Şamil | Kategoriler | Konular

Sufi

SUFİ

Allah için kalbini saflaştıran kişi.

Sûfî, pislikten arınan, tefekkür ile dolan, beşeriyetten
Allah'a yönelen, yanında altın ile çamur eşit olan
kişidir. Sûfî, kalbini Allah'ın
saflaştırdığı, böylece kâlbi nurla dolan
zikrullah lezzetini tadan kimsedir.

Sûfi (veya sofî) kelimesinin hangi kökten türediği
hususunda çeşitli görüşler vardır. Bu kelimenin Hicretin
ilk asrında kullanılmadığını da biliyoruz.
İbn el-Cevzî'nin (öl. 597) ifadesine bakılırsa, bu
kelimeden türetilen "Tasavvuf" tabiri, hicri ikinci asırdan
itibaren kullanılmaya başlanmıştır (Telbisu
İblis, s. 163, Mısır 1340).

Klasik kaynakların bir çoğuna göre sûfi
ismiyle anılan ilk zât Ebû Hâşim el-Küfi'dir (vefatı
150). İlk tekkenin de bu zât tarafından kurulduğu rivayet
edilmektedir (Sühreverdî, Avariful-Maarif, Beyrut 1982, s. 66; Lâmî
Çelebi, Nefehât Tercümesi, s. 86, İst.1982; Y.N. Öztürk, Tarih
Boyunca Tasavvufi Düşünce, s. 47, İst. 1974).

Bilindiği gibi sûfî tabiri aidiyet (ism-i mensup)
ifade eden bir kelimedir. Tasavvuf ve mutasavvıf kelimeleri de
aslı "S-V-F" olan bu kelimenin "tefe'ül" kalıbına
nakli ile elde edilmiştir. Sûfî kelimesinin kökü ve türetilişi
hakkında ileri sürülen görüşleri şu şekilde
sıralamak mümkündür:

a- Ashâb-ı Suffa: Sûfi, Ashâb-ı Suffa'ya
mensub, onlara benzeyen kimse demektir. Ashâb-ı suffa ise, Mescid-i
Nebevî'nin sofasında oturan ve sürekli tedris, ibadet ve riyâzetle
uğraşan sahabîlere verilen addır. Bizzat Hz. Peygamber (s.a.s)
burada dersler veriyordu (M. Hamidullah, İslam Peygamberi,
İstanbul 1980, II, s. 829). Bu sahabiler hayatlarını
İslamı öğrenmeye ve Hz. Peygamber'in (s.a.s) hiç bir irşadını
kaçırmamaya vakfetmiş kişilerdi. Daha sonra zuhur eden sütîlerin
yaşayışları ile Ashâb-ı suffa'nın
hayatları pek çok bakımdan birbirlerine benzerlik gösteriyordu.
İşte bu benzerliğe dayanılarak onlara sûfi ismi
verilmiştir. Ancak; Arap dilinin kuralları açısından
bu görüşü desteklemek mümkün değildir. Zira, bu
benzerliği ifade etmek için nisbet ifade eden "sûffi"
kelimesinin kullanılması gerekirdi (Telbîsu İblîs, s.
162-3; Avarifu'l-Maarij s. 65). Dolayısıyla tasavvuftaki Sufi
kavramının Ashab-ı Suffa ile hiç bir ilişkisi yoktur.
Bunu iddia etmek bir zorlamadan öteye gitmez.

b- Saff-ı Evvel: sûfiler, Cenâb-ı
Hakk'ın huzurunda ön safta bulunmaya özel bir önem verdikleri
için, kendilerine bu ismin verildiği söylenmiştir. Çünkü
onlar, kalpleri ile Cenâb-ı Hakk'a yönelmeye, iç dünyaları
ile O'nun huzurunda bulunmaya büyük bir ehemmiyet vermektedirler
(Avarif, aynı yer). Bu nisbet de dil bakımından uygun
değildir. Zira, saf kelimesinin nisbeti "saffi"dir. Bu
bakımdan sûfi'nin saff-ı evvel ile de hiç bir ilişkisi
yoktur.

c- Benu's-Sufe: Cahiliyye devrinde, Kâbe'ye hizmet
eden, Benü's-Sufe kabilesine nisbetle sufi isminin türetildiği
kanaatında olanlar vardır. Adı geçen kabilenin reisi Gavs
ibn Mürr Süfa lakabını taşırdı. Öyle anlaşılıyor
ki bu lakap, o kabileye ad olmuştur. Ancak bu kabilenin
İslam'dan sonra mevcut olmadığı bilinmektedir. İ.
Hakkı İzmirli, bu kanaatın doğru
olmadığı görüşündedir (M. 12, Tasavvuf,
İstanbul 1981, s. 40).

d- Safevî: Sufi kelimesinin aslının
"safevî" olduğu, fakat telaffuzunun zorluğu
sebebiyle, vav ve fâ harflerinin yer değiştirmeleri suretiyle
sufi şekline dönüştüğü ileri sürülmüştür (A
varif, s. 65).

e- Sufâne: Sufi kelimesinin sufane kelimesinden geldiği
de ileri sürülmüştür. Sufane, bakliyat cinsinden olan bir çöl
bitkisidir. Bu görüşe göre sûfiler, bu çöl bitkisinden yiyerek
geçindikleri için bu isim verilmiştir. Bu görüşte kabule
şayan değildir. Çünkü sûfiler sadece bu bitkiyle
beslenmezlerdi. Kaldı ki dil bakımından da bu görüş
tutarlı değildir. Zira bu kelimenin nisbeti sufi değil, sûfanîdir
(Telbîs, s. 163).

f- Savf: Tasavvuf kelimesinin (S-V-F) kelimesinden
türetilmiş olduğunu ileri sürenler de vardır. Bu kelime,
meyletmek, yüz çevirmek anlamına gelir. Abdulkadir Geylânî
(480-561), tasavvufun bu kökten türediği kanaatındadır.
Ona göre, gerçek mutasavvıf, masivadan Mevlasına yüz
çeviren, meyleden kişidir (A. Geylânî, el-Fethu'r-Rabbânî,
Beyrut 1979, s. 60).

g- Sofos-Sofia: Bazıları sûfî kelimesinin
Yunanca "hikmet" anlamına gelen "sofos" veya
"sofia" kelimesinden türetildiğini iddia etmişlerdir.
Bazı müsteşrikler, el-Birrunî (öl: 440/1048), Ömer Ferit
Kâm ve Şemsettin Sami bu görüşü savunmuşlardır. Müşteşriklerden
Nöldeke, Lacy ve Massiğnon bu görüşe katılmazlar.
"Batılı müellifler (bazıları) büyük bir yanlış
yaparak kelimenin Yunanca "sophos"un Arapça yazılışı
olduğunu kabul etmişlerdir. Zira bu görüşün tarihi açıdan
desteklenmesi de oldukça zordur. İlk sufi ismini alan kişinin
H. 150 tarihinde vefat ettiği bilinmektedir. Oysaki ilk filozof
ismini alan Kindî H. 260 yıllarında vefat etmiştir"
(Fazlur Rahman, İslâm, İstanbul 1981, s. 166).

h- Sûf: Sufi kelimesinin Arapça yün anlamına
gelen "sûf" kelimesinden türediği görüşü daha
çok taraftar bulmuştur. Her ne kadar, Kuşeyri sufi kelimesinin
nereden türediğini gösteren ne bir iştikak kaidesi, ne de bir
gramer kuralı yoktur diyor ise de, öyle görünüyor ki sufi ismi,
mutasavvıfların zühdün ve dünyayı terk etmenin bir
işareti olarak giydikleri yün elbiseden (süf) gelmektedir. İbn
Haldun da aynı kanaattadır: "...Sufi kelimesinin suf'tan
gelmesi en doğru izah tarzıdır. Çünkü sûfiler çoğu
zaman yün elbise giymişler ve böylece de fantezi elbise giyen halka
muhalefet etmişlerdir" (Kuşeyrî, Risale, s. 165, Gümüşhânevî,
Camiu'l-Usul, s. 210; İbn-Haldun, Mukaddime, s. 467).

Suff sözcüğünün kaynağı
hakkında ileri sürülen bu kadar değişik görüşler,
tasavvufun ve sufinin kuşatıcı tek bir anlama
indirgenemeyeceğini, çok engin bir anlamlar bütünü içinde ele alınması
gerektiğini ifade eder. Aslında, her iklimde ve illkede tasavvuf
ve sufinin bilinen belli bir anlamı vardır. Fakat onun asla biçimler
ve görüntülerle ilgisi olmasa gerek. Kelimenin etimolojisi ile ilgili
tüm bu görüşler, sufiliğin İslam dünyasındaki
doğuş ve gelişiminin geniş bir tabana oturduğunun
ifadesi olarak değerlendirilmelidir. Buna göre tasavvufu gerçekleştirme
çabasını veren kişileri gösteren bir terimdir.

Seyfullah SEVİM


Konular