gerekir. Bunlar genel ve özel
şartlar olmak üzere ikiye ayrılır.

Şahitte aranan genel şartlar
şunlardır: Akıllı, ergin, hür, müslüman olması,
gözlerinin görmesi, konuşur olması ve adalet sahibi
bulunması (bk. el-Kâsânî, Bedâyu's-Sanâyî', 2. baskı,
Beyrut 1394/1974, VI, 267 vd.).

Özel şartlar şunlardır:

1) Şahit sayısı: Akdin veya davanın
niteliğine ya da şahidin cinsiyetine göre şahit
sayısı değişik olur. Kur'an-ı Kerîm'de şöyle
buyurulur: "Erkeklerinizden iki şahit tutun. Eğer iki erkek
bulunmazsa şahitlerden kendilerine güvendiğiniz bir erkek ve
biri unutunca diğerinin hatırlatması için iki kadın
yeter. Şahitler çağrıldıklarında çekinmesinler"
(el-Bakara, 2/282). Bu, medenî haklarla ilgili konulardaki
şahitliktir. Akit veya davanın malla ilgili olup olmaması
sonucu değiştirmez. Meselâ, nikâh, talâk, iddet, havâle, vakıf,
sulh, vekâlet vasiyet, hibe, ikrar, ibrâ, doğum, nesep gibi.
Hanefi'lere göre bütün bu haklar iki erkek veya bir erkek iki kadının
şahitliği ile sabit olur. Burada bir erkek yerine iki kadın
şahidin öngörülmesi, unutkanlık yüzünden olayı tespit
zorluluğunun bulunmasındandır. Nitekim ayette; "...bu,
iki kadından biri unutunca diğerinin hatırlatması için..."
buyurularak bu noktaya işaret edilmiştir (bk. el-KâsânE, a.g:e.,
VI, 277; İbnü'l-Hümâm, Fethu'lKadr, 1. b. Mısır
1316/1898, VI, 7 el-Meydânî, el-Lübb, İstanbul, t.y., IV, 55 vd.).

Şafiî, Mâlikî ve Hanbeliere göre erkeklerle
birlikte kadınların şahitliği sadece mal veya malla
ilgili olan konularda kabul edilir. Satım, kira, hibe, vasiyet, rehin
ve kefâlet bu niteliktedir. Mâlî nitelikli olmayan nikâh, ric'î
talaktan sonra eşine dõnme, boşama, vekâlet, kasten öldürme
ve zina cezası dışındaki hadler ise yalnız iki
erkeğin şahitliği ile sabit olur. Çünkü ayette, cayılabilir
boşamanın arkasından eşine dönme konusunda şöyle
buyurulur: "Boşanan kadınlar iddetlerinin sonuna
varınca onları güzelce nikâhınızın altında
tutun veya onlardan güzellikle ayrılın. İçinizden adalet
sahibi iki kişiyi yaptıklarınıza şahit tutun.
Şahitliği de Allah için yapın" (et-Talâk, 65/2).
Abdullah b. Mes'ud (r.a.), Nebî (s.a.s.)'in şöyle buyurduğunu
nakletmiştir: "Bir veli ve iki adaletli şahit olmadıkça
nikâh olmaz" (Ebû Dâvud, Nikâh, 19; Dârimî, Nikâh, II;
es-Serahsi, el-Mebsût, Mısır 1324-1331/1906-1912, V, 31).

Zina olayı ise en az dört tane adaletli, hür ve
müslüman erkeğin şahitliği ile sabit olur. Bu özel
şahit sayısı Kur'an-ı Kerim'in şu ayetleriyle
sabittir: "İffetli kadınlara zina isnad edip de sonra bu
iddialarını doğrulayacak dört şahit getiremeyenlere
seksen değnek vurun" (en-Nûr, 24/4; bk. En-Nûr, 24/13;
en-Nisâ', 4/15). Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: "Ya
dört şahit getirirsin, ya da senin sırtına had cezası
gerekir" (ez-Zeyla, Nasbu'r-Râye, III, 306).

Çoğunluk fakîhlere göre diğer had
cezaları ve kısasta ise iki erkeğin şahitliği
gerekir. Bu konuda kadınların şahitliği erkeklerle
birlikte veya tek başlarına kabul edilmez (bk. el-Bakara,
2/282). Zâhirilere göre ise had cezalarında kadın şahit
birden fazla olması şartıyla bir erkekle birlikte olunca
kabul edilir. Delil, iki erkek şahitten söz eden "Eğer iki
erkek olmazsa, bir erkek ve şahitliklerinden razı
olacağınız iki kadın yeterlidir" ayetinin açık
anlamıdır (el-Bakara, 2/282).

Yalnız kadınların muttali
olabileceği konularda ise kadın şahit kabul edilir.
Çünkü Hz. Peygamber (s.a.s.) ebenin doğumla ilgili olan şâhitliğine
cevaz vermiştir (ez-Zeylaî, Nasbü'r-Râye, IV, 80; el-Heysemî,
Mecmau'z-Zevâid, IV, 201).

Kadın şahitlerin yeterli görüldüğü
davaların sınırı konusunda görüş
ayrılığı vardır. Hanefî'lere göre, kadınların
şahitliği doğum, kızlığın tesbiti ve
erkeklerin muttali olamadığı kadınlarla ilgili
ayıp sayılan konularda kabul edilir. Süt hısımlığının
tesbitinde ise tek başına kadınların
şahitliği yeterli olmaz. Çünkü kadının mahrem
hısımlarının süt emzirme işine muttali
olması mümkün ve caizdir (ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî
ve Edilletüh, Dimaşk 1405/1985, VI, 571).

2) Şahitlerin ifadelerinde çelişki
bulunmamalıdır. Ebû Hanîfi'ye göre iki şahidin söz ve
anlam olarak aynı şeyleri söylemesi gerekir. Ebû Yûsuf ve
İmam Muhammed'e göre şahit ifadelerinde anlam birliğinin
bulunması yeterlidir (el-Meydânî, a.g.e., IV, 65).

İşte, yukarıda kısaca
niteliklerinden söz edilen şahitlerin özellikle adalet sıfatına
sahip olup olmadığını tesbit için hakim soruşturma
yapar. Bu soruşturma sonucunda şahit ya tezkiye edilir, ya da
ta'na uğrar.

1) Şahitlerin tezkiyesi:

Hakim yalnız had veya kısas cezası
gerektiren davalarda şahitlerin tezkiyesi yoluna gider. Tezkiye Ebû
Hanîfe'ye göre yargılamanın (kaza) edeplerinden, Ebû Yûsuf
ve İmam Muhammed'e göre vaciplerindendir. Hakimin şahidi ilk
soruşturması gizli, sonraki açık olur. İki veya daha
çok sayıda adaletli kişi bir şahidin tezkiyesinde
birleşirse, onun sözü kabul edilir ve bununla amel edilir. Kısaca,
tezkiye edenlerin adaletli olması şarttır. Çünkü kendi
adaletli olmayan kimse başkasının nasıl adaletli
olduğunu ilân edebilir?

İki kişi bir şahit için birisi adaletli
derken, diğeri adaletsiz dese, hakim üçüncü bir kişiye daha
sorar. O şahidin adaletli olduğunu söylerse tezkiye kabul
edilir, tezkiye etmez, cerh'te bulunursa şahide itibar edilmez.
Çünkü iki kişinin haberi tek kişiden üstündür. Bir
şahidi iki kişi tezkiye eder, iki kişi de cerh ederse, cerh
ile amel edilir. Çünkü şahidi itham eden, durumun gerçeğine
dayanırken, tezkiye edenler dış görünüşe
dayanırlar. Yine bir şahidi iki kişi tezkiye, üç ve daha
fazla kişi cerh etse, Ebû Hanîfe'ye göre yine cerh edenlere itibar
edilir. Çünkü tercih kuralı sayının artmasıyla yer
değiştirmez (el-Kâsânî, el-Bedâyî', VII, 10 vd.;
ez-Zühaylî, a.g.e., VI, 506).

2) Şahitlerde aranan adaletin ölçüsü:

Müçtehitler şahitlerin adaletli olması
konusunda görüş birliği içindedir. Delil şu ayetlerdir:
"Şahitliklerinden razı olacağınız
kimselerden..." (el-Bakara, 2/282); "Sizden adalet sahibi iki
kimseyi şahit tutun" (et-Talâk, 65/2).

Buna göre, adaletli sayılmayan fâsık
kimselerin şahitliği kabul edilmez. İslâm'ın açık
emirlerini çiğneyen, büyük günahları işleyen kimseye
fasık denir. Ebû Yusuf'a göre ise fasık kişi toplumda
itibarlı bir kişi ise onun şahitliği kabul edilmelidir.
Çünkü toplumda yeri olan böyle birisi itibar ve şerefinin zarar görmemesi
için yalan yere şahitlik yapmak veya rüşvet almak gibi
hususlara girmez. Haneflerin çoğunluğuna göre ise fasığın
şahitliği mutlak olarak kabul edilmez. Bununla birlikte hakim,
fasık olan bir şahidin şahitliğine dayanarak hüküm
verse, hükmü yürürlük kazanır (nâfiz olur), ancak hâkim âsî
olmuş bulunur.

Adâlet, sözlükte; orta yolu tutmak, adaletle ara
bulmak, ortada olmak demektir. Bir fıkıh terimi olarak ise; büyük
günahlardan sakınmak ve küçük günahlarda ısrardan kaçınmaktır.
Gerçekte, büyük günahların tamamından kaçınmak,
şahitliğin geçerli olması için bir şarttır.

Ebû Hanefi'ye göre müslüman için dış görünüş
bakımından adaletli olmak yeterlidir. Bu yüzden had ve kısas
dışında, hasım ta'n (itham) etmedikçe şahitler için
soruşturma yapılmaz. Had ve kısasta ise hasım
şahidi itham etmese bile hakimin tezkiye soruşturması
yapması gerekir. Ebû Hanefi'nin adalette dış görünüşle
yetinmesi şu hadise dayanır: Müslümanlar birbirlerine karşı
adaletlidirler. Ancak kazf (zina iftirası atmak) için had cezası
uygulanan kimse bundan müstesnadır" (ez-Zeylaî, a.g.e., IV,
81). Had ve kısas gerektiren suçlara şahitlikte tezkiyenin
şart koşulması, bunların şüphe ile düşmesi
esasına dayanır. Hakim bu çeşit davalarda şahitlerin
durumlarını araştırır ve kendilerine
dayanılıp dayanılamayacağını belirler.
Hadiste; "Had cezaların şüphelerle gücünüz yettiği
kadar düşürünüz? buyurulmuştur. (Ebû Dâvud, Salât, 14;
Tirmizî, Hudûd, 2)

Ebû Yûsuf (ö. 182/798) ve İmam Muhammed'e (ö.
189/805) göre, hakimin diğer hukuk davalarında şahitlik
yapacak olanların durumlarını da gizli ve açık olarak
soruşturması gerekir. Çünkü yargı işi delile
dayanır, bu da adaletli kişinin şahadeti ile gerçekleşir.
Bu, daha sonra şahitlerin itham edilerek mahkeme hükmünün bozulmasını
ve iptal edilmesini de engellemiş olur. Fetva bu iki müçtehide
göre verilmiştir (bk. es-Serahsî, el-Mebsût, XVI, 113; İbnü'l-Hümâm,
Fethu'l-Kadîr, VI, 12 vd.; el-Kâsânî, a.g.e., VI, 268 vd.; İbn
Âbidîn, a.g.e., IV, 388; el-Meydânî, a.g.e., IV, 57 vd.; İbn Rüşd,
Bidâyetü'l-Müctehid, Matbaatü'l-İstikâme, Mısır t.y.,
II, 451; İbn Kudâme, el-Muğnî, 3. baskı, Kahire 1970, IX,
165 vd.).

Sonraki Hanefi fakihleri, Ebû Hanîfe devrinin
Tabiîler devri olduğunu, İslâm toplumunda henüz hayır ve
salah halinin hakim bulunduğunu ileri sürmüşler ve bu yüzden
had ve kısas dışındaki davalarda şahitlerin
tezkiyesine ihtiyaç duyulmuyordu demişlerdir. Fakat Ebû Yûsuf ve
İmam Muhammed döneminde toplum şartları
değişmeye başlamış, bu yüzden diğer
davalarda da şahitlerin soruşturulmasına ihtiyaç duyulmuştur
(bk. eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, Mısır, t.y., VIII,
296).

Eğlenmek için içki içenin şahitliği
kabul edilmez. İçkinin şarap veya başka cins olması,
sonucu değiştirmez. İnsanları toplayıp
şarkı söyleyen ve onların büyük günahları
işlemesine sebep olan kimsenin şahitliği de kabul edilmez.
Yine zina, hırsızlık vb. had cezasını gerektiren
fiilleri işleyenlerin şahitliğine de güvenilmez. Çünkü
bütün bunlar kişiyi fıska düşürür. Faiz yiyen ve
bununla yaygın şöhret bulan kimse ile kumar oynayanların
durumu da böyledir.

Toplumda çirkin işler yapanların da
şahitliği kabul edilmez. Yolun üzerine küçük abdestini
bozmak, yol kenarında yemek yemek, kişinin mürüvvetine engel
olur. Böyle kimselerin benzerleri yalanla itham edilir. Yine Sahabe,
Tabiîn gibi selefe sövenlerin şahitliğine de itibar edilmez.
Ancak bunu içinde saklayanlar böyle değildir. Zimmet ehlinin
birbirine karşı şahitliği kabul edilir. Harbî'nin
zimmî aleyhine şahitliği ise kabul edilmez (bk. İbnü'l-Hümâm,
a.g.e., VI, 34 vd.; et-Meydânî, el-Lübâb, IV, 62 vd.).

Müctehitler, fâsık fıskından tevbe
edince şahitliğinin kabul edileceği konusunda görüş
birliği içindedir. Ancak Hanefiler kazf (zina iftirası)
cezası uygulanan kişiyi bundan istisna etmişlerdir. Onlara
göre bunun şahitliği tevbe etse bile kabul edilmez. Diğer
fakihler aksi görüştedir.

Bu görüş ayrılığı şu
ayeti anlama farkından doğmuştur: "İffetli
kadınlara zina isnat edip de sonra bu iddialarını
doğrulayacak dört şahit getiremeyenlere seksen değnek
vurun, onların şahitliklerini de ebediyen kabul etmeyin.
İşte onlar, fasıkların ta kendileridir. Ancak bundan
sonra tevbe edip islah olanlar, bu hükmün dışındadır"
(en-Nûr, 24/4, 5). Hanefi'lere göre, kazf suçu için had vurulan
kimsenin şahitliği tövbe etse bile kabul edilmez. Çünkü
ayetteki "bundan sonra tövbe edip Islah olanlar bu hükmün dışındadır"
istisnası, yalnız son cümleyi kapsar. Yani bu kimseler yalnız
fâsıklıktan kurtulurlar.

Çoğunluğa göre ise, kazf cezası
verilen kimse tövbe edince şahitliği kabul edilir. Çünkü
yukarıdaki istisna cümlesi birbirine atıf harfi olan
"vav" ile bağlanmış olup, tövbe edenler hem fasıklıktan
kurtulur ve hem de şahitlikleri kabul edilir (et-Meydânî, a.g.e.,
IV, 60; ez-Zühaylî, a.g.e., VI, 567).

Yine, babanın, çocukları veya torunları
için, ya da çocuğun ebeveyni veya dedeleri için yapacağı
şahitlik kabul edilmez. Eşlerden birisinin diğeri lehine
yapacağı şahitliğe de itibar edilmez. Çünkü yakın
hısımların birbiri lehine yapacakları şahitlikte
şefkat, merhamet sebebiyle itham ve şüphe vardır. Hâkimin
böyle şüpheli bir delile dayanması ise caiz olmaz.

Hamdi DÖNDÜREN


Konular