Şamil | Kategoriler | Konular
Sosyalizm
SOSYALİZM
Sosyal teşkilatlanmayı eşitlik
ölçüsüne göre düzeltmeyi gâye güden teori.
Sosyalizm, ferdiyetçi ve hürriyetçi (liberalist)
sistemlere karşı bir tepki olarak doğmuştur. Sermaye
sahipleriyle işçiler ârasındaki eşitsizliği, servet
ve refah farklarını ortadan kaldırma
iddiasındadır. Bu iddialar doğrultusunda Sosyalizmi önce
ekonomik bir çerçeve içinde; yani servetin üretimi, tüketimi, paylaşılması
ve dağıtımı açısından ele
almalıdır. Bu açı, bizi Sosyalizmi meydana getiren
şartları araştırmaya götürür. Liberal demokrasinin
ve Kapitalizmin doğurduğu yetersizlikler ve adaletsizlikler,
sanayileşme olayına; sanayileşme de, sosyal, ekonomik ve
şuurlu bir şekilde teşkilatlanan işçi sınıfının
siyasi bir güç halinde ortaya çıkmasına götürür.
Sosyalizm, öncelikle liberal Kapitalist düzenin
adaletsizliklerine karşı çıkmak ve isyan etmekle çağdaş
niteliğini kazanmıştır. Böylece Sosyalizmin ilk temel
karakteri, kurulu düzeni adaletsiz, çağ dışı ilân
etmesiyle ortaya çıkmaktadır. Buna göre Sosyalizm, liberal
Kapitalist düzenin mülkiyet ve çalışma kurumlarını
yetersiz ve adaletsiz bulduğu için, değiştirmek ve onun
yerine geçmek isteyen bir rejimin adıdır. Bu haliyle Sosyalizm,
Kollektivizmin zaman içinde fiiliyata geçmesi ve uygulanmasıdır.
Kapitalist sistemler, özel mülkiyet, piyasa ekonomisi
ve kâr esasına dayanan bir sistem kurmuştur. Bu düzen, tarih
olaylarının ve sanayileşmenin ürünüdür. Sosyalizm de bu
düzene antitez olarak tasarladığı düzenini tarihi
şartların meydana çıkardığı bir düzen
olarak görür. Onlara göre, bu düzen de tıpkı Kapitalist düzen
gibi ihtilâl sonucu kurulacaktır.
Sosyalizmin ikinci esas dayanağı da, ekonomik
faaliyetlerin özel sektörden kamuya, kişilerden topluma
aktarılmasıdır. Bu anlamda Sosyalizm, mevcut olan üretim
araçlarının tümünü, yahut büyük bir kısmını
toplumun şuurlu ve yönetici durumunda olan organlarına
bağlamaktır. Burada üretim araçları toplumun mülkiyetine
geçmekte, neticede özel mülkiyet yerine kollektif ve sosyal mülkiyet
kurumu oluşturulmuş olmaktadır.
Sosyalizmin kollektif mülkiyeti sadece toplumun malı
yapması da yetmez. Aynı zamanda, bu mallar toplumun hizmetinde
olmalıdır. Yani kârın hizmetinden çıkarılıp
çalışanın (işçinin) hayat standardını
artırıcı hale getirilmelidir.
Demek oluyor ki, Sosyalizm, objektif tarih
şartları içinde Kapitalizmi takip ederek onun yerine geçecek
olan bir düzendir. Sosyalist düzende şu üç unsur bulunur:
a) Üretim araçlarının toplumun malı
olması;.
b) Üretimin insan ihtiyacına göre yapılması;
c) Bunların tamamının demokratik bir yol
ile gerçekleştirilmesi.
Buraya kadar Sosyalizmin tanımlarında
bazı farklılıklar olsa da; hepsinde de ortak gâye, çalışan
zümreyi (işçi sınıfını) cemiyete hakim
kılmak ve emek sahiplerinin hakkını vermektir. Toplumda
sınıf farklarının ortadan kaldırılması
ve toplu çalışma ile elde edilen kazancın emek sahibi olan
topluluğa ait olması bütün sosyalistleri birleştiren ana
fikirdir.
Sosyalistler bazı ana fikirlerde birleşseler
de, bu hedeflere nasıl ve hangi yollarla ulaşacakları
konusunda, yani uygulayacakları metodlar hakkında
ayrılığa düşmüşlerdir. Meselâ, üretim
araçları topluma nasıl mal edilecek? Bunlar kimin
ihtiyacına göre ve nasıl ayarlanacak? Diğer bir ifadeyle,
kapitalist düzen hangi yoldan ve nasıl değiştirilecek?
İhtilâl ve şiddet yoluyla yani devrimle mi; yoksa demokratik
usullerle (evrimle) mi?
Esas problem bu sorulara verilen cevaplarda ortaya çıkar.
Çünkü bu soruların cevapları kadar Sosyalizm türlerinden
söz edilebilir. Bunlar arasında hayalci (ütopyacı), islâhcı
(evrimci), ruhcu, maddeci ve ihtilâlci (devrimci) olmak üzere her biri
kendine has özelliklere sahip birçok Sosyalizm çeşidi vardır.
Sosyalizm çeşitlemeleri, değişik bakış açılarından
da yapılabilmektedir. Meselâ bir başka açıdan, Ütopik
Sosyalizm, Bilimsel Sosyalizm, Kürsü Sosyalizmi, Hıristiyan
Sosyalizmi, Devrimci Sosyalizm, Reformcu Sosyalizm, Demokratik Sosyalizm
gibi bir sınıflamaya da tabi tutulabilir.
Sosyalizm, geniş anlamıyla çok eskilere, ta
Eflatun'a kadar geriye götürülebilir. Hattâ bir takım dinî
Sosyalizmlerden bile bahsetmek mümkündür. Meselâ bir "Tevrat
Sosyalizmi", bir "Hıristiyan Sosyalizm"inden; hattâ
doğru olmamakla beraber, bir "İslâm Sosyalizm"inden
bahseden ve kendilerine "İştirakiyyü'l-Mezheb"
diyenler de vardır. İlk dönem Sosyalistleri daha ziyade toprağın
fertler arasında eşit bir şekilde
paylaşılmasını istiyorlardı. Esas anlamıyla
Sosyalizm "İşçiler Birliği" anlamına XlX. yüzyılın
ilk yarısında kullanılmaya
başlanmıştır. Çünkü Sosyalist akımın,
işçi sınıfının meslekî teşkilatlanmaları
ve siyasî partilerle şuurlu bir siyasî kuvvet olarak ortaya çıkışları
XIX. yüzyılda olmuştur. Sosyalizm 1848'e kadar sadece bir
kavramdan ve hayalî bir tasavvurdan (ütopyacı) ibaret
sayılır. Meselâ Thomas Morus, Saint Simon, Louis Blanc,
Fourier, Owen, Proudhon gibi Fransız sosyalistlerin doktrinleri
sosyal adaletsizlikler karşısında tamamen idealist ve
hayalci görüşlere sahipti. 1848 de Marksizmin ortaya çıkmasıyla
"Bilimsel Sosyalizm"in kurulduğu kabul edilir.
Nazarî sosyalizmin birbirine zıd birçok
şekillerinin olduğunu daha önce belirtmiştik. Bunlardan
bazıları şunlardır:
1- Hıristiyan Sosyalizmi: Ketteler, Maninng,
Lorin, Gorin gibi hıristiyan sosyalistlerin temsil ettiği ve
daha ziyade Hıristiyanlığın sosyal cephesini
işleyen sosyalizmdir.
2- Mistik, Optimist ve Ütopyacı Sosyalizm:
Ofurier, P. Leroux, Proudhon vb. nin savunduğu ve tamamen hayal
ürünü olan; realite ile ilgisi olmayan ve problemlerini daha ziyade
tasavvurda çözmeye çalışan kavramsal sosyalizmdir.
3- Bilimsel Sosyalizm, Devrimci Sosyalizm veya
Marksizm: İhtilâlci ve diyalektik materyalizmin temsil ettiği,
Marx, Engels ve Lenin tarafından ileri sürülen sosyalizmdir.
Bu sosyalizm ilk defa, liberal, burjuva ve kapitalist
düzenin kendi çelişmelerine terk edilip
yıkılmalarının beklenemeyeceğini -Bilimsel
Sosyalizm- ilkeleştirmiştir. Bunlar, işçi sınıfının
(proletarya) devreye girmesi ve şiddet yoluyla (ihtilâlle) düzeni
değiştirmesi metodunu ortaya atmışlardır. Daha
sonra ise, Marx ve Engels demokratik ve ihtilâlsiz yolu tercih etmişlerdir.
Bu yüzyıldan sonra Marksizm çeşitli
yorumlara tabi tutulmuş, bunlar içinde E. Bernstein gibi
revizyonistler çıktığı gibi, revizyonizme cephe alan
Lenin gibi başka yorumcular da çıkmıştır. Bu
yeni yorumla meşhur Marksizm-Leninizm doğmuştur. Lenin bunu
Marksın bile hayal edemediği Çarlık Rusya'sında
1917'de uygulama plânına geçirmiştir. Marksizmi ve Leninizmi
de Stalin ve onu takip edenler yorumlamış; bunun neticesinde de
"Sovyet Marksizmi"doğmuştur. Daha sonra Mao Tse Tung
(Mao Ze Dong) tarafından daha farklı bir yoruma tabi
tutulmuştur.
Marksizm, 1917 Rus ihtilaline kadar siyasî kurumlar
meydana getiren bir düzen, rejim olmamıştır. Gerçi bir
takım siyasî partiler kurulmuş, sosyalistler hükümetlere katılmış,
parlamentolarda aktif rol oynamışlardır, fakat Birinci Dünya
savaşı sonuna kadar sosyalist devletler
kurulamamıştır. 1917'de Çarlık Rusyası tasfiye
edilmiş, Üçüncü Enternasyonal kurulmuş, yeni bir
Marksizm-Leninizm ortaya çıkmıştır.
Bu yeni Marksizm-Leninizm iki özellik taşır:
1) Az gelişmiş sayılan bir sosyal
yapıya Marksizmin uygulanışı;
2) Sosyalizm, hem bir devlet sistemi, hem de siyasî
bir rejimdir. Yani yeni bir hukuk, devlet, anayasa ve siyasî kurumlar
anlayışına dayanmıştır. İkinci dünya
savaşından sonra ise Leninin yerini Stalin almış ve
Marksizm-Leninizme birçok değişiklikler getirmiştir.
1980'li yıllarda ise M. Gorbaçov bu sistemden bazı
tavizlerde bulunmak zorunda kalmış ve 1991'de de hak
dağıtmak için ortaya çıkan siyasî rejim, bir zulüm
düzeni haline dönüşmüş ve 75 yıllık ömrünü
tamamlayarak kendi diyalektik metodları gereği antitezine dönerek
senteze ulaşmıştır. Halbuki onun iddiası bütün
dünya işçileri birliğini kurmak ve dünyayı sosyalist
yapmaktı. Fakat bu yoldaki çabası onu
başladığı noktaya hem de daha kötü şartlarda
liberal Kapitalizme döndürdü.
3- Reformcu Sosyalizm: Demokratik Sosyalizm, Aktüel
Sosyalizm diye de anılan ve H. de Man tarafından temsil edilen;
evrimci yolla, ihtilâlsiz yeni rejimin tesisini müdafaa eden
sosyalizmdir.
Sosyalizm önce Orta ve Doğu Avrupa, Avrupadan
sonra da Doğu Bloğunda yaygınlaşmıştır.
Orta ve Doğu Avrupa, Arnavutluk, Bulgaristan, Çekoslovakya, Eski Doğu
Almanya; Macaristan, Polonya, Romanya, Yugoslavyada Komünist rejimler hep
1943-1944 yıllarında başlamıştır. Daha sonra
doğu ve uzak doğuda Çin Halk Cumhuriyeti, Kuzey Kore, Kuzey
Vietnam, Moğolistan, Küba. vb. gibi ülkelerde yaygınlaşmıştır.
Bu gün ise bu ülkelerin tümü Sosyalizmden Liberalizme dönmüştür.
Batı ve uzak doğuyu yarım asır
etkisi altında bulunduran Sosyalizm, Türkiye'de ilk defa 1910 yılında
resmen boy göstermiş ve "Osmanlı Sosyalist Partisi"
adıyla sosyalist Hüseyin Hilmi tarafından bir parti
kurulmuştu. Bu partiyi kurduran ve partiyi perde arkasından
destekleyen ise, materyalist ateist Baha Tevfik idi. 1920'den sonra çeşitli
şekillerde gelişen Marksizm veya devrimci Sosyalizm, her
fırsatta toplumu bölmek, sosyal düzeni yıkmak, insanları
anarşiye çekmek için elinden ne geliyorsa yapmıştır.
Önceleri gizli komünist partileri halinde çalışırken.
Komünizmin yıkılıp yok olduğu zamanımızda
ise bütün dünyada hala sosyalist parti kurma yarışı
devam etmektedir. Zira millî hakimiyeti kaldırmak Sosyalizmin
gerekli şartlarındandır. Sosyalizmin din ve ahlaka
bakışı, çeşitlerine göre değişmektedir.
Genel olarak Sosyalizm özü bakımından ne dincidir, ne de din düşmanıdır.
Sosyalizm, toplum düzenini değiştirici bir siyasî akım
olduğu için de dine dayalı partilerin kurulmasını
kabul etmez. Din ve ahlâk konusunda hümanist bir tavır
takınır. Bazı sosyalizmler dinî kaynaklı olduğu
halde, Bilimsel Sosyalizm hem dine, hem de dinî ahlâka ve manevî değerlere
kökten karşıdır. Bunlar Allah'a, dine ve dinî değerlere
hiç bir şekilde yer vermezler. Çünkü bu sistemin uygulanış
biçimi olan Komünizmin kendisi bir din haline getirilmiştir.
Komünizm gibi Hümanizm de en büyük ahlâk düşmanlığıdır.
Çünkü, bir yerde Hümanizm geliştikçe ahlâk geriler. Devamlı
cezalar sınırlandığı ve azaldığı için
kötülüğe teşvik edici faktörler çoğalır; sonunda
kötülükler yaygınlaşır.
Bilindiği gibi Sosyalizm doktrini, büyük sanayi
devriminin tahriki sonucu XVIII. yüzyılın sonunda ve XIX. yüzyılın
başında bir takım izafî ve ahlâkî fikirlerin yayılmasıyla
ferdiyetçilik ve Liberalizme karşı bir tavır olarak ortaya
çıkmıştır. Bu ise Sosyalizmin beynelmilelci ve
milliyet düşmanı olduğunu göstermektedir.
Sosyalizmin milliyet düşmanlığı
yanında daha birçok çıkmazları vardır. Bunlardan
birisi, ferdi mülkiyet fikrini kaldırmasıdır. İnsan
fıtratında mevcut olan bir şeye sahip olma duygusunu ve
fikrini ise kaldırmaya çalışmak insanda bir takım ruhî
çatışmalara yol açar. Gerçi onlar mülkiyeti kaldırmadıklarını,
ekonomik ve sosyal düzende bazı tedbirlerle
sınırladıklarını ve bu yolla kapitalizmin önüne
geçtiklerini iddia ediyorlarsa da; uygulamaların bunun aksini ortaya
koyduğu görülmüştür.
Sosyalizm ve Komünizm, Liberalizme karşı bir
ekonomik faaliyetle, geniş ölçüde devlet tekelciliğini,
devletçi ekonomi, devlet işletmeciliği vb. ekonomik modelleri
geliştirmiştir. Bu ekonomik modeller, liberalist modellerden
daha çok insan fıtratına ters geldiği için de bir asır
bile -her çeşit baskıya başvurduğu halde-
yaşayamamıştır. Günümüzde gerek batıda ve
gerekse doğudaki bir çok örnekleri çok büyük ekonomik ve sosyal
krizler içindedir. Türkiye'de de "KİT"ler olarak
tanınan devlet eliyle yürütülen ekonomi teşekkülleri de
liberalist bir ekonomi içinde olduğu halde, ayakta duramayacak kadar
kötü durumda olduğundan, özelleştirilmek için her iktidarın
programında yer almaktadır.
Sosyalizmin çıkmazlarından birisi de sosyal
nizamın kendi cinsinden olan kanunlarını inkâr etmesidir.
Halbuki bütün sosyal olaylar gibi ekonomi olaylarında da
determinizmin payını tamamen inkâr etmek doğru
değildir. Bu sebeple, olaylar âleminde var olan düzeni istediğimiz
gibi istediğimiz ilkelere (ekonomi ilkelerine) dayandırarak
değiştirebileceğimizi iddia edemeyiz. Bu evrimi idare eden
unsurları sadece ekonomik faaliyetlere ve üretime de bağlayamayız.
Bütün diğer değerleri hiçe sayıp üretimin asıl öğesi
olan "emek"i de tek değer olarak kabul edemeyiz. Çünkü
sosyal hayatı sadece ekonomik ve maddi şartlar meydana
getirmiyor. Bilindiği gibi, bunların yanında ruhî ve
ahlâkî daha birçok sebepler sosyal olayları doğurur.
Sosyalistler sosyal hayatta insanın bir takım maddi ihtiyaçları
yanında, fikir ve inançlarının payı olduğu gerçeğini
de unutmuş görünüyorlar.
Buna karşılık ruhçu sosyalistler ise
maddî ihtiyaçlar yanında fikir ve inançların, ruhî ve
ahlâkî değerlerin insan hayatı için vazgeçilmez olduğu
fikrini savunuyorlar. Aslında Sosyalist literatürde ruhçu Sosyalizm
diye bir ayırım yoktur; ancak mistik sosyalizm (Hristiyan
Sosyalizmi)'e bir benzerliği olması, yani İslâm dininin
sosyal yanını anlatmak için asrımızın fikir
adamlarından biri olan Nureddin Topçu "Ruhçu Sosyalizm"
diye bir sosyalizmden bahseder. İşin gerçeği; her sosyal
adaletsizliğe karşı her haykırış Sosyalizm
değildir. Yalnız bir fikir adamının teorisini, yahut
bir partinin programını Sosyalizm olarak tanımlamak da
Sosyalizm kavramını çok daralttığı için, yanlıştır.
Sonra İslâm dini sosyalist değil, sosyal adaletçidir.
Sosyalizmin çıkmazlarından birisi de sosyal
sınıfları kaldırmak istemesidir. Fakat Sosyalizmin
ileri sürdüğü ilkeler bunu tek başına temin edecek güçte
değildir. Bu sistem gerçekten işçinin refahını
sağlayacak biçimde uygulanacak olsa; işçi, emeğinden
ayırıp biriktirme yoluyla Kapitalist sınıfa geçebilir.
Halbuki bunu önleyecek tek yol ruhî ve ahlâkî terbiyedir. Sosyalist
sistemler ise herşeyden önce böyle bir ruhî ve ahlâkî terbiyeyi
verecek ilkelerden yoksundur. Ayrıca uhrevî yaptırımı
olmayan bir ekonomi ahlâkından yana olduğu için, dinî ahlâkın
geliştirdiği kendini kontrol ve nefse hâkimiyetten de söz
edilemez.
Çeşitli adaletsizlik ve zulümler karşısında
kendisine çok büyük umutlar bağlanan Sosyalizm, ancak sıradan
bir insan ömrü kadar yaşayabildi ve daha tam olarak
şahsiyetini bile teşekkül ettiremeden her beşerî sistem
gibi, o da tarihe mal oldu. Sosyalist sistemlerin yerine, ancak sosyal
adaletçi nizamlar geçer de Bilimsel Sosyalizm gibi bütün kurumlarıyla
işletilirse, işte o zaman ancak insanların mutlu
olması beklenebilir.
Hüsameddin ERDEM