Şamil | Kategoriler | Konular

Sünnet (hitan)

SÜNNET (Hitan)

Erkek üreme organının uç kısmında
bulunan deri parçasının kesilmesi, hitan.

Kur'ân'da "Sünnet" (hıtan) ile ilgili
bir âyet bulunmamakla birlikte, müslümanlığın simgesi
olarak kabul edilmiştir. Geçmişi Hz. İbrahim'e kadar varan
sünnet, câhiliye devri arapları arasında da devam edegelen bir
âdetti. Araplarda hem kadın hem de erkekler sünnet edilirdi. Erkeğin
sünneti için "hıtan" kadınların sünneti için
"hafd" kelimesini kullanmaktaydılar. Ancak "el-hıtanan"
ifadesi sünnet edilen yer anlamına hem kadın hem erkek için
müşterek kullanılır. Bunların birbirine değmesi
gusulü gerektirir (Buhârî, Gusl, 28; Müslim, Hayz, 8; Ebu Davud Tahare,
81, 83).

Rivâyete göre sünnet, Hz. İbrahim'in seksen
yaşlarında kendine tatbikiyle başlamıştır.
Bir rivayete göre İbrahim (a.s)'ın Kur'ân'da sözedilen bazı
kelimelerle sınanması (el-Bakara, 2/124) temizliğe dair
sorularla olmuştur. Bunların vücûda dair olanları sünnet
olmak, koltuk altı ve kasık kıllarının kesilmesi,
su ile istinca ve tırnakların kesilmesi gibi hususlardı.

Sünnet olmak insanın fıtratından
kaynaklanmaktadır: Doğuştan insan ruhuna yakışan
hususlardan bir kısmı şunlardır: Ağzı su ile
yıkayıp çalkalamak, buruna su çekmek ve temizlemek. Bıyıkları
kesmek (veya kısaltmak), tırnakları kesmek, koltuk
altının kıllarını gidermek, etekteki
kılları gidermek ve sünnet olmak" (Buhâri, Libas, 51, 63,
64; Müslim, Tahare, 49; Ebu Davud, Tereccül, 16; Tirmizi, Edeb, 14).

Hz. İbrahim'in seksen yaşlarında Kaddüm
köyünde sünnet olduğu rivayet edilir (Buhâri, Enbiyâ, 8; Müslim,
Fedâil, 151; Müsned-i Şamiyyin, I, 88). Ebu Hureyre'den gelen bir
rivayette "Kaddüm" yerine "kadum" ifadesi kullanılmıştır
ki o zaman ifade "bir marangoz aleti olan keserle sünnet oldu"
anlamına gelmektedir. Ayrıca onun 70 veya 120
yaşlarında olduğu da rivayet edilmiştir. Hz.
İbrahim sünnet olmuştur. İsrail oğulları
arasında câri olan Tevrat'ın hükmü de böyle idi. İsa (a.s)'ya
kadar böyle devam etmişken sonradan hıristiyanlar bu âdeti
bozmuş ve "hıtan", kalbin guffesini (kalbi bürüyen
perdeyi) atmaktır, şeklinde yanlış bir yorumla sünneti
bırakmışlardır (Tecridi-Sarin Tercümesi, IX, 112).

Başka bir rivayette de şöyle denilmektedir:
"Hiç kuşkusuz ilk misafir edinen, ilk defa don giyen ve ilk kez
sünnet olan Hz. İbrahim'dir" (Muvatta, Sıfatu'n-Nebî',
4). Sünnet olmak ondan sonra bütün peygamberlerde ve onlara uyanlarda
devam etmiş, Peygamberimiz (s.a.s) peygamber olarak gönderilinceye
kadar sürüp gitmiştir.

Peygamberimiz (s.a.s) bir başka hadislerinde
şöyle buyuruyorlar: "Dört şey var ki, bunlar
peygamberlerin sünnetlerindendir. Sünnet olmak, güzel koku sürünmek,
misvak kullanmak ve evlenmek" (Tirmizî, Ahmed b. Hanbel, Müsned,).

Rivayete göre, Peygamberlerin bazıları sünnetli
olarak dünyaya gelmişlerdir. Bunların sayısı 10-17
kadardır. İmam Suyuti bunlardan bir kısmını bir
şiirle ifade etmiştir. Bunlar Adem, Şit, Nuh, Sam,
İdris, Musa, Salih, Lut, Yusuf, Şuayb, Yunus, Süleyman, Yahya
ve Hz. İsa (a.s)'dır. Şiirin sonu "Hatem"le biter
ki maksat Hz. Peygamberdir. Hz. Peygamber'in sünnetli doğduğuna
dair (bk. İbn Haldun, Mukaddime, İstanbul 1970, II, s. 400;
Cevdet Paşa, Kısas-ı Enbiya, İstanbul 1972, I, 59).
Bazı rivayetlere göre ise doğumunun yedinci gününde dedesi
bir ziyafet vererek onu sünnet ettirmiştir.

İslam öncesi Arabistan'da sünnet bir Hijyen
tedbiri olarak düşünülmüştür (M. Hamidullah, İslâm
Peygamberi, çev. Salih Tuğ, İstanbul 1973, s. 291). Araplarda sünnet
bir temizlik ve güzelleşme operasyonu olarak kabul edilir. Bundan
dolayı sünnet karşılığında "taharet"
kelimesi de kullanılmaktadır (Karslızade Cemalettin,
Me'debetül-Hıtân, İstanbul 1252 H., s. 7).

Atası Hz. İbrahim'in bu güzel geleneğini
Hz. Peygamber de devam ettirmiştir. "O, sünnet hükümdarı"
olarak anılmıştır. Buhârî'nin vahyin başlangıcına
dair kitabında Şam piskoposu İbnu'n-Natur'un bir ifadesine
yer verir. Buna göre yıldızlara bakarak kehanette bulunmada mâhir
olan Herakelias bir gece "hıtan melikinin zuhur ettiğini görür.
Tam bu sıralarda Hz. Peygamber'in elçisi kendisine gelmişti. Elçinin
kendisi de sünnetli idi". Olay sünnetin İslam'ın ilk müesseselerinden
biri olduğunu göstermektedir.

Hz. Peygamber, ileri yaşlarda müslüman olanlara,
80 yaşlarında da olsalar "Üzerinizdeki (İslâm'ın
hoşlanmadığı) fazla kılları temizle,
traş et ve sünnet ol" buyururdu (Kenzul-Ummâl, I, 263).

Usaym b. Kelib'in babasından, onun da dedesinden
naklettiği rivâyete göre, dedesi demiş ki: "Peygamberimiz
(s.a.s)'e geldim ve İslamiyeti kabul ettim. Bunun üzerine Efendimiz
(s.a.s) şöyle buyurdular: Kendinden küfrün kıllarını
at ve sünnet ol" (Ahmed İbn Hanbel III, 415; Ebu Davud, Tahare,
129).

Sünnet olayı; "bir canlıya acı
çektirmek, ancak o canlıya yarar sağlar ve yarar canlıya
çektirilen acıdan fazla olursa caizdir" şer'i kaidesine
dayanmaktadır.

Sünnetin hangi yaşlarda
yapılacağına dair ortak bir görüş yoktur. Bölgelere
göre 7 günlükten 13 yaşına kadar değişmektedir.
Çocukların buluğa ermeden sünnet ettirilmeleri babalarının
bir vazifesidir. Hz. Peygamber (s.a.s) torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'i
doğumlarının yedinci gününde sünnet ettirmişti.

Çocuk buluğa erdiğinde şeriat hükümleriyle
yükümlü bulunacak, ilahî buyruklara göre amel etmekle emrolunacaktır.
O halde bu çağa henüz girmeden sünnet olmalı, sünnetli bir
şekilde mükellef düzeyine gelmelidir. Böylece ibadeti,
İslamın çizdiği şekilde sıhhat kazanır.
Şeriatın belirttiği ölçüde dosdoğru olarak gerçekleşir.

Fakat velinin görevi, çocuğun sünnetini, onun
doğumunun ilk günlerinde yerine getirmesi, düşünmesi ve
böyle yapmanın daha uygun olduğunu bilmesidir. Böylece çocuk
kendini tanımaya başlayıp temyiz çağına
geldiğinde kendisini sünnet olmuş bulur. İleride bundan
ötürü kendi kendisini hesaba çekmez. İçinde herhangi bir
üzüntü ve ürküntü bulunmaz. Gerçekten çocuk akletmeye başlayıp
eşyayı asıl anlamıyla anlamayı idrak edince
kendisini sünnet engelini aşmış olarak görmesi güzel ve
kolay bir hava oluşturur.

Sünnet organının uç kısmını
örten derinin en azından yarısının kesilmesidir.
Yarıdan az kesilmesi halinde tekrarlanması gerekir. Ebu's-Suud
Efendi buna gerek olmadığı şeklinde fetva
vermiştir (M. Ertuğrul Düzdağ, Şeyhu Î-İslam
Ebu's-Suud Efendi Fetvaları, İstanbul 1972 s.35).

Bazı toplumlarda, kızlarda erkekler gibi sünnet
edilirler. Daha çok gizli olarak icra edilen bu sünnet Mısır,
Arabistan ve Cava'da yaşayan müslümanların bir
kısmında halen mevcuttur. Bu toplumlarda İslamiyet öncesi
de sünnetin varlığı bilinmektedir. İslâmiyetin
zuhuruyla İslâmi bir anlam kazanmıştır. Bütün
İslam dünyası dikkate alınırsa azınlıkta
kalan yerel bir âdet olarak görülür (A.J. Wensinck, Hiton, IA, VlI, s.
543).

Klitoris üzerindeki küçük bir parçanın
kesilmesi olan, kadınların sünneti rivayete göre Hz.
İbrahim zamanından kalmıştır ve ilk sünnet olan
hanım Hz. Hacer'dir (Taberi, Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, çev.
Z. K. Uğan, Ankara 1954, I, 371).

Hz. Peygamber, "Sünnet (hıtan), erkeklere sünnet,
kadınlar için fazilettir" (Ahmed b. Hanbel, V, 75; Ebu Davud
Edeb, 167; el-Fethu'r-Rabbânî, XVII, 1312) buyurur. Bu sünnet, Ebu
Hanife ve İmam Malik'e göre mutlak sünnet, Ahmed b. Hanbel'e göre
erkeğe vacib, hanımlar için sünnettir. Şafiî erkek ve
kadın arasında vucûb bakımdan bir fark görmemiştir
(el-Fethu'r-Rabbanî, XVII, 1312). Çoğunluğu hanefi olan Türklerde
kadınlar sünnet edilmezler. Ebu's-Suud Efendi kendisine yöneltilen;
"Diyar-ı Arap'da avratları sünnet ederler. Bu fiil sünnet
midir?" sorusuna "el-Cevap: Müstehaptır"
şeklinde cevap vermiştir (M. Ertuğrul Düzdağ,
Şerhul-İslam Ebu's-Suud Efendi Fetvaları, İstanbul
1972, s. 35).

Hattabî de; "Sünnet olmak fiili her ne kadar
öteki sünnetler arasında sayılıyorsa da ilim
adamlarından bir çoğuna göre vacibtir. Çünkü sünnet olmak
hem dinin ve hem dindarlığın şiarıdır. Müslüman
kimsenin kafirden ayırdedilmesi buna bağlıdır.
Savaş alanında öldürülenler arasında sünnetli bir
kimseye rastlanılırsa, diğeri de sünnetsiz bulunursa,
böyle bir durumda sünnetli kimse üzerine namaz kılınır,
defni sağlanır. İslam kabristanına gömülür"
demektedir.

Hasan Basrî "Rasûlüllah, (s.a.s) Efendimize
uyarak bir çok kimseler İslam'a girdi. Siyahı, beyazı,
Romalısı, İranlısı, Habeşlisi... Ama
bunlardan hiç birinin sünnet olup olmadıkları
araştırılmadı. Şayet sünnet olmak vacib olsaydı,
sözü edilenler sünnet olmadan İslam dinine kabul
edilmezlerdi" demektedir. Ancak bu delil sünnet olmanın
ihtiyari olduğu ispatlayacak nitelikte değildir.

Zira araplar zaten kesinlikle sünnet olmakta idiler.
Diğer taraftan Yahudilere gelince, bunlar da kesin olarak sünnet
olurlardı. Hrıstiyanlara gelince onlardan bir grubu sünnet
olurken, diğer bazıları da olmazdı. İslam dinini
kabul eden herkes, ister puta tapan arap olsun, ister yahudi, ister
hrıstiyan olsun, İslâmî prensiplerden birinin sünnet olmak
olduğunu bilirdi. Bunu bildiği için de İslam dinini kabul
ettikten hemen sonra boy abdesti aldıkları gibi sünnet olurlardı.

Yukarıda Useym b. Kelîb'in dedesinin
Peygamberimiz'e gelerek, "Kesin olarak İslâmı seçtim,
müslüman oldum" deyince, Rasûlüllah (s.a.s) kendisine; "O
halde küfrün kıllarını kendinden temizleyip at ve sünnet
ol " buyurması ve Zührî yoluyla rivayet olunan; Kim İslâm'a
girerse, yaşlı da olsa sünnet olsun" anlamındaki
hadis, bu hükmü pekiştirmektedir.

Peygamberimiz (s.a.s) ise, ümmetini sürekli hayırlı
ve mutlu sonuç getiren işlere yöneltir ve onları
başkasından seçip ayıracak hususları öğretirdi.
İşlenip işlenmediğinin derinliğine inmek,
araştırıp kontrol etmekle yükümlü değildi. Onun bu
konuda izlediği yol, İslâma girenleri dış halleri ile
kabul etmek ve değerlendirmekten ibaretti. Gizli hallerini ise
Allah'a bırakırdı.

İslam hukuk otoritelerinin sünnet fiilinin
gerekli bir ibadet olmasındaki sebep ve illetleri şöyle
göstermişlerdir: Sünnetsiz kimse abdestini ve namazını
bozmaya kendisini arzetmiş olur. Çünkü kesilmedik kalan deri,
cinsel organının baş kısmını tümüyle
kapatmaktadır. İdrar altına girince onu temizlemek hayli güçtür.
Böyle bir durumda sağlıklı bir temizlik ancak sünnet
olmaya bağlıdır. Bundan ötürü gerek selef (öncekiler)
olsun gerekse halef (sonrakiler) olsun bir çokları sünnetsiz
kimsenin imamlığını uygun görmemişler ve
yasaklamışlardır. Fakat tek başına
kıldığı namazlarda ise, devamlı idrarı
damlayan kimse gibi özür sahibi sayılır.

Sünnet ameliyesi konusunda cehalet sonu sebep olunan,
özür ve ölüm olaylarında diyet uygulanmıştır
(İbn Ebi Şeybe, el-Musannef, Diyet, 130; V/420; Abdurrezzak,
el-Musannef, IX, 470).

Sünnet olayının, tıb ilminin
ilerlemesiyle hikmet değeri daha iyi
anlaşılmıştır. Erkeklerin sünnet olmadığı
toplumlarda rahim hastalıkları oranı, sünnet olan
toplumlara göre çok daha fazladır.

Sünnetin dini açıdan büyük hikmeti olduğu
gibi, bir çok sağlıkla ilgili yararları da vardır.
Bilim adamları ve özellikle tıp doktorları bunun olumlu
sonuçlarını belirtmişlerdir. Bu hususların en
önemlilerinden bir kısmı şunlardır:

-Sünnet fıtratın yani
yaratılışın esasıdır. İnsanın
doğuştan buna ihtiyacı vardır. İslamın bir
prensibi ve şerîatın da ünvanıdır.

-Sünnet, Rabbimizin Hz. İbrahim (a.s)'in diliyle
meşru kıldığı, hakka yönelik dinin tamamıdır.
Yani bunun tamamlayıcısıdır. Bu öyle bir dindir ki,
kalbleri tevhid, birlik ve iman boyasıyla boyamış,
bedenleri fıtratın özellikleri olan sünnet olmak, bıyık
kesmek, tırnakları kesmek, koltuk altındaki
kılları gidermek gibi özelliklerle bezemiştir.

Rabbimiz şöyle buyuruyorlar:

"Sonra da Biz, Hanif olan, müşriklerden
olmayan İbrahim'in dinine uy, diye sana vahyettik" (en-Nahl,
16/23).

Bir diğer âyette de şöyle buyurulmaktadır;
"Allah'ın dini boyası ile boyandık. Boyası
Allah'dan daha güzel kim vardır? Biz ancak O'na ibadet ederiz"
(el Bakara, 2/138).

Sünnet müslümanı diğerlerinden
ayırır.

Nebi BOZKURT


Konular